13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilinçsiz kullanılan katkı maddeleri gıda güvenliği için ciddi tehdit Dr. Nuri ÇAĞIŞ (Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Genel Sekreteri) ilindiği gibi insan gıdasında gereksinilen miktarlarda kalori, protein, mineral maddeler, vitaminler, su ve diğer besin elementlerinin bulunması zorunluluğu vardır. Bütün canlılarda olduğu gibi insanlarda da beslenmenin birinci amacı enerji gereksinimini karşılamak ve ikincisi ise vücudun gelişmesi veya onarılması için gerekli besin elementlerinin sağlanmasıdır. Kişilerin bedensel ve fiziksel faaliyetlerini tam yapılabilmesi, sağlıklı kalmak, yenilikler yaratma isteği ve kısacası yaşam arzusunun var olabilmesi ancak sağlıklı ve dengeli besin maddelerinin alınması ile mümkündür. Son yıllarda her dalda olduğu gibi gıda bilimi ve teknolojisinde de inanılamayacak düzeyde gelişmeler kaydedilmiştir. Örneğin: besinlerin üretimleri büyük ölçüde artırılmış, kaliteleri yükseltilmiş ve muhafaza süreleri de oldukça uzatılmıştır. Teknolojinin gelişmesi ve sanayileşmenin hızla artmasına paralel olarak yaşam koşullarının da yükselmesi karşısında gıda üretiminde ve tüketiminde yeni eğilimler oluşmuştur. Tüketici daha çok yenmeye hazır gıda maddelerine (fast food) yönelmiş ve bunun sonucunda çok çeşitli gıda maddeleri üreten ve hazırlayan sanayiler gelişmiştir. Besinler büyüyüp gelişmenin ve sağlığımızı korumanın en başta gelen etkenleridir. Sağlıklı bir yaşam büyük ölçüde temiz ve çeşitli hastalık etkenlerinden (bakteri, parazit vs.) arınmış besinlerin düzenli ve dengeli bir şekilde vücuda alınmasıyla mümkün olabilecektir. Bu bakımdan tüketime sunulan gıdaların başlıca duyusal nitelikleri, besin değeri ve tüketici sağlığı yönünden kaliteli olması arzu edilir. Besinlerin bozulması (duyusal niteliklerinin değişmesi) ve çeşitli hastalıklara (Örneğin; tifo, dizanteri, verem vb.) neden olması genellikle mikroorganizmaların aktiviteleri ve sayıları sonucu meydana gelir, bunun için besinlerin dayanıklılık sürelerinin uzatılması ve tüketici sağlığı yönünden güvence altına alınması gerekir. Üretimden tüketime kadar olan tüm aşamalarda besinlerin mikroorganizmalarla bulaşmasını en az düzeye indiren ve besinlerde mikroorganizma üremelerinin kısıtlanması besin hijyeni kurallarının yerine getirilmesiyle sağlanır. Besin hijyeni sağlığı korumak için tüketime dayanıklı ve güvenilir gıdaların sunulmasını amaçlar. Koruyucu sağlık hizmetlerinden olan gıda güvenliğinin temini için toplumun; gıdalarla bulaşan hastalık ve zehirlenme etkenlerinden korunması ve hile maksadıyla yapılan taklit ve tağşişlerle besin değeri azaltılmış gıdalarla beslenmesi sonucu oluşan beslenme bozukluk ve hastalıklarına maruz kalmaması için gıdaların üretimden tüketime kadar bütün aşamalarda kontrol edilmeleri gerekmektedir. Gıdalara bulaşarak insan sağlığını tehdit eden birçok hastalık etkenlerinin yanı sıra gıda maddeleri kimyasal bileşimleri ve doğal yapıları açısından da incelemeye tabi tutulmalıdır. Çünkü gıda maddelerinin sabit olmayan bu yapıları her an değişmeye ve bozulmaya hazır bir durumda olduklarından tüketici sağlığına zararlı bir durum olmaya çok uygundur. Ülkemizde gıda işletmelerinde besin hijyenine gerekli önem verilmediğinden tüketime sunulan çeşitli besinlerin dayanıklık süreleri oldukça kısa olmakta ve çoğu kez hastalıklara yol açabilecek mikroorganizmaları içermektedir. Bunun sonucu olarak da besin kaynaklı hastalıkların kontrol altına alınması zorlaşmakta ve mikrobiyel besin bozulmalarından dolayı oldukça fazla miktarda ekonomik kayıplar meydana gelmektedir. Ay B Hastalık etkenlerinden arınmış besinler tüketilmesi gerekiyor. rıca bilinçsizce kullanılan katkı maddeleri ve kontaminasyonlar da gıda güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturmakta. Alerjik reaksiyonlara, baş ağrılarına, kalp hastalıklarına, osteoporoza, büyümede gerilemeye ve çocuklarda hiperaktiviteye neden olmakta, çağımızda sıkça görülen kanser hastalıklarının oluşmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca çeşitli kontaminasyonlar sonucu alınan ağır metaller (civa, nikel, kurşun, arsenik) ve diğer çevresel kirleticiler (dioksinler, poliklorobifeniller vb) de son derece zehirli olup üreme, hormo nal ve bağışıklık sisteminde önemli sorunlar meydana getirirler. Bu nedenle gıda güvenliği özellikle ülkemizde büyük kitlelerin tüketimine sunulan gıdaların üretim ve tüketim yerlerinde ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü bu bir çok kişinin sağlığını tehlikeye sokmakta ve meydana gelen ekonomik kayıplar da oldukça fazla olmaktadır. Ne yazık ki bugün için ülkemizde yürürlükte olan yasa ve yönetmelikler; gıda maddelerinin üretiminde kat edilen süratli teknolojik gelişmelere, gıda maddelerinin üretim, depolama ve tüketime sunulmasında artan çeşitliliğe ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kalite değişikliklerine yanıt verebilecek kapsamdan uzaktır. Ayrıca ülke genelinde gıdaların üretiminde kullanılan çeşitli kimyasal katkı maddelerinin çeşit ve sınırlarının belirlenmesini sağlayacak yeterli denetim elemanları ile bunların aldıkları numunelerin değerlendirilmesini sağlayacak laboratuvar, cihaz, yöntem ve teknik eleman donanımına da ihtiyaç vardır. Gıda kontrolü konusunda ülkemizde ilk mevzuatı yürürlüğe koyan Sağlık Bakanlığı’na bu konudaki yetki, 1930 yılında yürürlüğe giren 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasası ile verilmiştir. Bu yetki ile Bakanlık gıda kontrolü güvenliği ve laboratuvar hizmetleri konusunda araştırma ve eğitim çalışmaları ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği sağlayarak projeler geliştirmiş ve değerlendirmiştir. Bakanlık bu konuda ayrıca Gıda Kontrol ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri vermekle yükümlü halk sağlığı laboratuvarları da kurmuştur. Ülke genelinde bölge hıfzısıhha enstitüleri ile il ve ilçe halk sağlığı laboratuvarlarının sayısı 75’i aşmıştır. Koruyucu sağlık hizmetleri ile gıdaların sağlık yönünden kontrolünü yürütmek üzere Sağlık Bakanlığı tarafından kurulmuş ve çağdaş kontrol tekniklerine paralel olarak cihaz ve teknik elemanlarla donatılmış olan bu laboratuvarlar da yeni çıkan ‘‘Gıda Yasası’’ sayesinde atıl duruma düşmüştür. Çünkü bununla ilgili tüm yetki Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bırakılmıştır. Her derde deva içecek: Maden Suyu NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Maden suyunun kemik erimesini önlemekten taş dökmeye kadar bir çok yararı bulunduğu belirtildi. Anatolya Genel Müdürü Mualla Çelik Hıdıroğlu, şirket tarafından Türkiye’deki sağlıksız tüketim ile beslenme sorunlarından yola çıkarak yapılan araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre,hamilelikten cilt sağlığına kadar birçok yönden sağlıklı yaşamda önemli rol oynayan maden suyu tüketimi Türkiye’de kişi başı yılda 3 litreyi bulurken, Avrupa’da ise bu oranın yılda 150 litreye ulaşıyor. Maden suyunun sağlığımız açısından bilinmeyen yönlerinin ön plana çıkartılması için tüketiciyi bilinçlendirme kampanyalarının yapılacağını söyleyen Anatolya Reklam Koordinatörü Uğur Aksay, diğer maden suyu üretici firmaların da ‘‘Tüketiciyi Bilinçlendirme Kampanyaları’’na destek vermelerini istedi.Anatolya’nın yaptığı araştırmaya göre, maden suyunun taşıdığı mineraller ve yararları şöyle: Magnezyum: Hücre içerisinde potasyumdan sonra en yoğun olarak bulunan katyondur. Hücre zarı, hücre içi ve hücre çekirdeğindeki birçok biyolojik olaylarda etkilidir ve kas ile sinirlerdeki elektrik uyarılarının iletilmesini sağlar. Kalp ve damar hastalıkları ile çok ilgisi vardır. Enfarktüs geçiren insanlarda magnezyum düşüklüğü saptanmıştır. Damar sertliğine yol açan damarlardaki yağ ve kalsiyum birikmesi de magnezyum eksikliğinden oluşur. Sodyum: Vücut sıvılarında en fazla bulunan elementtir ve sıvı dağılımı ile dengesinin düzenlenmesini sağlar. Ayrıca asitbaz dengesi ve sinir uyarılarının taşın A ması en önemli görevlerindendir. Kalsiyum: Vücudumuzda en fazla bulunan elementtir. Kemik yapısının yanı sıra kas kasılmalarının düzenlenmesine, sinir uyarılarının taşınmasına, hücre zarlarında iyon değişimine, hormonların, sindirim enzimlerinin ve nörotransmitterlerin salgılanmasına yardımcı olur. Yaşla ilgili kemik kayıplarını ve kırılmalarını önler. Kalsiyum sadece süt ve doğal sularda bulunur. İçerisinde kalori ve kolesterol olmadığı için maden suyu, kalsiyum açısından süte en iyi alternatif olmaktadır. Bikarbonatlar, magnezyum, sitratlar, sodyum, flor ve kalsiyum: Bu elementler maden suyunda bulunan doğal dengeleri ile, ürolojik hastalıkların seyri ve özellikle ameliyat sonrasında çok etkendir. Böbrek taşlarının tekrarlamasını önlemenin en kolay, en pratik ve doğal yolu bu sıvıları bolca tüketmektir. Bikarbonatlı sular alkali yapıları sayesinde mide asiditesini nötralize eder ve bu özelliği nedeni ile peptik ülser hastalığının tedavisinde önemli rol oynarlar. Yine fonksiyonel mide ve bağırsak hastalıklarında semptomları azaltıcı etkileri vardır. Kalsiyum ve magnezyum: Bu elementleri içeren sular bağırsak molaritesini azaltarak stress sonucu gelişen ishal gibi şikayetleri önlemede etkili olurlar. Sülfatlı sular safra salgılarını ve akımlarını arttırır. Kalsiyum zengini doğal mineralli sular, menapoz döneminde kadınlarda ve ileri yaşlarda erkeklerde kemik erimesinin önlenmesi ve tedavisinde yeterli kalsiyum desteği sağlanmasında önemli bir seçenektir. 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle