23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Tarihsel bfr kişilik Kayınpederim Oğuz Tansel öldükten sonra yakıl- mayı dilediğini söylerdi Oğuz Tansel, "Kesinkes Değiştirilemez" başlığıy- la bir de sijri vardı bu konuda. Küllerinin ida Dağından savrulmasını istemişti: "Beni doru- ğundan Idanın, körfeze Yeller Ecesi eksin, balık. kuş. çiçek olurum." oy- sa, biz onu çok sevdigi ida Dağı'nda bir ağacın altına olsun gömeme- dik. Aile büyükleri. An- kara'da gömülmesine karar verdi. Ankara'da, üstelik granit bir meza- rın altında yatıyor be- deni şimdi. O Mlna TANSEL o:ğuz Tansel'in gelini ol- i duğum zaman 20 yaşın- ' daydım. Güçlü, etkili kişiliklerin yakınında ol- mak kolay dcğil. Gücü ve etkisi, baskı gibi algdanabilir. Oğuz Tan- sel'in yakını olmak da ödüllendiri- ci olduğu gibi zor da olabilirdi. Ben onıın sanatçılığının sıra dışı kişiliğinden kaynaklandığını biliyor, onun başkalanndan farklı olmasını do- ğal karşılıyordum. Sanırım, bu nedenle de dostu olabildim, hatta fikir ayrüığına düştüğümde onunla tartışabildim. Oy- sa, pek çok kişi ondan çekinirdi. Onun- sa yakınlarında, dostlarında en çok ara- dığı, içtenlikti. Dostlarını zaman zaman sınardı, sınavı geçemeyenleri "silkeler- di." Mutlak, koşulsuz dostluk peşindey- di. Kendisi dosdanna koşulsuz verirdi. Karşılığında çekince sezdi mi, sakınma- dan "budardı." Buna dayanan dost sayı- sının fazla olmamasına şaşmamak gerek. (Ölümsüz dostlarının başında gelen . Metin Eloğlu, beni babaından istemeye geldiğinde de Oğuz Tansel'in yanınday- dı.) Söylenen sözlerin içtenliğini tartardı. Boş söze pabuç bırakmazdı. Daha be- nimle tanışmadan, bir akşam dayım Minnetullah Haydaroğlu'nun evinde annem ve babamla karşılaşmış. Bizimki- ler ayrılırken, "Sizi de istediğiniz yere bıraİcalım" demiş. "Istediğim yere mi?" diye sormuş Oğuz Tansel. "Evet, nereye isterseniz..." "Öyleyse, benim evim Konya'da. Altınızda atınız (*) olduğuna göre, buraya üç saat uzakhkta. Gider dönersiniz." SANATIN EVRENSELLİĞİNİ SAVUNAN ADAM Konuk gittiği evlere dikkat çekici ar- SAYFA ZO mağanlar götürürdü. Konya'daki evinin bahçesinde yetiştirdiği nadide güllerden derilmis, kocaman demetleri, Anka- ra'daki değerli dostlarına sunardı. Siyah gülleri ilk kez biz nişanlıyken babamın evine getirdiği demette görüyordum. Oğuz Tansel'in armağanları arasında re- simler de önemli yer tutardı. Bir akşam- üstü dostu Balaban'ın scrgisinden iki tablo sardınp bize gelmişti. Paketlerden birinin içinden çıkardığı, çarığmdaki ta- şı çıkaran kız tablosunun arkasını kızı- mız Sepren'e imzalamıştı. Bize göster- mcdiği öteki tabloyu da Ahmet Say'ın çok yetenekli oğluna armağan olarak al- dığını söylcmiş, "Büyük bir piyanist ola- cak" demişti. Bir başka gün Sepren'e imzaladığı tablolardan biri de, Nuri îyem'in dizle- rinin üzerine zarifçe oturmuş bir köylü kızını profilden gösteren tablosuydu. Tabloları ithaf yazıları adeta birer şiirdi. Ne yazık ki, her iki tablo da bizim yurt- dışında bulunduğumuz yıllarda başkala- nnın eline geçmiş; yeni sahiplerinin id- diasına görc Oğuz Tansel tarafından kendilerine armağan edilmiş. Bir gece, geç sayılabilecek bir saatte bizim evde yemekteyken birden yedik- leri boğazından geçmedi. Dostu Fikret Otyam, Cumhuriyet Ankara bürosunda nöbetçiymiş. Eşim Ülkün'le gecenin o saatinde ona kalkan tava gönderdi. Ba- zen yanında bir dostuyla çıkagelirdi. Hasan Hüseyin'le birlikte bir akşam ye- meği sırasında yaptıkları konuşmayı hiç bölmeden -bugün bir televizyon progra- mında konuşan iki edebiyatçıyı dinler gibi- zevkle dinlediğimizi hatırlıyorum. Bir keresinde de yanında iri yarı, enine boyuna bir adamla gelmişti. "Bu, ko- münist!" diye tanıttı adamı bize. Sofra- ya oturduk. Meğer adamla o akşam ta- nışmış. Adam pek az konuşuyor, adeta konuşulanları anlamıyor, hiç gülmüyor- du. Biz adamdan kuşkulandık. Oğuz Tansel de bir süre sonra kuşkulandı ki adamı sınava çekmeye başladı: "Sen Pu- litzer'i okudun mu?" "Polisleri mi?" karşüığım alınca artık onu öyle bir sıkış- tırmaya başladı ki adam çok geçmeden sıvışmak zorunda kaldı. O adamla ilgili olarak belki yanılmıştı, belki de onunla oynamıştı, bilemiyorum ama biliyorum ki, geneÜikle insanlan görür görnıez nasıl biri olduğunu anlar- dı. Önüne gelen taksiye binmez, şofö- rün yüzüne bakar, beğendiği bir şoför çıkana kadar beklerdi. Alevileri severdi; temizliklerine, çalışkanlıklarına, dürüst- lüklerine inanırdı. Onlan görür görmez ayırt edebildiğini söylerdi. Alevi kültü- rünü öylesine iyi bilirdi ki Alevîler bile onu Alevi dedesi sanırlardı. Sanat, edebiyat, şiir üzerine konuşma- larında yerel olmadan evrensel oluna- mayacağım vurgulardı. Şiirin ortak kal- dırmadığını, bir ozanın tek işinin şiir yazmak olması gercktiğini savunurdu. Şiirde ve tüm sanatlarda ayıklanmışlığın önemine işaret ederdi: Şiirde tek bir ge- reksiz sözcük olma- mahydı. Son yıllar- da sağlığı bozuk ol- duğu için yayınlan- mamış şiirlerini ye- terince gözden geçi- rememekten yakını- yordu. Taşrada ya- şamanın edebiyat dünyasının uzağın- da kalmaya yol açtı- ğını, ozanı gözlerden ırak kıldığinı söy- lediğini duymuştum birkaç kez. Bir kez de Istanbul'da bir edebiyatçılar sofra- sında Tomris Uyar'ın yanına gelip kula- ğına: "Keyifsiz duruyorsun Oğuz Tan- sel. Sana bir türkü söyleyivereyim mi?" dediğini gülen bir yüzle aktarmıştı. ÖĞRETMEN VE YOL CÖSTERİCİ Konya'da öğretmenlik yıllarında "ko- münist" denmişti onun için. Bu "suçla- ma"dan etkilenmesin diye çocuklannı namının gitmediği yerlerde yatılı okut- muştu. Onu "suçlayanlar", cadıkazan- larının kaynayıp soİcuların hapse atd- dıklan dönemde, onun aleyhinde bir delil öne süremiyordu. Vatanını seviyor, haksızlıklara karşı çıkıyor, güçsüzlerin yanında duruyordu. tşinde hiç kusur et- j miyordu. Daha sonra, bu konular açıl- | dığında, hapse girmiş olmakla ö\öinme- j yi eleştirir, asıl marifetin hapse girme- 1 mek olduğunu söylerdi. 1 İnsanlan şaşırtmayı severdi Oğuz j Tansel. Torunu Sepren'le birlikte Hay- ', vanat Bahçesi'nden bir köpek almıştı. îda admı verdiği köpeği Ören'deki evi- ne götürdü. Trende köpeği karşısına oturtmuş, ona eliylc yemek vermişti. Yemekleri kaparken lda'nın dilinin hiç eline değmediğini hayranlıkla anlatıyor- du. Hep öğrermendi, yol göstericiydi, ile- ri görüşlüydü ama biz onu her zaman böyle değerlendiremeyecek kadar genç- tik. Örneğin, evlilık hazırhklarımız sıra- sında, dostu Orhan Peker'in de arkada- şı olan Azmi Koz'un küçük mobilya mağazasından üginç, tasanmını beğen- diğimiz pahaiı bir sehpa takımı almıştık. Sehpa takımına ödediğimiz fiyatı öğre- nen Oğuz Tansel, "Genç insanlarsınız. O kadar para vereceğinize sehpa yerine tabure kullanabüirdiniz" demişti. "Içiş- lerimize müdahale" gibi görmüştük bu değerlendirmeyi. Oysa, bu konuşmadan hiç haberi olmayan torunu Sepren, yıl- lar sonra, dekorasyon dergilerinde tanı- tılacak evini döşerken tabureleri sehpa gibi kullanacaktı. "Yabancı dil bilmek gibi önemli bir pusannız (**) var" derdi Oğuz Tansel, "Birkaç yabancı dergi girmeli evinize." Dünyaya kapalı yaşamaya karşıydı; siya- setten sanata, dünyada olup biteni bil- menin öneminin farkmdaydı. Bizse onun önerilerini duymaya başladıktan 20 yıl sonra bir yabancı dergiye abone olaçaktık. Ören'deki evini yaz kış yaşanabilir ha- le getirmek için ne kadar uğraşmış, zor- lanmış, başarmıştı. Bir ara o yörede bul- duğu bir köy evini uzun uzun övüp sa- tın almamız için iknaya çalıştı. Zaten paramız yoktu ya, olsa da dağ başında bir köy evine mi verecektik? Oysa, ara- dan bunca zaman geçtikten sonra, sıcak deniz kıyıları artık gözümüzde çekicüi- ğini yitirdi. "Dağda, yeşillikler içinde bir evimiz olsaydı, yazlan torunumuzu alıp orda otursaydık" diye içimizden ge- çirirken Oğuz Tansel'in 25-30 yıl önce- ki ısrarmı anımsayıverdik birden. Derlediği masalları süzgecinden geçi- rip kendi zengin Türkçesiyle aktaran Oğuz Tansel'in kimseden dinlemeyip kendi yazdığı masallardan biri, Konu- şan Balıkla Yalnız Kız'dı. Bu masal, bi- ricik torunu Sepren'le dünyalı tüm ço- cuklara adadığı, 1977 Türk Dil Kurumu Çocuk Yazını Odülü'ne değer bulunan Allı ile Fırftrı adlı kitapta yer aldı. Ma- saldaki Yalnız Kız, Sepren; mavi saçlı, mavi bıyıklı masalcı baba ise kendisiydi. Sepren'e bir kardeş vermeleri konusun- da anababasını ikna edemeyen Oğuz Tansel baktı olacak gibi değil, bir ma- salla meramını anlatmayı denedi. Ama nerede? O yaşta gençler kendi istekleri- nin büyüklerininkinden farklı olması gerektiğini düşünüyordu ya da belki biz öyleydik. Yeri gelmişken, Allı ile Fırûn'yı iste- diği biçimde çıkarma ısrarından da söz etmeli. Alh ile Fırftn'yı hazırlarken Oğuz Tansel'in eline Alrrianya'da Türk çocukları için basılmış bir kitap geçmiş- ti. Yüksel Pazarkaya'nın Türk yazını- nın seçkin örneklerinden derlediği Ağa- ca Takâan Uçurtma adlı bu kitapta Oğuz Tansel'den de bir tekerleme ile bir masal yer alıyordu. Alh ile Fırörı'nm da benzer güzellikte bir kitap olmasın- da kararhydı, onu basmaya istekli yayı- nevlerine vermeyip Yaz Yayınları adı al- tında kendi istediği biçimde kendi bas- tırdı. Seniye Fenmen'in her birine renk katılmış, oya gibi desenleriyle bezeli Alh ile Fırfm'mn bu ilk baskısı bugün de ki- tapçı raflarında yer alsa, güzelliğiyle öne çıkardı.* (*) Oğuz Tansel, otomobilden "at" diye söz ederdi bazen. (**) Pusat sözcüğünün "Silah"ın Türkçesi olduğunu Oğuz Tansel'den öğrendim. Gün- dclik hayatta da öz Türkçe konuşmaya özen gösteren bir "Türkçe neferi"ydi o. C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1063
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle