01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Silifke’nin yoğurdu... Yaşar ÖZTÜRK N e zaman yoğurt adı geçse usumuzda Silifke çağrışımı olur. Bir nedeni ünlü Silifke türküsüdür: "Silifke’nin yoğurdu/ Ah seni kimler doğurdu /Seni doğuran ana / Balınan mı yoğurdu." Yoğurdun türkülere konu olduğu başka yörelerimiz de vardır. Biri de Gaziantep’tir: "Yoğurt koydum dolaba, ellere vay /Bugün başım kalaba, ellere vay/... Kalaylı tas yoğurdu/ Seni kimler doğurdu/ Seni doğuran ana/ Balınan mı yoğurdu/ Ellere hanı canım ellere vay!" Silifke’nin yoğurtla bağı sadece türkülerin sözlerinde kalmaz. Bir bağ da mitolojiktir. Silifke Türk mitolojisinde geçen "süt gibi ak" olan bir denizin, Akdeniz’in kıyısında olmasından başka Göksu deltasında Akdeniz’e komşu adı "süt gibi ak" olan "Akgöl"ü de bağrında taşır... " ‘Ak’ sözü Altay Türkçesinde cennet anlamına gelirdi. Cennette oturanlar tanrılara da "Aktu" yani "aklılar" rengi ve ruhu ap ak olan derlerdi.Bunlar göğün üçüncü katındra otururlardı. Aynı katta "SütAkKöl" vardı. İnsanların bütün hayatı ve ruhu bu göle bağlı idi. Bir çocuk doğacağı zaman Tanrı Ülgen oğluna emir verir o da "Yayuçı" yani, yaratıcılardan birine bu işi havale ederdi. Yaratıcı bu SütAkGöl’den ruh alır ve doğan çocuğa verirdi" Yörüklerin, Türkmenlerin Ortaasya’dan Küçükasya’ya taşıdığı bu ve benzeri mitolojik öykülerin izleri Anadolu’da pek çok yerde görülür. Biri de Munzur’dur. Munzur süt akar süt kokar. Hıdırellez günü bir genç kız otların üzerinde biriken çiğleri toplarken bir ses duyar. Ses ona bu çiğleri ılık süte katarsa sütün kesileceğini ve tadına doyum olmaz bir yoğurt olacağını söyler. Söylenceye göre yoğurt böyle doğar. Yoğurt Türklerin insanlığa bir armağanı. JeanPaul Roux "Türklerin Tarihi, Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl" adlı kitabında şunları söylüyor: "Türklerin insanlık serüvenindeki rolü temel nitelikte olmuştur. Bu nedenle de bu serüveni onlara büyük bir yer ayırmaksızın anlamak hemen hemen olanaksızdır... Türk sözcüğü Fransa’da pek iyi bir üne sahip değildir. Türklere karşı duyulan güvensizlik genelde bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Bu yanlış değerlendirmelerden kim sorumludur? Türkler üzerine çalıştığım uzun yıllar boyunca bana hep "Neden Türkler?" diye sorulmuştur. Türklerle evrensel tarihi kucaklıyoruz. Bir araştırmacıya onu Mısırbilimci, Yunan Dili ve uygarlığı uzmanı ya da İbranice uzmanı olmaya neyin ittiği hiç sorulur mu?... Türkler hakkında sandığımızdan çok şey biliyoruz ama bu bilgileri birbirine bağlayan bağlardan yoksunuz... Türklerin yaşam biçimi ve Türklere ait eşyalar, gündelik yaşamımıza sandığımızdan daha fazla girmiştir. Yeldeğirmenleri, gazete bayileri, lale, halı... Ressamlar Türklerden o kadar çok etkilenmişlerdir ki bugüne kadar ulaşan değerli bir çok parçaya adlarını vermişlerdir... Sandığımızdan daha sık Türk yemekleri yemekteyiz. Bunlar şişkebaptan ibaret değildir. Kahve, Osmanlıların Viyana kuşatmasından sonra Avrupalılar arasında yayılmıştır ki o güne kadar çok bilinen bir içecek değildir. Avrupa’da ve kahvaltılarımızın baştacı croissant’lar aslında Türklerin bayraklarındaki hilalden esinlenerek ortaya çıkmışlardır. Ve yoğurt, Larousse’un tarafından çok uzun bir süre şaşırtıcı biçimde "dağlı Bulgarların ulusal yemeği" olarak adlandırılırken, aslında yüzyıllardır bozkır göçebelerinin baş yiyeceği olmuş ve Fransızca yaourt sözcüğü de yoğunlaştırmak anlamına gelen eski Türkçe bir eylemden (yoğurmaktan) türetilen yoğurt sözcüğünden gelmiştir... Gerçek başkadır. Türkler insanlık tarihinde doğudan batıya, kuzeyden güneye 2000 yıllık tarih demektir. Kaderleri dünyanın tüm eski halklarının kaderleriyle harmanlanmıştır. ve tarihimizdeki pek çok büyük olayda biz bilmesek de onların payı ya da etkisi söz konusudur. Tüm büyük dinlerin bir arada barış içinde yaşaması. Kuşkusuz göçebelik, sanıldığı gibi düzensiz bir biçimde dolaşıp durmak değildir... Türklerde imparatorluk kurma eğilimi vardır. Türkler sözcüğün tam anlamıyla yeryüzünün hükümdarlarıdır. Kurdukları ve hiç bir diğerine benzemeyen imparatorluklar. Bu imparatorluklar birer halk mozaiğiydi... Kırtasiyeci Batı uygarlığına karşı Türkler her şeyi kaydetmiş ve korumuştur. T.C. Başbakanlık arşivlerinde yüz milyondan fazla belge bulunuyor... Günümüzde T.C’nin özelliklerinden biri hem Müslüman hem Avrupalı oluşudur" Yoğurt ile Türk toplumu kendini özdeşletirir de "Ebülgazi Bahadır Han şöyle anlatır: Oğuz’un küçük karısı, KaraHan’ın Oğuz’u öldürme kararını duyunca hemen Oğuz’a bir adam saldı ve durumu Oğuz’a bildirdi. Oğuz da yurda hemen adamlar gönderdi ve şöyle dedi; ‘Babam asker topluyormuş ve üzerime gelip beni öldürecekmiş. Beni sevenler bana gelsinler, onu sevenler ona gitsinler.’ Halkın çoğu KaraHan’ın etrafında toplanmışlardı. Azı ise Oğuz Han’ın yanına geldiler. Oğuz’un etrafında toplananlar arasında amcalarının bir çok oğulları da vardı. Bu çağda böyle bir şeyin olması hiç kimsenin aklına gelmezdi. Oğuz Han kendisini destekleyenlere "Uygur" adını verdi. Uygur sözü Türkçe’de yapışan (Yapışgur) anlamına gelir. Mesela sütle yoğurt arasında fark vardır. Süt, yoğurt olduktan sonra bir birine yapışır ve birleşir, bir katı olur. Bu insanlar da gelmişler ve Oğuz Hanın eteğine yapışmışlardı..." Yoğurdun yazılı tarihte izleri Tarihin Babası Herodot’un Tarih kitabında İskitlerden söz ederken görülür. Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügatit Türk, Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig yapıtlarında yoğurt sözcüğü geçer. Clavijo, İbn Batuta gezileri boyunca baş yemek olan yoğurtan söz eder: "Etleri varsa bunları silip süpürüyorlar geriye hiç bir şey bırakmıyorlar. Yoksa ‘ekşi süt parçalarıyla’ (yoğurtla) suyu kaynatıp (ayranın) içine peksimet parçaları ilave ediyorlar; ‘hergün bu yemekle besleniyorlar’." "Bu insanlar şekerli şeyler yemeyi utanç konusu sayıyorlar" Doğunun bu et ve süt düşkünlüğü göçlerle ilerlerken beslenmede melezleşmeye yol açsa da yoğurdun soframızdaki yeri her zaman baş köşe oldu. "Türklerin 1453’de fethettikleri Konstantinopolis, Bizans mirasçısı, büyük ve eski bir başkenttir, bu eski liman başlangıcından beri Karadeniz’in ve boğazların balıkçılığına adanmıştır. Bolluk içindeki bu yer antik Yunan mutfak kültürünün efsanevi merkezi durumuna gelmiştir. Bu ete ve süte düşkün eski göçebeler olan yeni efendileri hayran bırakacak bir nitelik değildi." Yoğurdun bir de Osmanlı diplomasi tarihinde yeri vardır. Yoğurdun Bulgarlara özgü olduğunu yazan Larousse şu bilgiyi unutur: "Fransa kralı François I. hastalanır. Ülkesinde bu hastalığa çare bulunmayınca Osmanlı sarayından yardım istenir. Yanında keçi ile Fransa’ya giden Osmanlı hekim hasta kralı yoğurt ile iyileştirir. Uzun yıllar yoğurt ilaç olarak kullanılır." O dönemde yaşayan Dernschwam "Yoğurt onların baş yemeğidir. Hepsinin belindeki kuşakta bir kaşık sokulu, meşin bir torba içinde köylere, kırlara yoğurt götürürler ve su katıp içerler. Başka milletten olanlar bunu içseler hasta olurlar. Ama Türklere hiç bir şey olmuyor." 1665’de Jean Thevenot, 1680’de GuillaumeJoseph Grelot Türklerin gündelik yaşamından söz ederken bolca yoğurdu anlatır. Bu kadar derin bağlarımızın olduğu yoğurda Silifke’de, Türkiye’de, dünyada ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Yanıt bekleyen soru budur? 28
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle