Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sean Sayers’tan ‘Marksizim ve İnsan Doğası Mesele sadece karın doyurmak mı? Sean Sayers’ın kaleme aldığı Marksizm ve İnsan Doğası, “politik söz”ü olan bir kitap. Sayers, İşsizlik sorununun kitlesel bir boyut kazandığı günümüzde, meselenin basit bir karın doyurma sorununa indirgenmesine karşı çıktığı gibi, sendikaların, emek örgütlerinin, sol hareketlerin ve emeğiyle geçinen herkesin “çalışma hakkı”nı neden temel bir hak olarak savunması gerektiği üzerine kuvvetli argümanlar sunuyor. recindeki değişiklikleri, yeni enerji kaynaklarının kullanımını, proletaryanın eğitimini ve çalışan sınıfların geçirdiği değişimleri de kapsıyor. Kısacası, “üretim güçlerinin gelişimi” tarihsel bir olgu ve göz ardı edilemeyecek bir insani boyutu var. ele alınamaz bu nedenle. Marx’ın da dediği gibi, “yabancılaşmış toplumsal ilişkiler, kan bağlarına ya da ilksel, doğal veya efendihizmetçi ilişkilerine dayanan salt yerel bir bağlantıdan yeğdir.” Kapitalizmin etkisi ve içerdiği ilerleme biçimi çelişkili de olsa, sanayileşmenin bir sonucu olarak ilişkilerin kapsamının genişlediği, toplumsal etkinliğin ve bilincin arttığı görülür. Öte yandan Marx’ın kapitalizm eleştirisi, bu çelişkileri ve eşitsizlikleri göstermekle yetinmeyip insanların güçlerini ve yeteneklerini tümüyle gerçekleştirebilecekleri yabancılaşmamış bir toplum tasavvur eder. Bu toplum, bireysel gereksinimleri bastırmayı ve birörnekleştirmeyi reddeder ve “gereksinimler yönünden zengin” insan vizyonunu sahiplenir. dığı değil, o doğanın tam olarak ne olduğu. Gıda gereksinimi gibi –toplumsal ve tarihselden bağımsız– evrensel gereksinimlerimizin olduğunu belirttikten sonra, “aynı anda hem doğal (biyolojik) hem de toplumsal varlıklarız ve baştan sona bu şeylerin her ikisiyiz” diyor. “En temel biyolojik işlevlerimiz bile, kendilerini değişime uğratan toplumsal bir bağlamda meydana gelir; en yüksek ve en toplumsal olarak gelişmiş başarılarımız bile biyolojik organizmanın, yani insanlar olarak bizim etkinliklerimizdir” (s. 217). İNSANIN DOĞAL TUTUMU... İnsani özün ya da insan doğasının temelinde kimi Marksistlerin öne sürdüğü gibi üretimin ve emek etkinliğinin bulunduğu söylenebilir mi peki? Avustralyalı Aborjinlerin tutumu bu iddiayı desteklemiyor. Avcılıktoplayıcılıkla geçinen ve sürekli hayatta kalma savaşımı vermek zorunda olmayan kimi “ilkel” topluluklar “kültür oluşturup geliştirmeye”ye karşı öylesine ilgisizler ki boş zamanlarını sadece dinlenmeye ve uykuya harcıyorlar. “Dünyada bu kadar mongomongo yemişi varken niçin bunları yetiştirelim ki?” diye sorduklarına göre, bu, onlar açısından bilinçli bir seçim bile olabilir. Sayers, sanayi öncesi Avrupa halklarının da benzer şekilde davrandığı, ne var ki insan doğasının hiç değilse bu alanda bütünüyle toplumsal ve tarihsel olduğu kanısında. Modern insanın mutlu olmak için çalışmaya gereksinimi var. Bu gereksinim “sanayi toplumunun sahte ve yapay bir yaratımı” sayılamaz çünkü değişen üretim biçimine bağlı olarak geliştirdiği bu “özellik” artık onun “doğal” tutumu. Buna bağlı olarak gelişen çalışma dışındaki zamanı olumlu ve aktif olarak kullanma gereksinimi de öyle: “Okuma, bahçe işleri, örgü örme, TV izleme ya da birahanede arkadaşlarla buluşma gibi boş zaman etkinlikleri yaşam ya da çalışma bağlamında hoşa giden ve kendini gerçekleştirmeye ulaştıran etkinliklerdir; ama (...) o bağlamın dışında, yaşamı dolduran tatmin edici bir şey sağlayamazlar. Bir hobi ya da boş zaman etkinliği olarak zevk verebilen ve ödüllendirici olabilen şeyler, yaşamın merkezi etkinliği olarak yetersizdir” (s. 117). Şükrü Alpagut’un çevirdiği, Yıldız Silier’in editörlüğünü üstlendiği Marksizm ve İnsan Doğası, akıcı üslubuyla felsefeye yeni başlayanların da rahatça okuyabileceği, aynı zamanda “politik söz”ü olan bir kitap. İşsizlik sorununun kitlesel bir boyut kazandığı günümüzde, meselenin basit bir karın doyurma sorununa indirgenmesine karşı çıktığı gibi, sendikaların, emek örgütlerinin, sol hareketlerin ve emeğiyle geçinen herkesin “çalışma hakkı”nı neden temel bir hak olarak savunması gerektiği üzerine kuvvetli argümanlar sunuyor. ? Marksizm ve İnsan Doğası/ Sean Sayers/ Çeviren: Şükrü Alpagut/ Yordam Kitap/ 264 s. Ë Yeşim DİNÇER arksizm ve İnsan Doğası, kitlesel işsizlik ve bunun yol açtığı grev dalgalarıyla boğuşan 1980’lerin Britanya’sında kaleme alınmış bir çalışma. Kitabın yazarı halen Kent Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Sean Sayers Boğaziçi Üniversitesi’nde de Hegel ve Marx üzerine bir dönem ders vermiş. Türkçe basım için yazdığı önsözde, “Ne yazık ki kitlesel işsizlik şimdi de karşımızda; çalışma ve bunun insan yaşamındaki rolü gene acil biçimde ilgi alanımızın içinde”, diye belirtiyor. Sayers Marksizm ve İnsan Doğası’nda “modern insanın çalışma gereksinimi”, “boş zaman etkinliği”, “yabancılaşma”, “toplumsal ilerleme” gibi başlıkları tartışıyor. Ne tesadüf, burada ele alınan “ilerleme” kavramı, SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün’ün tartışma yaratan röportajındaki iddiasına da dolaylı bir cevap niteliğinde. Hatırlayacaksınız, çiçeği burnunda başkan şunları söylemişti Neşe Düzel’e: “İşçi sınıfı demokratiktir, çünkü her zaman birtakım haklar talep eder. Fakat işçi sınıfı ilerici değildir. Çünkü işçi sınıfı üretim güçlerini geliştirme peşinde koşmaz. Aksine bu bakımdan muhafazakârdır. Mesela hiçbir sendikanın üretim gereçlerini geliştirme diye bir talebi yoktur. Bilgisayarın üretim sürecine girmesini istemez. Bu direnç de ilericilik demek değildir tabii. Bu direnç, tutuculuktur.” (http://www.taraf.com.tr/makale/6060. htm) Salt kendi yararına bazı haklar talep eden birini “demokrat” farz edemeyeceğimiz bir yana, makineleşmenin, otomasyonun, hatta ulusal gelirin artışıyla ölçülen büyümenin toplumsal ilerleme sayılamayacağı, bu tür bir “ilerleme” anlayışını savunanlara “ilerici” denilemeyeceği de ortada. (Her şeyi sayılarla ölçmeye meraklı iktisatçılar bile “büyüme” ile “gelişme” kavramlarını çoktandır ayırıyorlar.) Marx’a göre, üretim güçleri üretim araçları ve emek gücünden oluşuyor ki bunların gelişimi, makinenin gelişimiyle sınırlı değil. Emek süSAYFA 18 M ÇALIŞMA GEREKSİNİMİ VE YABANCILAŞMA Sayers, çalışmanın insan yaşamında esaslı ve merkezi bir etkinlik olduğunu düşünüyor. Pek çok kişinin işsiz ya da işsizlik olasılığıyla yüz yüze oluşu bir insanlık trajedisi ve en temel ihtiyaçları kamusal yardımlarla karşılansa bile kendini gerçekleştirmesinin önündeki engeller kalkmadığı sürece özgür ve mutlu olamayacak. Elbette onun bu görüşü, çalışma saatlerinin azaltılması ve insan İNSAN DOĞASI gereksinimlerinin daraltılmasını vazeMarksizmin “insan doğası”na ilişkin den Andre Gorz gibi yazarların önerilebir kuramı var mıdır? Sayers, “toplumriyle uyuşmuyor. (Elveda Proletarya’nın yazarı Gorz ile yürütülen polemik bu sallaşmanın altında ya da tarihten önce kitapta geniş bir yer tutmakta.) Sainsanı tanımlayıcı hiçbir şey” olmadığını yers’a göre, modern insanın arzu ve ihtiöne süren düşünceye karşı çıkarak başyaçları tarihsel olarak değiştiği ve gelişlıyor insan doğası hakkındaki tartışmatiği için atalarının arzu ve ihtiyaçlarıyla ya. Üstüne hiçbir şey yazılmamış bir bir ve aynı değil. Kapitalizm, örneğin tablet bile, tabletin tebeşiri kabul etmeaçlık ve barınma sorunlarını çözmenin sine izin verecek belirli özelliklere sahip bir yolunu bulmuş olsa bile –ki gelinen olmalı. O halde sorun, doğuştan getirnoktada bunu bile başarabilmiş değil– diğimiz ortak bir doğamızın olup olmamesele hallolmayacak. “Yabancılaşma” olgusunu tartıştığı bölümde şunları yazıyor: “Yabancılaşma konusundaki edebiyatın büyük bir bölümünde, Marksizmin evrensel bir ‘insan özü’ anlayışını, yani yabancılaşma koşullarında gerçekleştirilmesi önlenen bir dizi değişmez insan potansiyeli anlayışını içerdiği farz edilir (...) Ne var ki, şimdi anlatmakta olduğum insan doğası görüşü farklı bir resme işaret eder. Buna göre, yalnızca gereksinimler değil, güçler ve potansiyeller de toplumsal ve tarihsel gelişme sürecindedir. Marx, kapitalizmi insan güçlerinin ve potansiyellerinin gerçekleşmesini önlemekle eleştirdiği zaman, bunlar bizzat kapitalizmin içinde gelişmiş olanlardır. Yine burada da Marx’ın yaklaşımının temeli tarih ötesi ve mutlak değil, tarihsel ve görecelidir” (s. 193). Halen Kent Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Sean Yabancılaşma bütünüyle Sayers, Boğaziçi Üniversitesi’nde de Hegel ve Marx üzerine olumsuz bir fenomen olarak bir dönem ders vermiş. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029