08 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tarım kuruluşlarımız geri gelir mi? Prof. Dr. Tümer URAZ eçtiğimiz yaz aylarındaki yayınlardan hatırlanacağı üzere Et ve Balık Kurumu (E.B.K) yeniden Türk toplumunun hizmetine sokuldu. 1952 yılında "ülke hayvancılığının ve besiciliğinin istikrarlı bir şekilde gelişimini sağlamak" amacıyla oluşturulan kurum "Devlet etle, sütle uğraşmaz" biçimindeki sloganlar ve batının etkisi altında, ama Türkiye’nin gereksinimi ve koşulları incelenmeden (1992’de) özelleştirildi. Bu günleri sezinleyen akıllı insanların hiçbir görüşü önemsenmedi, 40 yılda kurulan mağazalar, tesisler, arsalar "yok pahasına" elden çıkarıldı. Burada rahmetli Sadullah Usumi’yi saygıyla anmak gerekiyor. Halkı etten, sütten yoksun bırakan zihniyet yılda 200 kilo ekmek tüketimiyle Türkiye’nin Guinness Rekorlar Kitabı’na girmesini sağladı; övünelim ! Yapılan işin ne denli sakat olduğu, neredeyse 10 yıl gibi kısa bir süre içinde anlaşıldı. Piyasalarda dolaşan denetimsiz et ürünleri, sınırlardan geçen kaçak hayvan ve etler sonunda yetkililerin de akıllarını başlarına toplamasına yardımcı oldu. Ekim 2005’de Resmi Gazete’de yayınlanan kararla E.B.K. 7 işyeri ile geri döndü. Oysa özelleştirilmeden önce kurumun (arsalarıyla birlikte) 28 et kombinası, 2 tavuk kombinası, 1 et mamulleri üretim tesisi ve çeşitli bölgelerde soğuk hava depoları, frigofrik TIR filosu bulunuyordu (www.ebk.gov.tr). Gençleri bilmem ama, kasap vitrinlerinde sıra sıra duran "gövde" etler üzerindeki mavi damgalar bizler için bir güven kaynağı oluyordu. Liberalleşen ekonomi, özelleşen kurumların doğurduğu ortam içinde, yalan dahi olsa İngiltere’deki "deli dana" etlerinin, Avusturalya’nın "kanguru" etlerinin Türkiye’de tüketildiğine ilişkin haberler, insanın tüylerini ürpertiyor. Altı ay kadar önce Ankara Adliyesi’ne verilen kuşkulu etler hakkındaki davanın kapanış biçimi de kamu oyunu pek tatmin edici değildi. Yani sunulan G Devlet, süt endüstrisi için yine öncülük ve öğreticilik işlevini yerine getirmeli. etlerin danadan başka olmadığı nasıl saptanmıştı ? Bizler inek, koyun, keçi ya da diğer tür sütlerin karışımını "elektroforez" adı verilen ve proteinlerin elektrikli alanda ayrıştırılması esasına dayanan, ancak her laboratuarda kolaylıkla bulunamayan yöntemle saptayabilmekteyiz. Burada da değişik türlere ait etlerin ayırt edilmesinde izlenen yöntemin açıklanması gerekirdi. Bunun yanı sıra imalatçının bilemeyeceği zamanlarda mutfaktan sağlanan örneklerin de analiz edilmesi ve sonuçlarının da kamu oyu ile paylaşılması görev haline getirilmeliydi. Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu’nun kurulması da, biraz geç kalınmış olmasına karşın ülke gereksinimlerinden kaynaklanmıştır. Devlet "halkın ekmek ihtiyacını karşılamak" üzere 1932’de Ziraat Bankası aracılığıyla, 1938’de de bir KİT niteliğinde olan Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’ni; 1952’de ise et ve benzeri ürünler için EBK’nu oluşturduğu halde 1963 yılına dek sütle pek ilgilenilmemişti. 1963’ün başında Kars Senatörü Sırrı Atalay ve 51 arkadaşının teklifiyle, artık toplumun süt ve ürünleri de devlet tarafından destek görecekti. 30 Nisan 1963 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan (227 No.lu) yasaya göre kurumun amacı, "üreticinin elde ettiği sütü işlemek ve değerlendirmek, özel sektörü teşvik ve ona önderlik etmek ve fiilen öğretmek maksadıyla memleketin stratejik bölgelerinde örnek tesisler kurmak ve işletmek suretiyle Türkiye’de süt endüstrisinin gelişmesini sağlamaktır" biçiminde açıklanıyordu. Bu çok anlaşılır ve çok güzel tarife karşın, kurulduğu andan itibaren o dönem zaten fazla gelişmemiş olan bir iki cılız kuruluş SEK’i kendi geleceklerinde engelleyici olarak görmüş ve bir türlü benimseyememişti. Aynı şey, sonradan açılan büyük Ziraat, kredi çıtasını yükseltti ANKARA (A.A) Ana görevlerinden biri tarım kesimini kredilendirmek olan Ziraat Bankası, tarımsal kredilerde çıtayı yükseltiyor. Nitekim bu yılın tamamında çiftçiye 3,1 milyar YTL tutarında kredi kullandırmayı hedefleyen Banka, şimdiden bu hedefin üzerine çıktı. A.A muhabirinin konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, şu ana kadar kullandırılan tarımsal kredi tutarının 3,2 milyar YTL'yi bulduğunu açıkladı. 2007 yılında ise kullandıracakları tarımsal kredi tutarının yaklaşık 4 milyar YTL'yi bulacağını ifade eden Çağlar, bunun bütçeye konacak 150 milyon YTL tutarında sübvansiyon ile gerçekleştirileceğini kaydetti. Çağlar'ın verdiği bilgiye göre, Ziraat Bankası'nın 2002 yılından bu yana kullandırdığı kredi miktarı 12 kata yakın artış gösterdi. 2002 yılında sadece 228 milyon YTL tutarında tarımsal kredi kullandıran Banka, 2003 yılında da 247 milyon YTL kredi verebildi. 2004 yılında büyük sıçrama gösteren tarımsal krediler 1 milyar 76 milyon YTL'ye çıkarken, geçtiğimiz yıl da 2 milyar 161 milyon YTL'ye yükseldi. Yılın ilk 9 ayında da 3 milyar 26 milyon YTL tutarında tarımsal kredi kullandırıldı. Öte yandan, tarımsal kredilerin tarımsal gayri safi milli hasıla içindeki payı da son 10 yıldan bu yana tekrar tepe noktaya ulaştı. 1996 yılında tarımsal milli gelir içinde yüzde 5,6'lık payı olan tarımsal krediler, krizin ardından 2002 ve 2003 yıllarında yüzde 0,5'lere kadar geriledi. Eylül 2006 itibariyle de 1996 seviyesini yakalayarak yüzde 5,6'ya kadar yükseldi. Ziraat Bankası'nın tarımsal krediler için belirlediği baz faiz yüzde 17,5 olarak ilan edilirken, uygulamada kredinin türüne göre yüzde 2560 arasında bu faizden indirim yapılıyor. Bu hesapla tarımsal kredilerin çiftçiye maliyeti yıllık yüzde 7 ile yüzde 13,1 arasında değişiyor. Yani en yüksek tarımsal kredi faizi yüzde 13,1 olarak uygulanıyor. Yüzde 17,5'lik baz faiz ile aradaki fark ise Hazine tarafından karşılanıyor. Örneğin iyi tarım uygulamaları, organik tarım, sertifikalı tohum kullanımı, damızlık süt sığırcılığı gibi alanlarda çiftçi yıllık yüzde 7 faizle kredi kullanabilirken, diğer işletme ve yatırım kredilerinde oran yüzde 13,1 olarak uygulanıyor. firmalar için de geçerli hale dönüşmüştü. Oysa kurum, 1993’de özelleştirildiğinde, kendi amacına uygun olarak ülkenin en ücra köşesinden büyük kentlerine kadar 40’a yakın tesis (içme sütü, yoğurt, peynir ve tereyağı fabrikaları) kurmuş bulunuyordu. Ve bunun sonucunda da açıldığı yörenin hayvancılığını geliştirmiş, süt üretimini artırmıştı. Türkiye’nin süt üretimi bakımından bu gün geldiği noktada, SEK’in büyük payı vardır. Özelleştirme aşamasında bazı yayın organları ve meslek odalarının karşı duruşu, birkaç tesisin 5 yıl üretime devam etmesi koşuluyla satıldığını bilmekteyiz. Bir teselli ikramiyesi gibi gündeme getirilen bu koşul doğal olarak çoktan ömrünü tamamladı. Yani EtBalıktakine benzer biçimde, Doğu Anadolu’da Özel İdare’ye devredilmiş olan 23 düşük kapasiteli fabrikanın dışında elde kalan tesisten söz etmek mümkün değil. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ülkemizde yıllık 11 milyon ton süt üretilmekte ve DPT kayıtlarına göre de (Süt ve Ürünleri Alt Komisyon Raporu) bunun ancak % 18’i (2 milyon ton kadarı) fabrikalardan geçmektedir. 15 üyeli AB ülkelerinde fabrikaların alıp işlediği süt oranı ise % 94 düzeyindedir. Aradaki bu farklılık giderilebilir mi ? Toplumda fabrika ürünlerini tüketme isteğinin gelişmesine ve devlet tarafından süt teşvik programı gibi uygulamaların yıllardan beri sürdürülmesine karşın % 18’lik oranın hızlı bir biçimde yükseltilmesi pek olası görülmemektedir. Çünkü yıllardan beri bu alanda faaliyet gösteren Pınar, Sütaş, Yörsan, SEK (İstanbul), Ülker, Dimes gibi kuruluşlar listesine eklenecek başka adlardan henüz söz edilememektedir. Bunlar kendi ekonomik yapılarının bir gereği olarak yeni yatırımlardan çok, iç onarımlar ve kapasite artırımlarına yönelmektedirler. Mis Süt’ün tesislerini Nestlé’den devren alan Fransız şirketi Danone da yeni yatırımlara girişmediği gibi yalnızca kendi markasını öne çıkaran çalışmalar içinde bulunmaktadır. Oysa "Süt Endüstrisi", bankacılıktakine benzer şekilde bir kuruluşu satın alıp adını değiştirerek faaliyet gösterilen bir alan değildir. Amerika’nın Pepsi Cola şirketine satışında hükümetlerince karşı çıkılan Danone önceden aldığı markaları (Mis Süt, Birtat, Tikveşli) yeni yatırımlarla hayata geçirebilirdi. Buna karşın Türkiye’nin tüm sütünün işlenmesini de bu kuruluştan beklemek pek gerçekçi olmamaktadır. O yüzden hem etin desteklenmesi suretiyle artacak olan sütün değerlendirilmesi, hem de son 1015 yıl içinde istenilen hız ve düzeyde gelişmeyen "Süt Endüstrisi" için yine öncülük ve öğreticilik işlevini yerine getirmek üzere Devletin bu alana yeniden girmesinde yarar bulunmaktadır. Bu durumun gerçekleştirilmesi halinde, her zaman yüksek düzeylerde seyreden süt ve ürünlerinin fiyatlarında istikrar sağlanacak, toplumun et ve süt gibi yaşamsal besinlere ulaşması daha olanaklı kılınacaktır. 24
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle