19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
K itaplar Adası M.IADIKAİLANKARA I lhan Selçuk, o çok sevdiği söyleyişle "tarih baba'nm koluna girdi. bize, bütün zamanlar boyunca ayna tu- tacak denemele- rini bırakarak sonsuzluk gerge- finde yerini al- mak üzere sessiz sedasız îik adımı- nı attı. O, aydın- lanmamızın en güzel, kavi duruş- lubirfotoğrafı olarak yerleşecek artıktoplumsal belleğimize. Ne var ki "Aydınlan- ma" denilen çağ, peynir dilimi gibi cırt kesilip de ser- vis yapılırcasına hazır gelmiyçr öyle insanın önü- ne... Türkiye'de Atatürk'le başla- yan Anadolu Ay- dınlanması da, ta en başından bu yana Aydınlan- macıların özverili öncülükleri, di- rençleriyle, âdeta birer mitoloji kahramanı halin- de sergiledikleri tanrısal karariılık- larıyla, sözün kı- sası binbir sıkıntı- nın aşılmasıyla, ama yine de mi- lim sapmadan yo- luna devam edi- yor... Anadolu Ay- dınlanmacılarının bu uğurda çektiği sıkıntılar unutula- bilir mi hiç? Siya- sal iktidarların, darbelerin, şeriat- çı kalkışmaların, kıyımların, işken- celerin, sansürie- rin, baskıların, bunun ötesinde sivil ya da asker ambalajlı sözüm ona bağımsız mahkemelerin iik hedefinin Aydın- lanmacılar oldu- ğunu bilmeyen kaldı mı? Sivas bir anlartoplamı...Ilhan Selçuk'u içimizdeki çökeltiyle binlerce yıllık bir ağuyla uğurluyoruz bu nedenle... Çün- kü son bir iki yılda reva görülenler, incinen yüre- ğini dağlarken onun, toplum olarak önüne ge- çemedik bu hain bombardtmanın... Onca şairi, yazan Sivas'ta alevlerin ortasından çekip ala- madığımız gibi... Şimdi birer anlar toplamt olarak yeniden yeni- den gözlerimiz önünden geçerken görüntüler, birer karabasan gibi sürekli irkiltiyor, sırtımızı ür- pertip gün ortasında yerimizden sıçratıyor bizi... Hızlı kurguyla gelin şimdi o anlar toplamına kuşbakışı göz atalım birlikte... HIZLI KARELER EŞLİGİNDE BİRÖMÜRTÖRPUSÜ... Hız, kapitalizmin bir ideolojisi bağlamında tüm yaşamımıza yayılmış durumda... Uluslar- arası sermaye, pamuk helva yaparcasına hepi- mizi aynı çubuğa dizerken "ham yapmak" için, emeğin buna seyirci kaldığı bir dünya düzenin- de yaşıyoruz... Süre olarak bir saniyenin de altına inen kare- ler eşliğinde hızlı akışlı görüntüler bir tayftan dö- külürcesine üzerimize iniyor sanki: Ilhan Selçuk, sabaha doğru evinden alınıyor, bir sandalye üzerinde saatlerce sorgulanıyor, kendisine tele- fonlar soruluyor, yıllar önce yaşadığı işkence böylece yeniden canlanıyor... Bellekte canlanan eski işkenceler mi yalnız? Bu da işkence değil mi? Sonra birden bir alev sanyor her yanı; görün- tüler bu kez de Sivas'la akmaya koyuluyor... Bir çığırtkan kalabalık, ateşe verilmiş, alevlerin or- tasında kalmış oteli, otelde kalanlan seyredi- yor... Aynı hızla içeri giriyoruz... Üç şair oturuyor merdivenin basamaklannda, görüntü, üçünün de bu saldınyı durdurmak için kendilerince bir şeyler yapmaya çalıştıklarını yansıtıyor, ama ya- pıp yapabileceklerinin sınırlılığı içinde çaresizlik- lerini de ele veriyor aynı zamanda. Hızla dönüyor dünya, hızla dönüp sanlıyor yaşanan kıyımlar, saldınlar, terör, cinayetler, iş- kenceler görüntü kareleri eşliğinde... Ilhan Selçuk'un kitapları, özellikle onun dene- me yazınımız içindeki yeri, önemi üzerinde du- racağım ileride. Bunu, genelde denemeyi cum- huriyetle, Anadolu Aydınlanmasıyla ilişkilendire- rek 29 Ekim'e rastlayan haftalarda tasartıyo- rum... 2 Temmuz 1993'ün yıldönümünde bir kez da- ha Sivas'a dönmek istiyorum bu yazıda. Bunun için Hacı Bektaş Veli toprağıyla hemhal olan Il- han Selçuk'u yitirdiğimiz şu günlerde Alevi ör- gütlenmesinin de önde gelen adlanndan Ali Balkız'ın öykülerine getireceğim sözü... O, bir öykü kitabına verdiği adla "Yaşam bir anlar top- lamıdır" diyordu. Evet, Sivas da öyle... ÖYKÜNÜN ÇEYREK YÜZYILLIK ADI: ALİ BALKIZ... Ali Balkız, kuşatılıp boğdurulan Sivas etkinli- ğinin düzenleyicilerindendi anımsadığım kada- rıyla, üstelik Sivas'taki yangından süzülen bir yazardı aynı zamanda... 1980 sonrası öykücülüğümüzde sergilediği süreğen verimlilik, öykü türünde gösterdiği di- rengenlik, yirmi beş yıla varan süre boyunca öy- kü kitaplan verimlemekte ayak direyen kararlılık onu belirgin bir yere taşıyor elbette. Bütün bun- lar göz önüne alınırsa, üzerinde durulması gere- ken bir öykücü olduğu sezilebilir onun... Ali Balkız'ın bugüne dek verimlediği öykü ki- taplannın adlannı anayım ilkin: Güller Kitaplara (Cem, 1988), Dolmuşta Bir Kadın (Cem, 1990), Karadeniz Dağ Kartalı (Cem, 1991), Kann Attı Kardelen (Cem, 1993), Yaşam Bir An'lar Top- lamıdır (Cem, 1995), Bütün Ülke Yeşil Vadi (öteki, 1997), Dil Bağı (Cem, 1999), Yüzüstü Düşler (Evrensel, 2007), Giz Üstü Mektup (Ev- rensel, 2007). Son çeyrek yüzyıla sığdırılmış, yani ortalama üç yılda bir verimlenmiş dokuz öykü kitabı, bunlara dağılmış yüzü aşkın öykü... Böylesi yüksek öykü verimine, türde göster- diği direngenliğe karşın, öykü yazınımız içinde hak ettiği yerde durduğu söylenebilir mi peki Balkız'ın? Buna evet diyebilmek güç görünüyor doğrusu... Bu çerçevede, onun öykücülüğüne yönelik yapısal değeriendirmeye girişmeden önce, ilk ağızda bu öyküleri kabaca tanıtmayı, okurla bunlar arasında farklı açılardan bağlar kurmayı düşünüyorum birkaç satırla... Bir kez Balkız'ın tüm öykülerinin türdeş yapı- da olduğu, kendi arasında evrelere bölünme- den birbirinin ardılı öykülemeye yaslandığı öne sürülebilir sanıyorum. Böyle olunca, öykülerdeki evrenlerin geçirgenlik taşıdığını, buna göre be- lirli bir anlamlandırma temeline yaslanmakla bir- likte bunlann anlatıma dayalı öykülemeci tutum- la verimlendiğini söylemek olası. Öyleyse doğal akışlı öyküler olduğu açık bunlann. Olay-konu temelinde öykü evrenlerinin genel- de dört farklı düzlemde kendini koyduğu görü- lüyor: 1 .Doğa-insan çatışması, 2.Toplum-birey çatışması, 3.Sınıfsal konum, ilişkileniş göz ardı edilmeden insanın öteki insanlarla çatışması, 4.Bireyin, daha çok bir olumlama bağlamında kendi iç çatışması. Farklı yapıda öyküler yok değil elbette. Nite- kim örtük de dursalar düşlemlere dayalı öyküler bu yönde örneklenebilir. Kimi öykülerde ise eni- konu çizgisellik yansıttığı söylenebilir yazarın. Sözgelimi bir ölçüde röportaj havası yayan ör- nekler bu bağlamda alınabilir bana göre. Bunlarda doğanın, çocuklann özellikle koru- ma altına ahnmtşçasına bir hava yaydığı görüle- biliyor. İnsanın doğayla ilişkisinde onu değiştir- mesi, bozması, sevmesi, ondan korkması, onu kollayıp koruması, onu tüketmesi hep diyalektik bütünlük içinde alınıyor öykülerde. Bu açıdan bakıldığında kırsal gerçekliklerin de bu yönde temellendirildiği söylenebilir Balkız'da. GÖRÜNENİ. CÖRÜNMEYENİYLE BALKIZ ÖYKÜCÜLÜĞÜ... Yapıca tanımaya çalıştığımız bu öykülerden kalkarak Ali Balkız'ın öykücülüğünü biraz daha deşmeye çalışalım... Orhan Kemal öykücülüğünde önemli bir yer tutan küçük insanlar, temel özellikleriyle, Ali Balkız'ın öykülerinde de yer alıyor. Yazarın Or- han Kemal gibi tıpkı sevecen, duyariı, alçakgö- nüllü, halden anlayan, hoşgörülü, ağzı sıkı biri olduğu söylenebilir kahramanlarıyla ilişkisinde. Küçük insanlara, onlann dünyalanna yaklaşır- ken öykülerde, olayı aktarıyor Balkız ama bu- nun yaşamdan yakalanmış kesitiyle yetiniyor. Ne ki kişiler hep aynı ele alışla, bakışla yansı- tılıyor göründüğü kadarıyla. Yani yazara bağlı öykü kişileri bunlar... Bu insanlann duygu, dü- şünce derinliklerine inildiğini söylemek zor. Çünkü yaşadıklan ruhsal çalkantı, bunalım, ka- C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1063 rarsızlık vb. yanlar üzerinde pek durulmuyor. Böyle olunca Ali Balkız verimleri, teksesli öykü- ler olarak görünüyor daha çok. Incecik zaria ör- tülü denebilir bu gövdeler; bakar bakmaz ne olup biteceğini seziyorsunuz hemen. O zaman öykülerdeki küçük insanlar da bir ölçüde çizgi- selleşiyor kaçınılmaz olarak. öyküler bir açıdan bu insanlann, doğa ya da toplum karşısında sergilediği yumuşak dokulu kahramanlıklan anlatan örnekler olarak da alı- nabilir. Bu kalıba aykın tek ömek doğa-insan çelişkisinin temele alındığı kimi öykülerle çıkıyor karşımıza. Bireylerin kahramanlığa soyunduğu noktaya dek yaşadıklan dramlaria çatışmalardan okurun pek bilgisi olmuyor. Balkız, küçük insanın kah- ramanlık öncesi dönemini bir yana bırakıyor. Ki- şiler, kahramanlık yansıtırken var ancak. Yaşa- mın içinde görünmeleri birer yiğitlik yalnızca. Bu yaklaşım, bir açıdan yazan zorunlu olarak iyim- ser yapıyor da denebilir. Balkız, sanki bin yıldır öyküler söyleyen biri; süslemeden, yapyalın anlatıveriyor diyecekleri- ni. Bunda Alevi kültüründen geliyor olmanın ro- lü bulunabilir, kimbilir. Yüzyıllardır akıp gelen bir _^ sözlü anlatı geleneği yok mu bu kültürde? Ne var ki Balkız, hep halk diline yaslanarak örüntü- lüyor öykülerini. Bu nedenle çağnşımlarla geli- şen, duygu ağıriıklı dil anlayışı egemen bu öy- külerde. öne çıkan, simgelerie örülü anlatım da bunu destekliyor bir bakıma. Ancak bu dilin düşünsel değil, duygusal örüntülere dayandığı, olgusal içkinlik taştdığı ortada. , Okur, öykünün sayfaları arasında gezinirken 1 elbette düz anlatımdan kalkarak dış anlamı izle- yebiliyor yine de. Ama okurun algıladığı bu düz anlamın ötesinde bir gizli anlam öbeği de, tıpkı anlamlandırmacı öyküde görüldüğü üzere bi- zimle geliyor öykü boyunca. Bu yolla kimileyin okurunu burkulma, hüzün, hatta ağıt vb. anlam yumaklannın önüne çıkar- dığı oluyor yazann... Kimileyin de -gülmeceye varan boyuta ulaş- -* sa bile- öyküde alaysama olarak çıkıyor karşı- mıza bu. Kaldı ki Orhan Kemal gibi "şakacı" bir yazar zaten o. Nitekim çocuklaria ilişkilendiği bölümcelerde nahif bir neşeyi, içtenliği yansıttı- ğı gözleniyor yazann. Hele doğa da giriyorsa işin içine, değmeyin keyfine, doğayla sevişirce- sine bir dile sanlıyor âdeta, alabildiğine kıpırdak anlatımla, delimsirek coşkuyla... Üstelik kentli ya da köylü diye ayırmıyor çocuklan... Biraz da kadınlanndan söz edelim mi yaza- rın?... Nedense geleneksel ödev, yükümlülükler sırtlanmış görünüyor kadınlar. Yemek yapıp ço- cuklarıyla ilgilenen, ev işlerinin hayhuyunda yitip giden, dırdırcı insanlar bunlar. Dişilik albenisi dağılmış varlıklar erkeğin bakışıyla. Bu gelenek- sel çizginin dışında kadınlar da var kuşkusuz, ne ki kadınların hep bu doğrultuda alınması eği- limi dikkati çekmiyor değil yazarın. Bütün yaşananlar bir anlar toplamı olabilir, ol- gusal evrenle içlidışlı halde bizlere böyle görü- * nebilir bu, ama "Aydınlanma" bir çağlar, za- manlar toplamı yine de... An, anlar gelir geçer belki, kapitalizm de ken- di hız ideolojisinin içinde bunun merkezkaç iti- siyle savrulup gider kuşkusuz ama tarihin za- man dönenceleri inadına kalıcıdır! Ateş, tekerlek bulunduktan sonra böyle bir aşamaya varılma- mış gibi yapılabilir mi? Aydınlanma da böyle... Sivas'ın şairieri, yazatian, sanatçılan, büyük deneme yazan Ilhan Selçuk bir bakıma bu kalıcı zamanın tanıklan işte! Nitekim Balkız, Kann Attı Kardelen'i "Sivas'ta kaybettiğimiz 35 canın anısına" sunarken, bunu vurguluyor bir bakıma. Cılız bir iki destek dışında rağbet görmediğini düşünsem de, on beş yıldır sürdürdüğüm söy- lemle sonlandıracağım yazıyı: 2 Temmuz Dünya ^ Aydınlanma Gününüz kutlu olsun efendim! • SAYFA 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle