22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ maktır. Williams’ın kahramanlarını kaçılan o mazi de kuşatır sıklıkla, bedbaht eder, melankolizme sürükler. “The Glass Menagerie” de (Sırça Biblolar) “Amanda Wingfield” sürekli geçmişte yaşar, Güney’i özler, evliliğin onu götürdüğü diyara hayıflanır. “The Long Goodbye” da (Uzun Veda, 1940) yoksul yazar “Joe”, taşınırken anılarıyla yüzleşir. HER KÖŞEDE BİR KAHRAMANI BULUNUR! Kahramanlarını hiçbir açıdan idealize etmemekle birlikte insan doğasının korunma içgüdüsüne yakın plan yapan Williams bireycidir. Örselenmiş bireyi birebir suçlu tutmaz hiç, yapıtlarında ana müsebbip sistemin bireyleri kaçışa sevk eden, toplumun ta kendisinde şahsen gözlemlediği, iflas noktaları ve çürümüşlüğüdür. Özellikle siyah ırka, kadınlara, eşcinsellere yapılan haksızlıklar; zayıf ve hasta insanlara hatta hayvanlara yöneltilen incitici davranışlar; yoksul insanları sömürme ve onlara yöneltilen şiddetin çeşitli biçimleri şeklinde dışavurur. Hemen her köşe başında bir Williams kahramanına rastlamak bu yüzden hayli olasıdır... Williams’ın kimilerince “sıra dışı” olarak nitelenmiş hayat deneyimleri, yapıtlarında birer isyan olarak boşa yer almamıştır. Özel yaşamında olduğu gibi, kahramanlarının çoğu da çürümenin baskısından kurtulmak için alkol ya da uyuşturucunun verdiği geçici rahatlık duygusunu yaşamak adına bağımlı hale gelir. Kendisi de alkolik olan Williams alkol meczupluğuna aşinadır. Kahramanlarının daima gizlide saklıda bulunan cüreti ve anında kabaran cesaretinde Williams’ın bu duygu ve dürtülerinin izini sürmek olasıdır. Bazı kahramanları belki bu yüzden de iletişimsizlik ve güvensizliği bertaraf etme içgüdüsüyle tene yönelir, cinselliğe firar eder. İletişimsizlik ve kopuk yaşamların kadın ve erkeği nasıl etkilediğini ve yok etmeye azmettiğini de zanaatkâr gibi işler Williams. Sonra cinselliğin anormal değil normal olduğunu haykırır, hadi sevişin der adeta... “Arzu Tramvayı”ndan sonra ikinci Pulitzer Ödülünü kazandığı ünlü “Kızgın Damdaki Kedi”si eşcinselliğini, zihinsel dengesizliğinin ve alkolizminin izlerini en belirgin ortaya koyandır. İnsanların kurduğu ilişkilerde hem kendilerini hem de karşılarındakini aldatma merakları üzerine kurulu “Kızgın Damdaki Kedi” toplumdaki yalancılıktan ve insanın kendine acıma duygusuna olağanüstü bir alegori olarak da kült yapıtlar arasında üstlerdeki yerini korumuştur. Tennessee Williams sembolik, şiirsel ifade yöntemleri kullanır. Ekonomik, sosyal haksızlıklara isyan ettiği, sosyalist ideolojiyi benimsediği gençlik yıllarında yazdığı 1934 tarihli ilk kısa oyunu “Moony’s Kid Don’t Cry”da (Moony’nin Oğlu Ağlamaz, 1934) uzam sanayi kesiminde, bir işçi ailesinin yaşadığı ucuz bir apartman dairesi sıkı bir metafor sunar. nöbetleri, paranoya krizleri geçirmeye başlayan orta yaşlı bir erkeğin psikolojisini anlatır. “The Strangest Kind of Romance”da (Garip Romans, 1946) adaletsiz dünyanın kurbanları artık daha karmaşık bir ilişkiler ağı ve psikolojik ve fiziksel etkiler çerçevesinde ele alır. 1960’lar, Tennessee Williams için travmatik yıllardır. Sekreteri Frank Merlo’yla olan ilişkisi 1947’den Merlo’nun kanser sonucu 1963’teki ölümüne kadar sürer. Bu, Williams’ı on yıl kadar süren büyük bir depresyonun içine sürükler. Merlo’nun 1963’te ölümünden sonra yazdığı kısa oyunlarda artık daha koyu bir yalnızlık hâkimdir. O dönemde verdiği bir röportajda “Ölüm benim en iyi temamdır” demiştir. Erken dönem bazı yapıtlarında (Kızgın Damdaki Kedi, Gençliğin Tatlı Kuşu, Iguana Gecesi) bile görülen ya da sezdirilen kurtuluş/özgürleşme teması artık yerini tümüyle ölüm/yıkım temasına bırakmıştır. “Yarını Hayal Edemiyorum”da (Can’t Imagine Tomorrow) insanlar arası iletişimi olanaksız kılan verimsiz dünya, kadın bir karakter aracılığıyla vurgulanır. Williams, Key West’te 1979’da eşcinsel karşıtı bir saldırıya uğrar. Beş genç erkek tarafından dövülür, fakat ciddi şekilde yaralanmaz. Bazı eleştirmenler, eserlerindeki aşırılıkları da ağır şekilde eleştirirler; ancak bir kısmı da bunu, Williams’ın eşcinselliğine karşı bir saldırı olarak yorumlar. Hayatın geçiciliği ve başarısız yaşantıları konu alan “Gençliğin Tatlı Kuşu”ndan (Sweet Bird of Youth) sonra Williams’ın üretiminde ciddi bir gerileme gözlenir. Kısa süre sonra da ruhsal bir buhran geçirerek uyuşturucu kullanmaya başlamıştır bile. Artık tedavi olmak için sık sık hastanelerde yatmak zorunda kalacaktır. ÇÜRÜMÜŞLÜKTEN FİRAR ETTİ! Ölümünden birkaç yıl önce yazdığı “The Chalky White Substance” da termonükleer savaş sonrası yüzyıllar sonra toz duman olmuş dünya grotesk bir fondadır. İki homoseksüel erkek arasındaki ilişkiyi anlatan oyunda çağlar öncesinden kalma kemik tozları uçuşur. Son oyunu “The Lingering Hour” u, yağmur sularının açtığı bir kraterdeki korkunç bir patlamanın ardından bir sesin söylediği “Fine del mondo!” (Dünyanın sonu!) cümlesiyle bitirir. Bu insanın ve tarihin sonudur. Yaşamın yalanlarıyla içli dışlı olmuş, yalnızlığa itilmiş Güneylileri yapıtlarının başkahramanı olarak seçtiğine şaşmak mümkün değildi. Aslında hep kendini yazmıştı, dişiydi, erkekti, yaşlıydı, gençti, itilmişti, ötekiydi… Vay be yaşlı kurt! Vay seni dil cambazı! Vay seni şair!... Vay seni hayatın ta kendisiydi! Önyargılarla çarpıştı, çürümüşlükten firar etti, tek gerçek adresi edebiyattı. Tennessee Williams, New York Elysee Oteli’ndeki odasında boğazına bir şişe kapağı kaçması sonucu yetmiş bir yaşında öldü. Erkek kardeşi Dakin de dahil olmak üzere bazıları, onun öldürüldüğünü düşünüyorlardı. Polis kayıtlarına göre ise ölümünde ilaçlar etkili olmuştu, odasında birçok ilaç reçetesi bulunmuştu, alkol ve ilacın etkisiyle boğazına kaçan şişe kapağını dışarı atacak tepkiyi verememişti. Williams kendine en çok örnek aldığı isimlerden biri olan şair Harold Hart Crane gibi denize yakın bir yere gömülmesi isteğine rağmen, St. Louis Missouri’deki Calvary mezarlığına defnedildi. Telif haklarını, Sewanee Tennessee’deki bir üniversitenin kurucusu olan büyükbabası Walter Dakin’e ithafen güney bölgesinin üniversitesi olan Sewanee’ye bıraktı. Üniversite ödeneği, günümüzde, yaratıcı yazarlık programını desteklemekte. Çıtayı öyle yükseltti ki yeri dolmadı ve bugünleri de görmedi… Huzur içinde uyuyor olsa gerek! ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr D.H. LAWRENCE’A HAYRANDI Bu bağlamda kendi ailesinin Mississippi’den St.Louis ve Missouri’ye taşınmasından sonra yoksul düşmesinin etkileri akla gelir. Emeksermaye çelişkisinin artık daha bir farkındadır. 1937 tarihli yayımlanmamış kısa oyunlarından “Candles to the Sun”da (Güneşe Mumlar) babası bir maden işçisi olan hayranı olduğu David Herbert Lawrence’ın yaşamından esinlenir. Maden işçilerinin hastalık, sefalet içindeki yaşamları konu edilir. “The Fugitive Kind” toplumsal güçlerin hegemonyasına eğilir ve annesi bir fahişe olan, çocukken tecavüze uğramış profesyonel gangster Terry karakterini dünyayla hesaplaştırır. “AutoDaFé” de (Arınma Ateşi, 1941), iki homoseksüelin birlikte çekilmiş fotoğrafını ele geçirdiğinde girdiği şokla astım Arzu Tramvayı / Tennessee Williams / İmge Yayınları/ 293 s. SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle