22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aharon Appelfeld’ten ‘Zor Bir Hayatın Hikâyesi’ Duy bizi insanlık Zor Bir Hayatın Hikâyesi, kısa bir anı roman olmasına rağmen, yaşananların binlerce sayfaya sığmayacağı bir yana, insanlık gerçeğinin özüne inmiş bir aklın ve ruhun; edebiyat, felsefe, şiir gibi ilgili tüm alanlara ve tüm düşünce sistemlerine sunduğu değerli malzemelerden oluşuyor. çok değerli malzemelerden oluşuyor. Zaten Aharon Appelfeld da kitabında, sadece yaşadıklarını anlatmıyor, yaşadıklarıyla birlikte çok şey anlatıyor. Zor Bir Hayatın Hikâyesi, sadece bir çocuğun yedisekiz yaşlarından itibaren cehenneme dönen yaşamından, söz konusu felaketlere neden olan Nazilerin yaptıklarından ibaret olsaydı, yazar için de, okuyucu için de kolay olur muydu bilemiyoruz. Belki had safhaya çıkmış bir öfke, yaşananların bir daha yaşanmaması için adı konulmuş kötülüklere karşı bilenmiş bir bilinçle tarihsel bir gerçeklikten sıyrılmak kolay olurdu. Bir de, Nazizm’in yaşanmış gerçeğine karşı görsel, yazınsal araçlarla yeterince donatıldığımız düşünülürse, hazır bilinç kalıplarını işin içine katarak bir kez daha bilmenin güvenli alanlarında gezinebilirdik. Ama kitap tüm bu hazır olan şeyleri alıyor elimizden. Bildiğimiz türden düşünmenin geçerli olmadığını gördüğümüz kitapta, yeni düşünce kodları oluşturmak zorunda kaldığımız için biraz bocalıyoruz. Tabii sadece bocalamak değil, biraz da gafil avlanıyoruz. Zira içinde olmadığımız olaylar ve süreçler hakkındaki bilgimizin her an sınanmaya ihtiyacı olduğu gerçeği bir yana, olayları yaşayanların yaşadıklarını nasıl karşıladığı ve nasıl yaşadığı da bir yana, olan biten tüm kötülük ya da iyilikleri üreten demeyelim de, olguların çok yönlülüğünün yapısallığı hakkında bir değer içeriyor kitap. Bir Yahudi olan Aharon Appelfeld, Czernovitz’de (Moldova bölgesi) doğar. Her şey bir anda tersine döndüğünde İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. “İkinci Dünya Savaşı başladığında yedi yaşındaydım. Zamanın akışı bozuldu, artık yaz ve kış yoktu. Hayatımız daracık bir odaya tıkılmıştı. Bir süre gettoda yaşadık, sonbahar biterken oradan da atıldık. Haftalarca yollardaydık, sonra nihayet, kaçmayı başarabildiğim kampa geldik.” laşıyor, amaçsızca gülümsüyorlardı. Bir kamyona doldurularak götürülen delilerin ardından, kör çocuklar gelir. “Namlı komünist” Gustav Gotesman’ın kör çocukları eğitmesi, onlara kendini adaması vakfın masraflarını üstlenen bir tüccarın hoşuna gitmez. Ama Gotesman pes etmez... Ë Aysel SAĞIR or Bir Hayatın Hikâyesi, başına olağanüstü felaketler gelen ama bütün bunları aşmayı başarmış bir insanın yaşam öyküsünü içeren bir kitap olarak algılanabilir başlangıçta. Aharon Appelfeld’ın anılarından oluşan Zor Bir Hayatın Hikâyesi, kuşkusuz ki bahsedilen türden bir boyut da içeriyor. Ancak bu boyutun tehlikesi, söz konusu algı çerçevesinin genişlemeyeceği, yaşananların nedensonuç zincirine bağlanacağı ve kitaba yönelik çıkarsamaların sığ sularda kalacağı olabilir. Zira Zor Bir Hayatın Hikâyesi, kısa bir anı roman olmasına rağmen, yaşananların binlerce sayfaya sığmayacağı bir yana, insanlık gerçeğinin özüne inmiş bir aklın ve ruhun; edebiyat, felsefe, şiir gibi ilgili tüm alanlara ve tüm düşünce sistemlerine sunduğu Z YAHUDİ KARŞITI HÜKÜMET Felaket (savaş), somut olarak gelmeden önce belirtileri gelecektir. Ortaüst sınıftan bir aileyle tanışırız önce. Bir anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile mutlu bir görüntü çizerler. Genç anne ve babası tarafından üzerine titrenen bir çocuk, çocuğun köyde yaşayan büyükanne ve büyükbabası. Bir çocuğun gözüyle izlediğimiz aileye ve çevresine sempati duyarız. Zira mutlu bir çocuğun, sevgi yüklü bir ilişki yaşaması, büyüklerin itidal ve şefkatli tutumları, gelecek için tasarlanan planlar her şeyin iyi gittiğine dair sevecen bir atmosfer yaratır. Söz konusu görüntüyü bulandıracak ufaktefek şeyler olsa da başlangıçta aldırmayız. Ama bütün fırtına da bu küçük şeylerde gizlidir. Büyüklerin davranış ve bakışlarına kaygı yerleşmiştir. Zaman zaman yapılan hararetli tartışmalarla birlikte bulanıklık giderek artmaktadır. “1937 yazında yaşam tanınmayacak kadar değişti. İktidara Yahuhidi karşıtı bir hükümet geldi, polis ayaktakımı ve mafyayla taraf oldu. Sınırlar silinivermiş, her gece hırsızlık olağan hale gelmişti. Gençliğinden bu yana orada yaşamış, evini inşa etmiş, tarlaları işleyip ormanları korumuş ve Yahudi olmayan cemaatle kaynaşmış Felix amcam yalnızca direnmeye değil aynı zamanda karşılık vermeye de çalışıyordu.” Akrabalar dahil ailenin yaşamında başlayan kötüye gidiş hızlanırken geliyorum diyen felaket de beklemeyecektir. Zaten hemen ardından bir getto yaşamına tanık oluruz. “Gettoda, çocuklarla deliler arkadaştı. Tüm sosyal yapı çökmüştü. Okul yoktu, ödev yoktu, sabahları erken kalkmak ve geceleri ışıkları söndürmek yoktu. Avlularda, merdivenlerde, ağaçların arasında ve her tür karanlık köşede oyunlar oynardık. Bazen deliler de bize katılırdı. Bu yeni karmaşa onların da işine geliyordu. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi kapatılmıştı; buralardan salınan insanlar sokaklarda do ZAYIFLIK ÖZÜMÜZ VE İNSANLIĞIMIZDIR Nazilerin topyekun yok etmek üzere olduğu Yahudiler arasında birikmiş öfke ve kin, sınıfsal farklardan kaynaklı yaşam standartları felaket sürecinde bile etkisini sürdürürken aynı etkinin kitabın bütününe hâkim olduğunu görürürüz. Ukraynalı köylülerin bu anlamda düşmanlıkları daha üst boyuttadır. Bir Yahudi çocuğuna karşı bile had safhada olan düşmanlıkları, yetişkin erkek ve kadın Ukraynalı köylülerin aynı çocuğu yakalayıp Nazilere teslim etmeleri korkutucudur. Daha başlangıçta, annesinin öldürülmesine, babasının da kısa bir zaman sonra kendinden uzaklaştırılmasına tanık olan anlatıcı çocuk ise kaçarak ormana saklanacaktır. Savaş yılları boyunca ormanda saklanan, zaman zaman Ukraynalı köylü evlerinde çalışançocuğun gözünde kulübe sahipleriyle arasında geçenleri, onların sosyal durumlarını, karakter özelliklerini anlatmasına, objektif saptamalarına tanık oluruz. Savaş bitmiştir. Artık bir genç olmaya doğru evrilen çocuğun hayatında İsrail yılları başlayacaktır. “Savaş sırasında yaşamı tüm çıplaklığıyla gördüm –yalın ve sade olarak. İyi ve kötü, güzel ve çirkintüm bunların aynı madalyonun öbür yüzü olduğunu anladım. Tanrı’ya şükürler olsun ki bu beni bir ahlakçı haline getirmedi. Tam aksine, insanların zayıflıklarına nasıl saygı duyup sevebileceğimi öğrendim, çünkü zayıflık özümüz ve insanlığımızdır.” Kitapta, olayların gelişiminin ardışık bir çizgiyle anlatılmadığını belirtelim. Sıçramalı, zamansal geçişlerle bir anlatım sergilese de yazar, yaşadıklarını anlatan bir karakter aracılığıyla, dikkati en can alıcı noktalara yönelterek bir bütünlük sağlamış. Savaş esnasında yaşananlara tanık olurken oluşan algımızla, savaş sonrası yaşananları bütünleyen algımız, gerçekliğe dair çarpıcı bir bilinç durumu edinmemize neden olur. Her şey olup biterken hayatın bildik yasalarının güçlü ritmi, Hitler faşizmini yaratan insanlığa dair bir çerçeve sunar. Kitaptan yaptığımız çıkarsamayla, güçlügüçsüz, zenginfakir gibi daha birçok farklılıkların insanlar tarafından yaratılan, sürdürülen farklıkların kine dönüşen birikiminin yol açacağı felaketin sadece Hitler faşizmini yaratmakla kalmayacağının kötü bir önsezi olmadığını söylemeye gerek yok. ? Zor Bir Hayatın Hikâyesi/ Aharon Appelfeld/ Çeviren: Kerem Işık/ Yapı Kredi Yayınları/ 175 s. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle