28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 16 ARALIK 2010 PERŞEMBE EVET / HAYIR Günümüzü Yansıtan Kitaplar... Bir kitap nasıl yazılır? Onu yazan bu çalışmasının okurlarca nasıl karşılanacağını merak etmez mi? Hiç değilse okuyanlar benim anlattıklarımdan bir şeyler elde etsin demez mi? Ben de çok kitap yazdım. Her birinde okurların sevecekleri bir şeyler olduğuna inanarak. Bana çok kitap gelir. Pek çoğu imzalı, ithaflı... Sevgi dolu sözlerle... Bir yazımda sözünü edeyim, isterim. Ama başa çıkamam! Yine kitaplar, kitaplar!.. Biriktikçe birikti. Gazetemizin genç yazarları niye ilgilenmezler yeni çıkan hepsi ilginç kitaplarla? Ben de çaresiz elimden geldiğince yazılarımda onları tanıtmaya çalışırım. Önce edebiyat!.. Bir taşıt kazasında yitirdiğimiz şair Abdulkadir Bulut’un anıları, şiirleri, yaşamı... Bilir’lerin yararlı bir çalışması... Muzaffer İzgü’nün “Hamdolsun Açız”ını büyük bir keyifle okudum. Aziz Nesin de severdi, hatta kıskanırdı, diyeceğim. İzgü’nün yapıtları bir değil, iki değil, raflar dolusu!.. İsmail Gümüş de ‘Boşnak Türküleri’ni yaşatmış. Her biri şiir tadı taşıyan halk öyküleri. Melih Cevdet “Yüreğimizin burkulması ve şiir tadı” bulmuş. Okursanız siz de aynı duyarlığı yaşayacaksınız... Gülsüm Cengiz de “Boğazdaki Mutlu Çocuk”ta “Kuzguncuk”u yazmış. Adı bile şiir olan bir Boğaz köyü. Adını anmak bile kişiyi güzel anılara götürüyor... Sevgili Işık Kansu ile arkadaşı Murat Sayın’ın “Ufukta Bora Alabora” adlı kitabı da gündelik yaşantılarla, politika söyleşileriyle dopdolu. Hepsi güncellik taşıyan, okura değişik duyarlıklar yaşatan bir çalışma... Gelelim iç politika dünyamızı yansıtan kitaplara. Cumhuriyet devrimlerinin teker teker sökülüp atıldığını görmeye başlayan halkımız bu önemli çalışmalardan çok yararlanacaktır. Okursa, önemini anlarsa... Vural Savaş, bu alanda ilk sıradadır. Bütün yapıtları bizlere, sizlere, hepimize içinde yaşadığımız çıkmazı gerçekçi bir aynadan gösterir. Yeni çıkan “Kim Bu Hainler”i de öyle... Okuyorsunuz anlıyorsunuz, tanıyorsunuz, öğreniyorsunuz... Adlarını saymak gerekmiyor? Duyan, düşünen, anlayan her yurttaş tanıyor onları!.. Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım”ı da “Kirli oyunun gizli bahçeleri”ni bir bir gösteriyor. Hem yeni değil, yıllardır sürüp gelen hainlikler dizisini!.. Mustafa Yıldırım da “Ortağın Çocukları”nda okurlara önemli bir uyarma yapmış... CIA’nın niyetinin “İlkesel amacımız uygun liderlerin ortaya çıkmalarını ve programdan geçirilerek Batı’ya bağlanmalarını sağlamaktır” dediğini belirtmiş... Mustafa Yıldırım da Vural Savaş, Yılmaz Polat gibi bambaşka maskelerle Türk ulusuna yutturulmak istenen gizli hesapları göz önüne dökenlerden... Avukat Turgut İnal da “Kılcal Damarlardan Aorta”da hukuk ve demokrasi savaşımındaki tüm makalelerini bir araya toplamış. Kitabına bir türlü ad seçememiş, “Sizde Demokrasi Var mı”, “Gel Demokrasi Gel Hele”, “Yargıdan Bahsetmek Tekin Değildir”e daha başka ilginç adlara kadar... Bir hukuk savaşımını belgeleyen yazılar, davranışlar... Bir yeni kitap da Erol Ertuğrul’un ‘Kaymakamlık Yıllarım’ı. Savaşımcı, toplumcu bir hukuk adamının ilginç düşünceleri, duyguları ve etkinlikleri... Ben şimdi bu kitapları tanıttım mı? Kimi kandırıyorsun demeyin? Hep yazdım. Bu kitapların her biri dikkatle okunacak, değerlendirilecek yapıtlar. Benim yaptığım, hiç değilse adlarını anmak, her birinin üzerinde önemle durulmasını, incelenmesini, tanıtılmasın istemek. Bunu da genç köşe yazarlarına bırakıyorum. Benden bu kadar... Hangi Sürdürülebilirlik: OKTAY AKBAL Büyüme mi, Yaşam mı? Gelişmekte olan Türkiye ne yapsın? Bilemiyorum. İçimden bir ses diyor ki daha yavaş büyürsek sanki daha uzun ömürlü olabiliriz. Kuşkusuz ilk 10’a giremeyiz ama gerilerde de kalmayız. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Bozkurt GÜVENÇ çüncü binyıla girerken dünyaya sunulan en anlamlı yorum “bildik dünyanın sona erdiği” idi (Wallerstein). Ne var ki gelecek belirsizdi. Belirsizlik, dünya kamuoyunda önce bir umut ve merak, giderek ya da gelerek, bir kaygı ve korku kaynağı oldu. Neler oluyordu? Dünya nereye gidiyordu? Dünyanın nereye gittiğine / gideceğine karar veren güçler, sorunu / çözümü “ekonomileri büyütmek” olarak gördüler ya da gösterdiler. Soğuk Savaş yılları boyunca büyümenin sürdürülmesi koşullarını “Roma Kulübü”yle aradılar. Sovyetler Birliği’nin ani dağılmasından sonra açıkladılar. Önce “ulus devletler ve planlı ekonomiler bitti” dediler. Ardından “Küreselleşen Dünya”da, yenimuhafazakâr’ların (neocon) tasarladığı “Serbest Pazar” dönemi başladı. “Küreselleşen Dünya”nın modern sonrası trenine atlayan kazanacak, kaçıran çağdışı kalacak, yok olacaktı. Çoğu ülkenin tercih hakkı yoktu. Evet ya da hayır. Başkan Bush ile Başbakanı Thatcher’in, IMF ile Dünya Bankası’nın, FedRes Başkanı Greenspan’ın, Fukuyama ile Huntington’un dünyaya verdikleri küresel tek reçete böyleydi. İletişim devrimiyle medyaya egemen plan Gsayılı güçler, bu politi Ü kaya karşı direnen görüşlerin kitlelere ulaşmasını engellediler. BM çağrıları, HABİTAT uyarıları, “refah toplumu” eleştirileri ciddiye alınmadı. Yeşilbarış’ın umarsız gösteri eylemleri magazin sayfalarına mizah konusu oldu. Nasıl olduysa, 20072008’de patlayan Küresel Kriz, “Küreselleşen Dünya” söylemine birden son veriverdi. Ulus devletler krizden çıkış yollarını ararken, “Küreselleşme” söylemi yerini “sürdürülebilirlik” tartışmasına bıraktı: “Büyüme mi, yaşam mı?” Hangi sürdürülebilirlik? Krizlere yol açan, yaşamküreyi tüketen bir büyümeye mi devam, yoksa doğa ile barış içinde uyumlu yaşamaya mı? “Sürdürülebilirlik” bayrağını taşıyan güçlerin etkili silahı olan teknoloji, iyi ya da kötü değil, insan yapısı bir iş / üretim aracıdır. Teknolojiyi kullanma amacı ise bir erdem ölçütüdür: Büyümek mi yaşamak mı? Savaş mı barış mı? Güç mü adalet mi? Evrim kuramı en güçlünün yaşadığını güçsüzlerin elendiğini söyler. Acaba bu ilke canlıüstü medeniyet ve kültürler için de geçerli mi? Güçlünün yargısına razı olursak, varlığın temeli olan adaletin gücü kalır mı? Teknoloji almış başını gidiyor. Kültür geri kalıyor. İnsan, yarattığı teknolojiye gem vurabilecek mi? So run teknoloji değil, onu kullanan insanlar, toplumlar, endüstrilerde. Teknolojiyi nasıl kullanacağımıza hangi dünya gücü, nasıl karar verecek? Savaşa karşı barış isteyen, teknolojiyi evcilleştirmek yerine geliştiren, bu yarışta kimseden geri kalmamaya çalışan yine bizleriz. İntihar mı ediyoruz? Acaba büyüyerek yok olmak ile büyümeden yok olmak arasında üçüncü bir varlık seçeneği bulunabilir mi? Diyalektik mantık, bulduğu çözüme “oluşum” (değişim) adını verdi. A ile Aolmayan dışındaki üçüncü hal (şık) A ve Aolmayan’ların “değişim”idir. Değişim ise zamandır. Zaman mekân kuramına göre, zamanımız üzerinde var olageldiğimiz yaşamküreyle sınırlıdır. Çoğu bilge ve iktisatçıların, yer ve çevre bilimcilerin araştırma ve uyarılarına göre, mavi gezegende yalnız Batı değil medeniyet çöküyor. Çağımızın ünlü iktisatçısı Galbraith’e göre vaatlerini yerine getiremeyen kapitalizm de, komünizm de başarısızdı. Dünyanın yeni bir düzene ihtiyacı vardı. İklim değişmesini unutun, sistemi değiştirin diyenler var. Ama sisteme de umut bağlanamaz çünkü değişen dünyada onlar da çağdışı kalabiliyor. Gelişmekte olan Türkiye ne yapsın? Bilemiyorum. İçimden bir ses diyor ki daha yavaş büyürsek sanki daha uzun ömürlü olabiliriz. Kuşkusuz ilk 10’a giremeyiz ama gerilerde de kalmayız. Küresel değişim yavaşlıyor, yavaşlamak zorundadır. Yönümüz ne İran ne Turan, ne AB ne ABD, belki ABC olabilir. Ekranları kapatıp kitapları açarsak yolumuz aydınlanabilir. CHP’yi Beklemek... Bence CHP’nin en ilgi çeken yanı kurultayları… Yeryüzünün en ilginç kurultay koleksiyonuna sahip partinin, bir ikinci iş olarak da Türkiye’yi yönetmeyi düşünüp düşünmeyeceği bütün mesele… Ancak kurultay yapmaktan, iktidar olmaya sıra gelmiyor… İşte bunu aşmak için şimdi nereye gidiyorlar: Kurultaya… İyi ama bizim iki elimiz CHP’nin yakasındadır… Çünkü Cumhuriyetin bu hale gelmesinde AKP’nin sorumluluğu zaten Cumhuriyeti paralamak olduğuna göre tek siyasi sorumludur CHP… Cumhuriyete sahip çıkmak isteyen insanlar, meydanlara dökülen kadınlar, üniversitelerde gençler, medyada direnen yazarlarçizerler, kamuda iktidara biat etmek istemeyen memurlar, süs havuzlarına sürülen işçiler, tarlada çiftçiler, yuvarlak hesap Türkiye’nin yüzde 42’si, tam dokuz senedir CHP’yi aradılar… O aralıksız kurultaydaydı… İşte, yine bir kurultay… Çarşaf liste ile blok liste tartışılıyor. Doğal olarak Deniz Baykal çarşaf istiyor. Bütün bunların bizim için bir anlamı yok… Yepyeni bir genel başkanı var CHP’nin, sevimli ve çalışkan… Biraz sakar olmakla birlikte iyi niyetli. İnsanlar onu görünce heyecanlanıyorlar. Boynuna sarılıp öpüyorlar, eline koluna yapışıyorlar, peşinden koşuyorlar… Belli ki sevdiler… Yüzde 42’nin beklentisi, artık CHP’nin bir güven, bir teminat, bir alternatif, bir parti, bir çığlık, bir haykırış olması… Artık yeter… Yoksa “çarşaf mı olsun, blok mu olsun” kime ne?.. Arsızlığın ve soytarılığın sınırlarını zorlayan, o bildik eski hizip numaraları kimseyi ilgilendirmiyor… Tarihin CHP’nin sırtına yüklediği sorumluluk var… Ve sadece çocuklarını çağdaş bir ülkede, özgür ve korkusuz büyütmek isteyen insanların vebali… [email protected] İstanbul’un Neden Bir Kent Müzesi Yok? Deniz BANOĞLU stanbul’da opera temsilleri geçici mekân Süreyya Operası’nda yapılıyor. Provalar başka yerde, kostümler başka yerde… Sanatçılar peri İ şan, temsil öncesi ve sırasında bir yerden bir diğerine taşınıyor. Mekân yetersiz kaldığı için görkemli büyük yapıtlar sahnelenemiyor. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası sezon açılışını opera binası yerine Aya İrini’de yaptı (ya o da olmasaydı) AKM neredeyse çürümeye terk edilmiş bir halde yazgısını bekliyor. Kentin övünülecek bir opera binası yok. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası bin yıllık tarihi geçmişi olan övülesi bu kentin geçici sahnelerinde konserlerini veriyor. Çünkü tek gururumuzdu AKM, hâlâ yazgısını bekliyor. Devlet Tiyatrosu’nun adı var, sahnesi yok. Özel tiyatrolara gelince; ayakta durma savaşı verirlerken çoğu yapıtlarını kiralık mekânlarda sahneliyor. İstanbul’un yüz akıydı AKM şimdi yok. Ve sergiler İstanbul’un bin yıllık tarih geçmişi özel Sabancı Müzesi’nde, İstanbul’un 100 yıllık mimari kültürü Santral İstanbul’da sergileniyor. Güzel de, ne zamana kadar? Biri bu tarihe, diğeri şu tarihe kadar… Yani hepsi geçici. Kentin bin yılı aşkın kültür, sanat, mimari geçmişini, sergiler açık kaldığı sürece kim izlediyse şanslı. Geri kalan yerli ve yabancı turist görmese de, bilmese de olur. Çünkü üç imparatorluğu bağrında barındırmakla gururlandığımız bu tarihi kentin bir “Kent müzesi” yok... Geçen eylül ayında Adalar Kent Müzesi’nin açılışında konuşmalarını yapan yetkililer, müzenin bundan sonra yapılacaklara öncülük etmesi dileğini vurguladılar. Adalar Kent Müzesi bir bağlamda, gelecekteki İstanbul kent müzesine bir örnek olmalıydı. Elbette kutlanacak bir başarıydı bu. Böyle bir müzenin türlü çabalarla, nice zorluklarla gerçekleştirilmesi... Ancak isterdik ki, önce bir İstanbul kent müzesi diğerlerine örnek olsun. Keşke önce bir İstanbul kent müzemiz olsaydı da arkasından başkaları gelseydi. Çanakkale’de var, Mar din’de (Sabancı Holding’in girişimiyle) var, ama bunca gururlandığımız dünya kenti İstanbul’da yok. Ve üç imparatorluğa mekân olmuş bu kentin kültürü, tarihi ne yazıktır ki sadece geçici sergilerle sınırlı kalıyor. Oysa bu şansı yakalamıştı İstanbul bir zamanlar… Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın, HABİTAT II Konferansı nedeniyle, 1996 yılında Darphanei Amire binasında açmış olduğu, “Dünya Kenti İstanbul Sergisi”nde kalıcı bir kent müzesinde var olması gereken, akla gelebilecek her türlü tasarım, dokümanları, belgeleri, fotoğrafları, gravürleri, haritaları, grafikleriyle, yazıları ve görselliği ile en ince ayrıntısına kadar sergilenmişti. Kent, tarih öncesi İstanbul’dan Bizans’a, erken ve geç Osmanlı döneminden, Mütareke ve Cumhuriyet dönemi İstanbulu’na uzanan uzun soluklu tarihsel bir zaman diliminde, coğrafyası, tarihi, müziği, giysisi, mimarisi, resmi, minyatürü, özetle bütün bir yaşam kültürüyle yer almıştı bu dev sergide. Prof. Dr. Afife Batur’un genel koordinatörlüğünde, her biri kendi dalında uzman onca değerli bilim ve sanat insanımızın (burada adlarını vermeye yazıya ayrılan yerin sınırlı olması nedeniyle olanak yok) gönüllü çalışmalarıyla, inanılmaz bir azimle gerçekleştirilen ve uzun süre ziyaretçiye açık kalan bu serginin malzemeleri bugün nerede diye sorulacak olursa: kimi maketler Yıldız’daki Mimarlar Odası’nın kullandığı binanın girişinde, büyük bir bölümüyse Tarih Vakfı’nın binalarında korunmakta. İstanbul bir ‘Dünya Kenti İstanbul Müzesi’ni çoktan hak etmiştir... Böyle anlamlı bir proje için vakit geçirmeden harekete geçilmelidir. Yetkililere, ilgililere duyurulur… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle