19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rekin Teksoy ile Türk sineması üzerine… Yaşasın sinema, yaşşa Rekin Abi... sta sinema tarihçisi, eleştirmen Rekin Teksoy'un Oğlak Yayınları tarafından yayımlanan, sinemaseverlere yeni müjdesi son kitabı 'Rekin Teksoy'un Türk Sineması' raflarda. Anımsayacaksınız iki yıl önce yine Oğlak Yayınları'nca yayımlanan 2022 sayfalık, 2 kilo 600 gramlık, 26 bölümden oluşan 'Rekin Teksoy'un Sinema Tarihi' adlı dev kitabıyla heyecanlandırmıştı bizleri Rekin Teksoy. Son kitabında ise Türk sinemasını büyüteç altına alıyor. Dış etkilerin içteki özgün tezahürüyle sinemamızın temellerinin nasıl atıldığından başlayarak zaman tünelinde yolculuğa çıkarıyor. Bununla da kalmıyor yorumları ve gerçekçi değerlendirmeleriyle sinemamıza olan güvenimizi ve umudumuzu da tazeliyor. Kitabı bizlerle adeta konuşuyor, yol gösteriyor. Şu şudur bu budur türünden bir kitap değil 'Rekin Teksoy'un Türk Sineması', zaten ondan da böylesi beklenemez. Yetkin bir tarihi arka plan; sinema ve Türk insanı arasında aslında ta gölge oyununa kadar giden kavilleşmişlik dolasıyısıyla aşinalık hali, Türk insanının sinemayı belki de en içten anlayan uluslardan biri olduğu var kitabında. Yeşilçam'ın temellerinin atılıp geliştiği yılların siyasi anlamda oldukça hareketli bir döneme denk gelmesi… Sinemanın gücünün farkındalığıyla gerçekçi sinemaya nasıl tu kaka muamelesi yapıldığı… Uyumsuz ikili sinema ve baskı dönemleri… Yeşilçam'ın kurulduğu yılların siyasi ve toplumsal şartları… Masalcı sinemanın fiyakasını bozarak gerçekçi sinemaya az biraz yelken açılmasını getiren 27 Mayıs 1960 miladı… Sinemada ilkler, bilmediklerimiz… Epeyce bir süre üvey evlat muamelesi gören, dijitalle biraz biraz belini doğrultan belgesel sinema var… Ve gençler… Rekin Teksoy'un çok önemli bir tavsiyesi ve ricası var gençlerden; “Film çekmekten vazgeçmeyin ve lütfen somut bir şeyler çekin, soyuta takılıp kalmayın'. Rekin Teksoy ile 'Rekin Teksoy'un U Yalnızlığının başka nedenleri de varmış gibi konuştunuz? Var, yalnız bırakılmıştır da. Şöyle anlatayım; ortak yapımlar gerçekleştirmiştir Muhsin Ertuğrul. Sinemanın dışa açılmasının önemini en başında kavramıştır. Venedik Film Festivali'ne katılır, sonra Stockholm'de Maurice Stiller ve Greta Gabro ile tanışır. Hatta onları İstanbul'a film çevirmeleri için davet eder. Stiller ve Gabro İstanbul'a gelirler ama yapımcı iflas edince bu gerçekleşemez falan... Sürekli çaba harcamıştır. Yalnız bırakılmıştır dedim çünkü Türkiye'nin kültür ortamı da işbirliğine, dışa açılmaya hazır değildir. Ne denirse denilsin Muhsin Ertuğrul, Türk sinemasının da kurucusudur. 'SİNEMACI SİNEMAYI BİLMİYOR' Bu bağlamda sinema tarihimizin sade vatandaşı geçtim, günümüz yönetmenleri, oyuncuları, genelinde sinema emekçileri tarafından yeterince bilindiğini düşünüyor musunuz? Hiç öyle düşünmüyorum. Ben yıllar önce Arkın Kitabevi'ne bir sinema ansiklopedisi yayınlatmıştım. 20 haftalık fasiküller halinde ansiklopedi yayınlamak modaydı. Ramazan Gökalp Arkın bunu ne kadar basalım diye sorduğunda 20 bin basalım dedim. Bin sattı. Ve o sırada Sinematek'in en canlı dönemiydi, ben yönetim kurulundaydım. Sinematek'in bayisinde kitap satılan bir stant vardı. Oraya koydum, hemen ilk sayıdan 50 tane gönderdim. İlk sayının kapağında da Jane Fonda'nın 'Barbarella'daki ünlü pozu vardı işte elinde kılıçla filan. Üç tane sattı. Sonra bir gün yabancı bir editörle konuşurken bundan bahsettim. Bana sinema ve futbol kitabı satmaz dedi. Şimdi buna bir şey söyleyemem çünkü bu bir ilgi duyma sorunudur. Mesela bir gün televizyonda sinemacıların davet edildiği bir programda çok bilinen bir yönetmenimizin dediği bir şey çok dikkatimi çekmişti. Dedi ki; 'sinema okulları, eğitimi çok önemlidir bakın bu işi ilk Amerikalılar halletmiş, Akademi kurmuşlar'. Şimdi bu çok bilinen yönetmenimiz Akademi'nin bir okul olmadığını, Ziraatçılar Birliği, Tabipler Odası gibi bir meslek birliği olduğunu bilmiyor. Şimdi böyle bir yönetmenimiz bunu bilmiyorsa, gerisini siz düşünün. Bu arada, orada bir sürü sinemacı vardı kimse de müdahale etmedi. 'SİNEMA UÇUP GİDİYOR’ Birçoğu sinema tarihi bir yana film de izlemiyor galiba ne dersiniz? Sadece kendi filmlerini izliyor çoğu. Ben sinemayı etere, alkole benzetiyorum, uçuyor gidiyor. Her yıl yüzlerce film yapılıyor, altı ay bilemedin iki yıl sonra bitiyor, bir daha gösterime girmiyor çok istisnalar hariç. Böyle olunca eskiyi hiç bilmiyorlar yeniler. Beni çok sevindiren bir olay şu: Son iki yıldır 1520’ye yakın genç yönetmen var ilk filmlerini çeken. Bu beni çok sevindiriyor. Hepsi iyi filmler mi yapıyorlar bilmiyorum ama film yapıyorlar, mühim olan bu. Ama maalesef bunların içinden büyük bir bölümünün eskiyi bildiklerini, Türk ve Dünya sinemasını bildiklerini sanmıyorum. Onu bilmedikçe de iyi film yapmak mümkün KİTAP SAYI ? Gamze AKDEMİR ekin Teksoy'un Sineması”, Abdülhamit döneminde yönetimin sinemaya gösterdiği dirençle başlıyor ki pek bilinmez bu. Sinemanın ilk merhabası bayağı sancılı olmuş. Tabii rüşvetle sokulmuş kamera. Hatta Abdülhamit işte Dante'nin İlahi Komedya'sının çevrilmesini de yasaklamış. O zamanlar Lumiere Kardeşler operatör adını verdikleri kameramanları dünyanın dört bir yanına gönderip filmler çektirtiyor. Olay bu operatörlerden Lumiere Kardeşler'in operatörlerinden Eugene Promio 1896 yılında İstanbul'a gelerek Haliç ve Boğaziçi'nde çekimler yapmak istemesiyle başlıyor. Promio'nun anılarında anlattığına göre Abdülhamit yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu'nda o dönemde kolla çalıştırılan aygıtlardan işkilleniliyor, adeta silah muamelesi görüyor. İşte bu nedenle kamerayı İmparatorluk sınırlarından sokabilmesi için Fransız elçisinin araya girmesi ve bazı gümrük görevlilerine rüşvet vermesi gerekmiş. Çünkü düşünün, adam sınırdan bir girdi mi Osmanlı sınırlarının uzandığı Mısır'a kadar gidebiliyor, o nedenle çok önemli, adam da rüşvet veriyor. Ve çekiyorlar filmleri.. Promio, Haliç'te “Panorama de la Corne d'Or/Haliç'in Panaroması”; Boğaziçi'nde de “Panorama des Rives du Bosphore/Boğaziçi Kıyılarının PanoraSAYFA 14 “R ması”nı çekiyor. Sonrasında gösterimlerin ardı da geliyor. Aynı yıl yani 1896 kapsamında konuşursak, bu, Lumiere Kardeşler'in Paris'te ilk gösterimlerini yaptıkları tarihten bir yıl sonrası. Dolayısıyla ilk gösterimin hemen bir yıl sonrasında İstanbul'a geliyor. Halka açık ilk sinema gösterileri Pera'da gerçekleşiyor. Pera tabii Levantenlerin yaşadığı bir bölge, Paris'te ne olursa hemen buraya da geliyor. Opera geliyor, temsiller veriliyor, saraylarda da veriliyor. Tiyatro var, konserler… Ve Rum, Fransız, İtalyanlar çok yakından takip ediyorlar olup bitenleri. İlk salonu kuran Romanya uyruklu Polonya yahudisi Tüccar Sigmund Weinberg. Weinberg, Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki Sponeck Birahanesi'nde, bilet alınarak girilen sinematograf gösterileri düzenliyor. Daha sonra, bugün yerinde St. Antoine Kilise'sinin bulunduğu Concordia Salonu'nda gösteriler yapıyor. Direklerarası'ndaki, Ramazanlarda Karagöz oynatmakla ünlü Feyziye Kıraathanesi de sinematograf oynatmaya başlıyor kısa süre sonra. Weinberg ilk yerleşik sinema olan Tepebaşı'ndaki Pathe'yi açıyor ve bu salonu Beyoğlu'nda açılan Palas ve Majik sinemaları izliyor. 'TÜRK HALKI SİNEMAYA AŞİNAYDI’ Halk bayılmış sinemaya.. Çok. Sadece hareketli görüntülerin yarattığı heyecanla da açıklanamaz bu. Yabancılık çekmiyorlar, halk köklü gölge oyunu geleneğinden dolayı sinemaya aşina hissediyor. Geleneğinde Karagöz olan bir toplumun sinemayı benimsemesi, bağ kurması zor olmuyor bu nedenle. 'SİNEMANIN EN YALNIZ ADAMI KİM?’ Türk sineması denilince Muhsin Ertuğrul 'dememek' olmaz. Elbette. 'Rekin Teksoy'un Sineması'nda iki bölüm Muhsin Ertuğrul'a ayrılı. Muhsin Ertuğrul olağanüstü bireysel çabasıyla Türkiye'de bir sinema etkinliğinin doğmasını sağlamıştır. Ve sinemanın en yalnız adamıdır diyorsunuz. En yalnız adamı tartışmasız. Yalnızlığı kibirden ileri gelmiyor, tercihi bu değil. Kadro yok ki. Daha doğrusu yok gibi bir şey. Ama tiyatro var ve oradan güç alıyor, ana rehberi ülkede kurucusu olduğu tiyatro. Öyle, konu gereksinimini tiyatro ve edebiyat ürünlerini uyarlayarak karşılıyor. İlk filmlerinin senaryolarını yazmasının yanı sıra kurgularını da yapmıştır. Sonraları Nazım Hikmet'e mesela 'Bir Millet Uyanıyor'un yönetmen yardımcılığını vermiştir, Nazım'a senaryolar yazdırmıştır. Görüntü yönetmenliğinde Cezmi Ar'la çalışmıştır. Yalnız adamdır ama işbirliğine açıktır yani. ? CUMHURİYET 906
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle