26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İbrahim YETKİN Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı üt ve süt ürünlerinin beslenme açısından önemi bugün artık tartışılmıyor. Sağlıklı beslenme bu nedenle tüketicinin piyasada ucuz ve standartlara uygun süt ve süt ürünleri bulabilmesine bağlı. Sütün kaynağı ise hayvan... Ya da inek, koyun, keçi. Hayvanın verimli olabilmesi için iyi beslenmesi ve sağlıklı olması gerekiyor. Bu da yeterli sayıda uygun barınma ve beslenme olanağına sahip besici işletmesi, bunun yanı sıra verimli meralar gerektiriyor. Malumu bu şekilde ilan ettikten sonra, mevcut duruma kısaca bir göz atalım: Ülkemizde hayvancılık sektörü Cumhuriyetimizin kurulmasının ardından bir atılım yaptı. Dünyada ilk suni dölleme deneyleri Sovyetler Birliği ve Türkiye’de yapıldı. Veterinerlik en gözde mesleklerden biri haline geldi. Devlet Üretme Çiftlikleri, ardından EBK, SEK ve Yem Sanayii gibi kurumlar oluşturuldu. S Hayvancılık üşüttü, sütçülük hapşırdı... Özelleştirme sonrasında bu kombinalardan 10’da 9’u kapatıldı. Bu durum üzerine EBK yeniden canlandırılmaya çalışıldı. yeme göre 56 kat daha pahalıdır. *** Bugün ülkemizde girdi maliyetleri, gelişmş ülkelerle kıyaslandığında 34 kat daha yüksektir. Girdi maliyetlerinin en önemli bölümünü (yüzde 70) yem fiyatları oluşturmaktadır. Bu ölçüde yüksek yem fiyatı ödeyerek hayvancılık yapan üreticinin, yurt dışından gelen sübvansiyonlu ya da kaçak etle rekabet etmesi mümkün değildir. Bu duruma bağlı olarak, 19832005 yılları arasında koyun varlığı 40 milyondan 31.5 milyona, sığır varlığı ise 13 milyondan 10.6 milyona düşmüş bulunuyor. *** Üçüncü büyük darbe, 2001 krizi oldu. 1999 yılında uygulamaya konulan IMF patentli "Tarım Reformu" destekleri kaldırınca sektör, banka kredileriyle ayakta kalmaya çalıştı. Kriz sırasında besicilere verilen kredi faizlerinin yüzde 200’lere ulaşması ise hayvancılığa vurulan son darbe oldu. Geçtiğimiz yıllarda et ithalinin yasaklanması ve borçların yeniden yapılandırılması gibi "onarım" amaçlı tedbirler ise, hayvancılık tekrar cazip hale getirilemediği için istenilen sonucu veermedi. *** Ne zamana kadar?.. Ülkemizde bir çok önemli olay için bir milat kabul edilebilecek 1980’lerin "Özallı yılları"na kadar... O yıllarda Türkiye birden "serbest piyasa"nın erdemlerini "keşfetti"! Hayvancılığımız da serbest piyasanın "nimetlerinden" yararlandırıldı. Böyle olunca Avrupa ülkelerinin depolarında birikmiş ne kadar "yıllanmış" et, süt, süt ürünü varsa ülkemize doldu. Bunun sonucunda da küçük işletmeleri bırakın, en büyük hayvancılık ve süt ürünleri sanayileri bile iflasın eşiğine geldi. Ardından hayvancılıktaki gerileme süt üretimini de etkiledi, 1995 yılında 10 milyon 601 bin ton olan toplam süt üretimi, 2002 yılında 8.5 milyon ton civarına düştü, 1995 düzeyini ancak 2005 yılında yakalayabildi. 19902005 yılları arasında sağılan inek sayısı 5 milyon 892 bin 550 tondan 3 milyon 998 bin tona düştü. *** Bütün bunlar olurken, son onbeş yılda dünyada süt ve süt ürünleri talebi yüzde 50 oranında arttı. Ülkemizde ise kişi başına süt tüketimi son üç yıldır aynı düzeyde (içme sütü kişi başına 21 kg, peynir kişi başına 93 kg.) Dünyanın en büyük süt üreticileri olan AB25 (130 milyon ton) ABD (83 milyon ton) artık üretim açısından üst sınıra dayandıkları için 2016 yılına kadar üretimde bir artış planlamıyorlar. Buna karşılık, Türkiye, 2016 yılına kadar üretimi iki katına çıkarmayı planlıyor (11 milyon tondan 23 milyon tona). *** Objektif olarak baktığımızda, geçmişte hayvan sayılarında görülen büyük azalmaya karşın süt üretiminde bu ölçüde bir düşüş olmadı. Hatta verim önemli ölçüde arttı. (İnek açısından 1.351’den 2.508’e). Bu durum, gerçekçi bir planlama ve destekleme politikasıyla planlanan hedeflere ulaşılabileceğini gösteriyor. Bunun için gerekenler: ? En büyük sorun olan kaliteli ve ucuz yem temini; ? Hayvancılığa verilen teşviklerin genişletilmesi ve zamanında ödenmesi; ? Piyasada üreticiyi korumaya yönelik bir sistem; ? Verimliliği ve kaliteyi artırmaya yönelik önlemlerdir. *** Hayvancılığın gerilemesinde rol oynayan bir diğer önemli etken de meraların hızla yok edilmesiydi. 1940 yılında 44 milyon hektar olan çayır mera alanları 2000’li yıllarda 12 milyon hektara kadar düştü. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki terör olayları nedeniyle yaylalardan yeterince istifade edilemedi. Bu nedenlerle, ülkemizde hayvan yetiştiricileri ağırlıklı olarak ithal maddelere dayalı konsantre yeme ağırlık vermek zorunda kaldılar. Bu yem, kaliteli kaba yem olarak adlandırılan çayır ve mera bitkilerinden elde edilen *** İkinci büyük darbe, EBK, SEK ve Yem Sanayi gibi tarımsal kuruluşların özelleştirilmesiyle geldi. 1952 yılında kurulan EBK, özelleştirildiği 1995 yılına gelindiğinde 29 kombinaya sahipti. Bu kombinalar gerek üreticinin yetiştirdiği hayvanların değerlendirilmesinde, gerekse hayvan hastalıklarının denetlenmesinde önemli bir işlev gördüler. 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle