20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
 • taplar Adası .SADIKASLANKARA A llah hayırlara çıkarsın, bir tuhaf rüyay- la uyandım sabah... Rüya ne, karaba- san... Türkiye pey- nir dilimlenir gibi bölünmüş mü; Türkler bir yakada kalmış, Kürtler öte yakada... Rüya bu ya, üzerinden elli yıl geçmiş bölün- menin. Ben de yaşı- yor muymuşum hâlâ? Yeniyetmey- mişim hem de... Yi- ne böyle bayram- mış, çok sevinçliy- mjşim... Çünkü Kürt-Türk akrabalar görüşmeye gide- cekmişiz. Türk-Kürt akrabalar da bizim- le görüşmeye gele- cekmiş. Tel örgü fa- lan da yokmuş sı- nırda, hepimiz çift pasaportluymuşuz, bu yüzden elimizi kolumuzu sallaya sallaya bu yakadan o yakaya, o yaka- dan bu yakaya ge- çebiliyormuşuz bir- birimize... üstelik hep birlikte söyle- nip; elli yıl önce Türkiye'yi bölenlere lanet okuyormuşuz durmadan... Yazar değil miymişim bir de... Yazarlık rüya- larıma bile girer ol- muş demek, ah be- nim zavallı aklım... Yerden tavana tüm duvarlan kitapla dolu bir odam var- mış. Ben de akraba- larımızla görüşme- ye gidecekmişim, kitaplığıma ugru- yorum. Bir raf dolu- su roman, öykü, 1910-15'lerde, 20- 25lerde yaşanan acıları anlatıyor- muş. öteki sergen- de bu kez Türkler- Kürtier arasında yaşanan aynlıklar üzerine kurulmuş anlatılar, öyküler, romanlar... Bir karabasan ki, Allah hayırlara tebdil etsin 2050'lerde, 60'larda yayımlanmış kitaplarmış bunlar... 2010'ları anlatan romanlarla öykülere ba- karken parmaklarım bir kitaba takılmasın mı, aa, bir öykü seçkisi: "Ankara-Diyarbakır Mübadele öyküleri". Allah Allah diyorum, hep aynı acıları mı yaşayacağız biz böyle; emperyalizm efendi de durma ekmeğine yağ sürecek? Derken ter içinde uyandım, takvime baktım: 9 Eylül. Hayır, hayır, hayır dedim! Yüz bin kez hayır! Fırlayıp kalktım yataktan... Doğru kitaplığıma. Şü- kürler olsun, her şey yerli yerinde... Masamda üç kitap... Lozan Mübadilleri Vakfı'nca düzenlenen "Mü- badelenin 85.Yılı Öykü Yarışması"na katılmış ürünlerin yer aldığı Mübadele Öyküleri seçkisi (Yayına Haz.: Müfide Pekin, 2009), Celal Öz- can'dan bir öyküler toplamı Istafiller Oldu mu (Heyemola, 2010); Handan Gökçek'ten bir roman: Ah Mana Mu (Pupa, 2010). Andığım kitaplaria ilgilendiğim için rüyalarıma karışmış olmalı bu iç burkucu öyküler... HER BİRİMİZ YARIM YARIM İNSANIZ... Mübadele Öyküleri için bir "Önsöz" kaleme alan Feyza Hepçilingirler, konuyla ilgili bakın neler söylüyor: "...Girit'tengelenler... Türkçe tek sözcük bilmiyor- lardı. Analarından öğrendik- leri, anadili olarak benimse- dikleri dil, onları anayurtlarına en fazla yabancılaştıran şey oldu. Haklarını arayamadılar, dertlerini anlatamadılar." "Türk oldukları için değil, Müslüman oldukları için sü- rülmüşlerdi; ama yeni yurtla- rında 'yarım gâvur' diye aşağılandılar hep. Kendi- lerinin uğradığı bu aşağılanmayı yaşamasınlar diye çocuklarına, içine doğdukları bu dili öğretmekten kaçındılar." "Osmanh'nın eski topraklarında yaşayan ve Lo- zan Anlaşması'yla yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalanların tümü havasını, suyunu, hatta dilini bilmedikleri yeni yurtlarına ulaşmak için kim- bilir ne zorluklar çektiler. Hep 'oralar'ı özlediler. Oradaki tarlalarının büyüklügü, ağaçlarının yüceliği gözlerinden; şırıl şırıl akan derelerinin sesi kulakla- rından gitmedi." "'Oralar', asla gerçekleşmeyecek düşler gibi, uzaklaştıkça güzelleşti onlann gözün- de." "Sonra birer birer çekilip gittiler hayatımızdan. Umutları, düşleri, özlemleriyle birlikte ve anlatma- dıkları, her anlatışta kabuk bağladığı sanılan yarayı yeniden kanatmaktan kaçındıkları için bir türlü söyleyemedikleri acılarıyia, dertleriyle birlikte, geri- de bıraktıklan anayurtları gibi onlar da tarih oldu- lar." Mübadele Öyküleri'nin içinde 24 öykücünün ürününe yer verilmiş. Bu yazarları anayım ilkin: Er- han Ceylan, Mahir Ulaş Yeşil, Arif Samet Çamoğ- lu, Hakkı Inanç, Büşra Akkuş, Ali Aksoy, Ayhan Altay, Pelin Böke, Maruf Evren, Serap Gökalp, H.llhami Gülcan, Ümran Kartal, Ihsan Tevfik Kırca, Tamer Kütükçü, Hasan Faruk Levent, Ahmet Mu- rat, Saba öymen, Hülya Sarıkaya, Aysun Sezer, Muzaffer Tansu, Kaan Temizel, Latife Türkyılmaz, Akın Üner, M.Hakkı Yazıcı. Bir biçimde yazın de- neyimine sahip oldukları anlaşılan yazarlar, do- ğum tarihleriyle 1936'dan 1988'e geniş bir dağ.'lım gösteriyor. Kadınlar erkek öykücülerin üçte biri kadar. öykücülerimizdeki kadın-erkek oranı yan yarıya olduğuna göre kadınlar sayıca düşük de- mek ki... BENİM YARIMIM SENDE. SENİN YARIMIN NERDE? Istafiller Oldu mu Celal Özcan'ın Gökova'nın Yalazlan (1977) ile Düğüncüler'in (1983) ardın- dan yirmi yedi yıl sonra yayımladığı üçüncü öykü kitabı. Oysa ben ilk kez okuyorum Özcan'ı. Özcan Celal Özcan Utafillcr Oldu mu da mübadillere özgülemiş öykülerini. "Istafll" ise Rum- ca üzüm demek. Kaç yıl önceydi anımsaya- mıyorum. llhan Selçuk yaz- mıştı. Bir yazısında "Nato kafa nato mermer" deyişin- den ötürü düzeltmen "na- to"nun, "NATO" biçiminde büyük harfle yazılması ge- rektiğinden söz etmiş. Sel- çuk, sözcüğün askeri işbirliği örgütü NATO ile bir ilişkisinin olamayacağını söy- lemiş. Sonradan Hepçilingirler, Cumhuriyet Ki- tap'ta bunun Rumcadan geldiğini, Türkçedeki kul- lanımıyla aynı anlamda olduğunu belirtmişti. Celal Özcan, deyimin Rumcasını aktanyor kitaba adını da veren öyküsünde: "Na to kefari, na to merma- ri!"(37) Özcan, farklı bir anlatım diliyle kuruyor öyküleri- ni. Alışıldık sözdizimlerini eğip bükerek, ama böyle yaptığında bunun farklı tatlar üretebileceğini gös- tererek... Bir başarısı daha var Celal Özcan'ın: Vı- cık vıcık hale gelebilecek özlem, içlenme odaklı bu öyküleri bıçak sırtı düzlemde kaydırarak duyar- lılığa dayanıp öyküyü ferahlatmak, buna melod- ram giysisi biçmekten kaçınmak. Ne var ki sızdı- ran bent gibi öykülerden yer yer bir melodram ha- vasının yayıldığı görülmüyor değil. O zaman bu öyküler, yazılan onca benzerinin arasında en azından adabıyla kurulmuş bir örnek- leme olmayı başarıyor denebilir. Dildeki özeni, bi- çim değişikliklerine açık ruhu, yazarı bir öykü de- lişmeni gibi aynksı bir yere taşıyor ayrıca. Pek çok genç yazarın birörnek kalıba göre salt "tek etkiyi" önceleyerek verimlediği gözlenen klasikleşmiş kı- sa öykü ölçütü dışında bir yolda, kendi bildiği gibi öyküler kaleme aldığı görülebiliyor yazarın. Bu tu- tumu bilinçle benimseyip uygulamaya giriştiği ka- nısı uyandırıyor insanda. Bu farklılıkların, gerektiği kadarıyla dilde kurulduğu da gözleniyor. Bir yazın- sal metnin olayda, kişide, olay örgüsünde, evre- ninde değil dilde dönüştürülüp kurulması gerektiği bir kez daha çıkıyor ortaya. Incelikli alaysamalar da katışıyor ayrıca bu dile. Yoksa onun öyküleri de bildik anlatımcı öykülerin peşinden giden ve- rimler olarak alınabilir. Ancak kimi örneklerde yazar, kısa öykünün ya- pısını zoriayıcı bir yayılma, dağılma da göstermi- yor değil. O zaman Burhan Felek'in "Vatandaş Ahmet Efendi"si olup çıkıyor öykü. Bu dilde konuşan yazan insanların yine de ya- zara bir teşekkür borcu var bence. ÖTEKİ ÖTEKİ KİNLENİP SAHİP SAHİP TAFRALANMAK! Ah Mana Mu, Handan Gökçek'in üçüncü kita- bı, ama ilk romanı. Daha önceki Düş Hırsızı (2002), Sır Dökümü (2008) adlı öykü kitaplarını okumuş, "Kitaplar Adası"na da buyur etmiştim. öykülerinde anlatımcı de- ğil anlamlandırmacı bir tu- tumla karşılaşmıştım özetle söylemem gerekirse. Oysa Ah Mana Mu'da tam bir an- latımcı yazar tutumuyla kar- şılaşıyoruz. Handan Gökçek, anlatıs ını iki koşut kurguyla yapılandırıyor. İlk düzlemde yüzyıl önceye giderek Yunanistan'ın Yanyası'na yöneliyor, ikinci düzlemde ise 1950 başlannın Tür- kiyesi'nde Hatay'la Izmir arasında bir düzlemde yol alıyoruz. llkinde birbirine tutkun Rum kızı Re- na'yla Türk delikanlısı Sakuş'un evlenmeyi başar- ması, Izmir işgalinin o yakada yarattığı olaylaryan- sıtılırken ikinci düzlemde adlarını Havva, Isa olarak değiştirmiş görünen kahramanların (119) büyük- anne, büyükbaba oldukları dönem, bu doğrultuda yaşadıkları güçlükler, aşklarının karşılığı olarak ah mana mu C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1073 kendilerine ödettirilen bedeller geliyor önümüze. Yazar, Rena'nın yaşadığı dramı, öz ailesiyle ça- tışmasını kimi işlevsel aynntılarla sezdirmekte us- talıklı. Ancak zaman zaman kendini melodramın havasından kurtaramadığı gözleniyor. önceki kuşak yazarlarımız, Birinci Dünya Savaşı sürecinde Balkanlarda, Yunanistan, Bulgaristan içlerinde yaşanan dramlan, göçenlerin iç acılarını Anadolu'da kışkırtılmış yerli yığınların Türkleri, Kürtleri nasıl ötekileştirdiğini, umarsız insanların çektiği acıyı işlemişti. llhan Tarus, Samim Koca- göz, Orhan Kemal, Necati Cumalı, Yaşar Kemal vb. yazarlar bu grup içinde anılabilir. Mübadelenin gerek kavramsal açıdan gerekse iziek bağlamında saltık olarak öyküye, romana buyur edilişi çok da- ha sonraya uzanıyor görebildiğimce. Bu nedenle yaşananlardan yaklaşık yüzyıl sonra, özellikle kimi genç yazarların bu sorun yumağıyla karmaşasına yaklaşımdaki nostaljik-melodramatik tutum eniko- nu birbirine girebiliyor. Bu çerçevede mübadeleye odaklı öykü, roman kaleme alan yeni kuşak yazarların kimi ortak tu- tumlan üzerine birkaç satırla da olsa değinmek zorunlu hale geliyor bana göre. Hemen tüm yazarların, akrabalanndan ya da çevrelerinden duyduğu anı, aktarı odağında sözlü anlatıdan yararlanmak yanında kimileyin konuya değgin tarihsel bilgiye başvurduğu, belge kullan- dığı görülüyor. Ancak metinlerini bir "belgesel" olarak kurmaktan kaçınıyor yazarlar. Bu durum, kaleme alınan metinlerin öncelikle öykü, roman bağlamında kurulması gerektiğinin düşünüldüğü- nü ele veriyor. Olumlu bir nokta. Ne var ki, genel- de yaşananlara üzülen, bu nedenle iç dökmeye göz yuman bir kavrayış da tehlike olarak bunun yanında duruyor. Sorunsalın bu metinlerde kavramsallaştırıldığı öne sürülebilir mi? Gerekli soyutlayıma, dönüştü- rüme gidilmeden kurulan öykü, roman evreni ister istemez kahramanlann çizgiselleşmesine, yazarla- rın dıştan birer anlatıcı konumuna geçmesine yol açıyor. Andığım verimlerde böylesi sakıncalarla karşılaşılıyor ne yazık ki... O zaman mübadele so- runsalı yerine bir mübadele melodramı çıkıyor or- taya. Kahramanların konuşmaları da çizgiselleşmeye destek veriyor denebilir. Egeliler nasıl "gari", Kara- denizliler "ha uşak", doğulular "vay babo" vb. söyleyişlerle tipik kılınırsa bu yazarlar da metinle- rinde "mu", "...kimu", "...aki" vb. ekleri, "(h)ayde", "vre", "(h)em", "te be" vb. sözcükleri öylesine çok kullanıyorlar ki, tattan çok tatsızlık yayıyor bu. Bunları, genel sakıncalar bağlamında yazmış olayım. Yoksa andığım öykülerin, romanın böylesi eksiklikle sakatlanmış olduğunu söylüyor değilim. Tam tersine, şu sıralar yüzyıl öncesinden kimi dersler çıkarmak üzere okunabilecek kitaplar... Gördünüz mü, 9 Eylül'e dönük bayram yazısı yazacaktım bugün, şu karabasan berbat etti işi. Handan Gökçek, Ah Mana Mu'nun bir yerinde "Çocuklar için öteki yoktu" (31) diyor. Oysa insa- noğlunun ötekileştirmeyle yarattığı tehlike atom bombası denli etkileyici! Sahiplenme ile ötekileş- tirme, insanın elleriyle kendi boynuna doladığı il- mek... Yüzyıl önce Türklerle Rumlar arasında yaşanan- ların yüzyıl sonra bu kez Türklerle Kürtler arasında yaşanmasına izin verip vermemek bizim elimiz- de... Ama bunun için ilk olarak 1910'lara, 15'lere geri gidip Anadolu'nun işgalini, bu işgal sürecinde yüzyıllardan bu yana birbiriyle candaş, kandaş ol- muş insanların emperyalizmin oyunlarıyla bir anda nasıl birbirine girebildiklerini iyi bellememiz gereki- yor. Hey Bursahlar, Izmirliler, Istanbullular, Ankaralı- lar, Çanakkaleliler, Antepliler, Urfalılar, Maraşlılar, Karslılar, Erzurumlular sayamadığım, ama nice ni- ce destan yaratmış öteki kentliler, kentlilik bayra- mınız, 9 Eylülünüz kutlu olsun! Hay Allah, bugün şükür, şey şeker bayramıydı değil mi? • SAYFA 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle