01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Teleme düşleri Çetin YİĞENOĞLU "O luş" saplantısıyla birçok "an"ı ıskalayan kimi algı yoksunu için sıradan bir dağdır orası... İdealize edilmemiş pastoral görüngüleri algılayabilen kimileri için de, çok çok, arasında arslan yatan çatal matal bir dağ... Ne var ki, o bakana göre biçim değiştiren bir merkezdir; bir evrenin merkezi... Ekinoks fırtınalarından habersizlerle günübirlik yaşayanların dışında, bilincin dördüncü boyutuna geçebilenler içinse gizemli bir evrene açılan Torosların kuzeydoğu kapısına dikilmiş bir piramittir... O evrene özgü yaşanmışlıkları, sanal dünya sınırsızlığına öykünerek gizleyen bir piramit, daha doğrusu o evrenin ta kendisi... Her piramit gibi gizemini hiç kimsenin çözemediği bir evren... Eskinin epritemediği, sünmüş bir zaman aralığındaki yoğ bir an geçişinde kalmış bir evren... İnsan, bilinçaltında kalmış psişik enerjisinden aldığı güçle ruhuna periskop uzattığı anlarda, sisler altında kalmış bir gölden yavaşça yükseldiğini görüyor evrenin... Sonra, yavaşça, dünyanın nesne kimliğine aldırmadan, şeyleştirilmiş dürtülere inat, sevincin serçe kahkahalarında yittiği o evrene gidiveriyor nedense... Görmeyen, görmesini bilmeyenlere görünmeyen ya da ayrıksı, tuhaf görünen, ancak tutkunlarının gözünde zaman yangınlarından kurtulmuş o bildik evrende pastel renklere teslim oluyor hemen... Herkese görünmez olmadığı çağlarda, önce serçelerle kargaların, keçilerle koyunların aynı dili konuştuğunu görüyor şaşkınlıkla... Birdenbire oluşan anlık bir bilinç sıçramasıyla anlıyor ki şimdi olduğu gibi belirsizlikler yüceltilmiyor o evrende; dünde kalan ayak izlerinde geçmiş de aranmıyor... Çünkü, transgenik bir toplumun çok uzağına düşer orası... Orda, bol bol, geniş zamanlara özgü insan sıcaklığı bulunur... Buna karşın, pek çok şey bulunmaz... Gerçeğin düşkırıklığına uğrayanlarca yapay vitamin karıştırılmış yoğurt da bulunmaz, peynir de... Dar zamanlara özgü davranışlara da rastlanmaz... Dileyen, mülkiyetten de değerli bir özgürlük bilinciyle yaşam olanağı bulur sadece... Aşağı yelinin taşıdığı camız kokusu, kağnı gıcırtısını bastırdığında, sürücünün elindeki meses çoktan havaya kalkmış olur...Karakaçanın sırtındaki adamın zakıtı ise hep sağrıda gezinirken görünür... Bozkırın henüz teslim alınmadığı o evrende analarımız, bacılarımız, kadınlarımız ise eskiden hep bir şeyler yoğururlardı... "Çobanın canı isterse tekeden teleme çalarmış," sözü dillerine persenk, hep olanaksızı denerlerdi... Onlar için gizem, yoğurmanın "yoğ"undaydı biraz da... Yoktan varetmenin simgesi, sembolü, imgesi gibi bir şeydi yoğ onlar için... Belki de bu nedenle hep bir şeyler yoğururlardı; hamur, çamaşır yoğururlardı... Onların ellerinde her şey yoğrula yoğrula bulurdu kıvamını... Ürettikleri her şey, çoğu kişiye sıradan görünse de, üstün bir yaratıcı zekânın ürünüydü... Süzme yoğurt yapmanın mantığı, pastırmanın, sucuğunkinden farklı değildi; birçok coğrafyanın bilgi birikiminden damıtıla damıtıla yoğlaşmış binlerce yıllık kültürün kalıtıydı... Her şeyin yoğu, yoğunu iyiydi o evrende... Yoğurt yoğlaşsın diye konulurdu, pınarın yalağına yoğurt bakracı... Süzme yoğurt torbası da dut dalına asılırdı, yoğurdu ayaz yoğursun, yoğlaştırsın diye... Süzme yoğurt yoğlaşırken tıp tıp damlayan acı suyu bir kaba damıtılır, sonra özenle saklanırdı, birini akrep sokarsa gereksinilir kaygısıyla... Yoğurtun acı suyu mide sayrılıklarına da iyi gelirdi... İncir yaprağı sütü, zehirlerin en zehirlisi olarak bilinirdi, ama aynı zamanda akrep sokmalarında en etkili, en kolay bulunan panzehirdi... Herkes birer simyacıydı o yitik evrende... Kadınlar, sütü peynire, yoğurda, yoğurdu ayrana, tereyağına, kabak tatlısına dönüştürürdü... Çocuklar onlar kadar sabırlı değillerdi, ama... Tatlının kıvamını bulmasını, yoğurtun yoğlaşmasını bekleyemezlerdi... Yoğurt kıvamında, doğal bir tatlı diye tanımlanabilecek ağız denilen sütü sağıp yemek için lohusa inek, keçi, koyun ararlardı ivecen... Bulurlarsa ne âlâ... Lohusa hayvanın memesini örselemeden sağmasını bilirdi hepsi de... Çoğu kez lohusa inek, keçi, koyun bulunmazdı... Bulunmasın, ne gam? Onlar bir çaresini bulurlardı nasılsa... Ne de olsa her biri birer küçük simyacıydı... İncir yaprağı sütünün akrep sokmalarında panzehir olması denli, hayvan sütüne damlatıldığında zehirliğinden eser kalmayacağını, sütü keseceğini, böylece bir tür ağız ya da tatlı yoğurt elde edileceğini çok iyi bilirlerdi... Teleme, derlerdi, yoğurt ya da ağız kıvamındaki bu tatlı süt ürününe... Dağların yükseklerinde çoğu kez incir ağacı bulunmazdı... Olsun, yine de farketmezdi; doğada, doğanın dilini bilene olanaksız, diye bir şey yoktu... Yörede kızılcık diye bilinen, kızılcık kirazına benzer zehirli bir meyvenin suyunu damlatırlardı süte bu kez, teleme çalmak için... Ellerinde çingiller, ceplerinde analarından aşırdıkları tülbentle doğanın güneşi sırtından atmaya hazırlandığı anlarda yaylımdan dönen sürülerin yolunu keserlerdi... Karanlıklara karşı koymaya çalışan akşam güneşinin bulutlarla boğuştuğu anlarda, baskı altında tutulduğunu düşündükleri özgürlük duygusunu birazcık tatmış olarak yorgun argın gelirlerdi evlerine... Her şeye karşın, çevresini çitsiz sandıkları için sınırlarını zorladıkları o dünyanın bir gün hepten cezaevine dönüşeceğini düşünmeden, düşünemeden, ayın sırtını bulutlara yaslamaya hazırlandığı anlarda uykuya dalarlardı o düşsel evrende... Bir başka anımsamayı bekleyen gizemli piramit ise o sisli göle batar gibi tekrar bilinçaltına gömülürdü, yavaş yavaş... Az sonra, o düşsel evren o göldeki sis perdesinin ardında hepten yiterdi... İncirde kuraklık önlemleri AYDIN (A.A) Aydın'ın İncirliova ilçesine bağlı Erbeyli beldesinde bulunan İncir Araştırma Enstitüsü'nde tarım müdürlüğü personeline incirde kuraklık tedbirleri konulu seminer verildi. Seminere konuşmacı olarak katılan, İzmir Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uygun Aksoy, geçen yıl bölgede çok yoğun bir kuraklık yaşandığını anımsatarak, üreticilerin bu konuda mağdur duruma düştüğünü ifade etti. Bu yıl kış döneminde yağışların ilk etapta yeterli gibi görüldüğünü, ancak gelinen noktada yağışların yine yetersiz kaldığını ifade eden Aksoy, şöyle konuştu: ''İncir özellikle dağlık alanda ve sulanmadan yetiştirildiği için kuraklıktan en çok etkilenen bir ürün. Kuraklığa karşı bazı önlemlerle hem ağacın yeterli gelişmesini sağlamak hem`de geçen yıl kuraklıktan büyük oranda olumsuz etkilenen, verim ve kalite açısından bölgelerde Ziraat Mühendisleri aracılığıyla üreticilere bilginin aktarılması için eğitim çalışması başlattık. Burada kuraklık küresel ısınma ve iklim değişiklerinde açısından başlayarak incir bahçelerinde alınabilecek önlemlere kadar farklı aşamalarda konuyu yüzdeledik.'' Geçen yılın kuraklıktaki etkiyi azaltmak için uygun bir budama önerdiklerini ifade eden Aksoy, bu budama ile ağacın gelişmesini kontrol altına almak, sürgün gelişimini daha kuvvetli teşvik etmek, ileklemeyi sayıca azaltarak meyve sayısını azaltmak, bununla birlikte meyve kalitesini artırmayı planladıklarını bildirdi. Aksoy, ''Bundan sonra yağmur olursa yılı çok daha iyi geçirmek mümkün. Eğer yağış yağmazsa verim ve kalitede düşer. Yaprak dökümü daha fazla görülür. Onun için her konuda tedbirler almamız lazım. İyi budama, iyi ilekleme ve diğer tedbirleri almamız şart'' diye konuştu. 10
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle