03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Murat Gülsoy’dan ‘602. Gece’ Bir keşif serüveni Batı’da Calvino, Eco, Sontag’ın ya da bizde Tanpınar ve Atay’ın deneyimlediği gibi Murat Gülsoy da kendi anlatısının arka planını belirli bir kuram çevresinde oluşturmaya önem veriyor. 602. Gece böyle bir yazınsal çabanın ürünü olarak Murat Gülsoy’un öteki metinlerini de besleyen, açılımlayan, onun edebiyata, sanata ve evrene bakışını netlikle görmemizi sağlayan kuramsal metinler bütünü olarak ilgi uyandırıyor. Ë Hülya SOYŞEKERCİ Gece, Murat Gülsoy’un ilk kuramsal yapıtı olan BüyübozumuYaratıcı Yazarlık’ı açılımlayan yönüyle ilgi uyandırıyor. Büyübozumu’nda kurmacanın olanaklarını, sınırlarını ve ihlal edilebilir kurallarını araştıran yazar, 602. Gece’de, bu konudaki araştırma ve incelemelerini öteki sanat disiplinleriyle de besleyerek, çalışmalarını farklı sanat dalları arasındaki ilgi, bağlantı ve geçişlerle zenginleştiriyor. Böylelikle ‘üstkurmaca’nın, ‘imkânsız kurmaca’nın, ‘kurmacada sonsuzluk döngüsü’nün ya da ‘sonsuza düşüş olgusu’nun hem yazın sanatından hem de resim, fotoğraf gibi görsel sanatlar ve Japon kukla tiyatrosu gibi sahne sanatlarından ilginç örneklerle anlatımını, karşılaştırmasını ve analitik tarzda yorumlarını gerçekleştiriyor. yallerinde var olabilirdi. Okuduğunuz sayfayı bir daha asla bulamadığınız Kum Kitabı gibi hayali bir kitap olmalıydı bu yazıda sözü edilen Binbir Gece Masalları.”(s.14) Murat Gülsoy, ilginç bir biçimde, Todorov ve başka bazı edebiyat kuramcılarının Borges’in 602. Gece’ye dair fikrini kuşkulanmadan doğru kabul ettiklerini ve bunu makalelerinde değerlendirdiklerini de gösteriyor. Murat Gülsoy, görsel sanatlarda bakış açısının ve gerçeğe farklı yönlerden bakmanın örnekleri üzerinde durarak, Velasquez’in Nedimeler adlı tablosunun tam anlamıyla bir metakurmaca içerdiğini, çünkü ressamın kendi resim yapma anını tabloda gösterdiğini, bunun da “resim sanatının kendini fark etmesi” anlamına geldiğini belirtiyor. Modernist edebiyatta anlatının kendini fark etmesi olgusunu da derin bir perspektifle ele alarak, buradan hareketle, “metakurmaca” kavramını temellendiriyor. Modernist sanatta “temsil meselesi”nin kriz haline geldiğini belirten yazar, bu durumun tüm sanatın yeniden ele alınmasına, yeni anlatım araçlarının denenmesine, deneyselciliğin her alana yayılmasına ve sanatın üretim sürecinin sanatın konusu haline gelmesine neden olduğunu ifade ediyor. Artık dünyayı yansıtan realist kuramlar terk edilmiş; özellikle bilinç ve bilinçdışı süreçlerin algılar ve düşünce üzerindeki etkileri ele alınarak dünyanın betimlenmesinin bilinçten bağımsız olmadığı vurgulanmaya başlanmıştır. Murat Gülsoy, “her şeyi bilen anlatıcı”nın bakış açısından anlatılan realist hikâyenin okuru pasifleştirdiğini, yorum yapma gücünü elinden aldığını, tüm tasarımın metnin tanrısı olan anlatıcıya ait oluşu nedeniyle okurun kendine sunulanla yetindiğini dile getiriyor. Bu tarz metinlerde alışılan kalıpların tekrar edildiğini, beklentilerin doyurulduğunu, okurun kahramanla özdeşleştiğini belirterek, “böylece okur bildiği dünyanın kurallarının bir kez daha onaylanmasının huzuruyla kitabı kapatmaktadır.” yorumunu yapıyor. EDEBİYATIN EDEBİYATI DÜŞÜNMESİ Murat Gülsoy, kolay metinlerin okuru (dolayısıyla insanı) otoriteye teslim olmaya sürüklediğini de belirterek, farklı anlatım biçimleriyle yazılan modernist/ deneysel metinlerin okurların zihinlerindeki eski kalıpları kırarak daha farklı, daha özgür, daha modern bir dünyanın kurulmasına katkıda bulunduğunu; sonuçta modernist sanatın özgürleştirici nitelik taşıdığını ifade ediyor. “Özgürleştirici eylemler ve düşünceler totaliter düzenlerle her zaman çatışma içine girmişlerdir. Modernist sanatlar da totaliter ve baskıcı düzenlerin şiddetine maruz kalmışlardır.” (s. 38) diyen Murat Gülsoy, postmodernizmin de modernizmin süreğinde yer aldığını, bu akımların birbiri içinde devam eden yapısal bazı sorunları da içerdiğini vurgulayarak, modernist yöntemler kullanan sanatçıların postmodern olarak adlandırılma nedenlerinden birini, modernizm teriminin İkinci Dünya Savaşı sonrasında gözden düşmüş olmasına bağlıyor. Modernizm bağlamında Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını, Haldun Taner’in Ayışığında Çalışkur’unu ve Leyla Erbil’den bir bilinçakışı metnini ele alarak deneysel sanat bağlamında irdeliyor. Ayrıca Fowles gibi bazı modernist yazarların yapıtlarından hareket ederek, yabancılaştıran metinlerin mimetik yanılsamayı kırarak okuru nasıl etkin hale getirdiğini anlatıyor. Metakurmacayı, “metnin kendini kendine ayna kılması” olarak niteleyen Murat Gülsoy, yabancılaştıran bakış açısının ve metakurmaca olgusunun Don Quijote romanının içinde yer almasından yola çıkarak şu sonuca ulaşıyor: “Yazar, eski şövalye hikâyelerinin parodisini yaparken artık dünyanın ne kadar değişmiş olduğunu, o eski hikâyelere inanmanın artık pek de mümkün olmadığını, yeni hayatı, yeniçağı anlatacak yeni anlatım biçimlerinin var olabileceğini gösterir. Don Quijote hayatını o hikâyelerdeki gibi sürdürürken biz okur olarak gitgide onun bir metnin içinde olduğunu görmeye başlarız.”(s.76) Murat Gülsoy, edebiyatımızın köşe taşlarını oluşturan Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk’u, yapıtlarındaki bakış açısı, izlekler, yöntemler açısından modernizm bağlamında inceleyerek, kitabın ilk denemesi olan Borges ve Diğerleri’nin etrafını koza gibi saran analitik nitelikte beş ayrı denemeyle, 602. Gece kitabını kuramsal açıdan da bir kurguya (çatıya) oturtuyor. Murat Gülsoy’un Atay, Tanpınar ve Pamuk hakkındaki inceleme ve yorumları ilgiyle okunuyor. Kendi yazarlık serüvenini derinden etkileyen bu üç yazarı bir noktada buluşturan Gülsoy, modern edebiyatla birlikte başat bir tutum haline gelen, “edebiyatın kendi üzerine düşünmesi”nin, yazmanın bir anlamda büyüsünü bozarken aynı anda farklı zamanlara ait daha katmanlı ve karmaşık bir büyü yarattığını dile getiriyor ve kendi yazma ve okuma macerasının da bu türden kendini fark eden hikâyelerin heyecanıyla şekillendiğini belirtiyor. Bu kitabında TanpınarAtayPamuk hattını modernist arayışın duraklarından biri olan metakurmaca üzerinden okumaya çalıştığını ifade ediyor. Bu arada dikkatlerimizi Kafka’nın Şato’suna ait olduğu söylenen, ama Şato’nun sayfalarında bulunmayan ilginç bir alıntıya çeken ve bunun izinden giden Murat Gülsoy, böylece başka bir kayıp metnin izini sürmeye başladığını belirterek, kitabının son sayfasını bir sondan çok yeni bir başlangıca; yepyeni bir keşif serüvenine açıyor. 602. Gece yer yer akademik renkler de katılmış olan bir inceleme; daha doğrusu denemeler toplamı. Yazarın içtenlikli “ben” söylemi, araştırma tutkusu, kuşkuları; merak ve keşif serüvenini okurla paylaşması, odağa aldığı metinleri farklı sanat disiplinlerine açarak incelemesi, kitaba yoğun bir edebiyat ve sanat tadı veriyor. Aslolan, kuramsal bir kitap içinde de edebiyat ve sanat estetiğinden uzaklaşmamak, böylelikle kurmaca yapıtların anlamlarını çoğaltıp farklı okumalara açabilmek, yaratıcı okurlar yaratabilmek… Murat Gülsoy, 602. Gece’nin sayfalarında, zihinlerdeki yanılsama zincirlerinin birer birer kırılmasını sağlayan etkin bir farkındalık yaratıyor. ? 602. Gece/ Murat Gülsoy/ Can Yayınları/ 204 s. 602. ANLATANIN KENDİNİ FARK ETMESİ Öykü roman türünün yaratıcı okurları ve kurmaca metin yazmayı deneyenler için keyifli bir okuma serüveni vaat eden bu inceleme/araştırma çalışmasında yazar, “kendini fark eden anlatı” kavramına dikkatlerimizi toplamaya özen gösteriyor. “Anlatının kendini fark etmesi” konusunda Murat Gülsoy, Borges okurken karşılaştığı sıra dışı bir durumu ifade ediyor. Buna göre, Borges When Fiction Lives in Fiction adlı kitabında Binbir Gece Masalları’na değinerek, “büyülü gece” olarak nitelediği 602. Gece’de, Şehrazat’ın kendi hikâyesini anlatmaya başladığını, eğer bu anlatımı sürdürseydi eserin imkânsız kurmacaya evrilerek masalların kendi içine kapanmasına neden olacağını, böylece Binbir Gece’nin sonsuz ve döngüsel hale gelmiş olan hikâyesinde kısılı kalan sultanın ebediyen masalını dinlemeye devam edeceğini dile getirmektedir. Bu okuma üzerine Murat Gülsoy, içtenlikli bir keşif ve merak duygusuyla yerli ve yabancı Binbir Gece çevirilerini araştırıp incelediğini ve 602. Gece’nin de ötekiler gibi bir gece olduğunu gördüğünü dile getiriyor ve şu vargıya ulaşıyor: “Böyle bir kiMurat Gülsoy, edebiyatımızın köşe taşlarını oluşturan Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk’u, yapıtlarındaki bakış açısı, iztap ancak Borges’in ha lekler, yöntemler açısından modernizm bağlamında inceliyor. SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle