03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bernhard Schlink’ten ‘Okuyucu’ Cehalet ve Kibir Bernhard Schlink’in romanı ‘Okuyucu’, Nazizmin Almanya’yı teslim alışının tam bir çözümlemesine girişmiyor; bu teslimiyetin felaketli sonuçlarına doğmuş, II Savaş sonrası kuşakların, yani bugünkü Alman halkının psikolojisini anatomi masasına yatırırken, Nazizmin yükselişinin kimi önemli ipuçlarını sergiliyor. Ë Erendiz ATASÜ …. Gerçek anlamda büyüklerin Alman halkından çok daha ileri olmaları nedeniyle, hiçbir zaman bu halkın canlı bir kültür varlığı olamamalarını yine Alman halkı açısından büyük bir trajedi sayarlar. Robert Musil, (çev. Ahmet Cemal) Niteliksiz Adam, Cilt I, s. 470, YKY, 4.baskı, 2009 (Alman aydınlanmasının etkileri) doğrudan doğruya bireyin oluşumuna, gelenek ve dine, bilim ve sanata kilitlendi. Özel hayatın dışına çıkamadı. Devlet ve kamuya açılmadı. Fransa’da bu öznel aydınlanma savaşları, devrim sayesinde nesnel sonuca ulaştığı halde bile, (Alman aydınlanması) salt kuramsal zeminde kaldı, devletimizi ve tarihimizi değişmeden bıraktı…. Alman, rüya görürcesine içine geri döner ve Alman halkının Tanrı’nın seçkin halkı olup, ahlak ve kültürün geliştirilebilmesi için seçildiğine dair gururlu bilinçle yetinir. Hermann Hetner (Gürsel Aytaç, Deneme ÜzerineBir Karşılaştırmalı Edebiyat Çalışması, Hece yayınları, s.107108, 2007) ayısız büyük sanatçının, bilimci, edebiyatçı ve filozofun yurdu, Aydınlanma’nın vatanı Almanya’nın, Nazizmin de yuvası olabilmesi, tüm tekil açıklamaları yetersiz kılan karmaşık bir süreç. Yukarıdaki iki alıntı, romancı ve düşünür Musil’in ve felsefeci Hetner’in Alman halkı üstüne görüşleri, Nazizmin güçlendiği kültürel ortamı hayli aydınlatıyor. Yüksek bilim, felsefe ve sanat bir yanda; çıkardı S ğı dehalara rağmen, dehaların yaratılarını özümseyememiş, sanayileşmeye geç kalmış, çoğunluğu toprağa ve toprak ağalarına yani insafsızca varsıl asilzadelere bağımlı yoksul ve eğitimsiz bir halk. Siyasi anlamda bilinçli ve etkin, ancak görüş ayrılıklarıyla parçalanmaya eğilimi, kırsalda köylü yığınları, kentlerde küçük dükkân ve zanaat sahiplerince kuşatılmış bir işçi sınıfı. Birinci Savaş mağlubu, acımasız Verseilles barış anlaşmasıyla bir kez daha mağlup, gururu incinmiş, vazife düşkünü, çalışkan, uysal bir halk. Hıristiyanlık öncesi efsaneleri, üstün kahramanlarla dolu, hem bu efsanelerin etkisiyle, hem yetiştirdiği dehaların haklı övüncüyle mağrur bir halk. Cehalet ve kibir… Bernhard Schlink’in romanı Okuyucu, Nazizmin Almanya’yı teslim alışının tam bir çözümlemesine girişmiyor; bu teslimiyetin felaketli sonuçlarına doğmuş, II Savaş sonrası kuşakların, yani bugünkü Alman halkının psikolojisini anatomi masasına yatırırken, Nazizmin yükselişinin kimi önemli ipuçlarını sergiliyor. BİR BÜYÜME HİKÂYESİ Okuyucu , ilk bakışta duyarlı bir büyüme hikâyesidir.Yeniyetmeliğin masumiyeti, etkilenmeye açık kırılgan yapısıdır, anlatılan. On beş yaşındaki lise öğrencisi Micheal Berg’in hastayken, tümüyle rastlantısal biçimde tanıştığı, ona şefkat gösteren, en az iki katı yaşındaki sıradan ve yalnız bir kadınla, Hanna Schmitz ile cinselliği keşfedişinin hikâyesi. İkili, otobüs biletçisi olan kadının yoksul, tek göz odasında buluşur, fazla konuşmaz, sevişirler. Delikanlı kadına edebiyat eserlerinden parçalar okur. Bunu isteyen Hanna’dır. Bir hafta sonu kaçamağının dışında, ilişkilerinin mekânı bu odadır. Sosyal yanı hiç olmayan, tümüyle doğal bir ilişkidir bu. Hanna, Micheal’a adıyla bile seslenmez; ona “oğlancık” der. Kendisi de anaç kadınlıktır. Bu ilişkinin yaşayıp yaşayabileceği en sıcak, en içten, en doyurucu cinsellik deneyimi olduğundan habersiz Micheal Berg, yaşıtlarıyla geçen zamana dalınca Hanna’yı ihmal eder. Hanna sessizce ortalıktan kaybolur. Micheal’ın Hanna’yı yeniden görmesi, yıllar sonraya, genç yetişkinliğine rastlar. Hukuk öğrencisi Micheal, Nazi suçlarıyla ilgili bir seminer kapsamında üniversitedeki hocası ve arkadaşlarıyla bir savaş suçluları davasını izlemektedir. Yargılananlar, Savaşta SS görevlisi olarak kamplarda vazife görmüş kadın gardiyanlardır. Aralarında Hanna da vardır. Savaşın son günlerinde kapatılan kamptaki kadın tutukluların başka bir yere nakli sırasında, gardiyanlar, gece konaklanan köyün kilisesine kadınları kapatmışlar; Müttefik uçaklarınca atılan bomba sonucu yangın çıkınca, tutukluları kilisede diri diri yanmaya bırakmışlardır. Sadece bir kadın mahkum ve küçük kızı hayatta kalabilmiştir. Küçük kızın yetişkinliğinde yazdığı kitap katliamı su yüzüne çıkartacak, adalet mekanizması harekete geçecektir. Dönem, ‘960’ların başıdır. Büyük olasılıkla su katılmamış Naziler olan diğer gardiyanların yanında Hanna göreli daha az suçludur. Ancak, diğerleri küçük cezalar alıp, birkaç yıl sonra yeniden topluma karışırken, Hanna müebbete çarptırılır. Hanna’nın müthiş bir zaafı vardır. Okuma yazma bilmez! Ve bundan ölesiye utanır. Cehaletini itiraf etmektense ölmeyi yeğler. Çok fazla gururludur. Tutuklu kadınlarla ilgili karar, gardiyanlarca ortak verilmiş, tutanak Hanna’dan başka biri tarafından tutulmuştur. Zaten Hanna’nın yazması imkânsızdır. Hannah ümmiliğini duruşmada itiraf edemez ve suçlamayı kabul eder. Genç mahkumları yanına çağırtıp onlara roman okutan bu tuhaf gardiyanı, sürüden ayrılan bu kara koyunu, gardiyanlar sürüsü kapması için adaletin önüne atmıştır. DOLAYLI İLİŞKİ... Duruşmanın seyrini izleyen Micheal derinden sarsılmıştır. Hem ilk aşkının bir Nazi suçlusu çıkması, hem anılarının ve duruşmada geçenlerin ışığında Micheal’ın Hanna’nın okuryazar olmadığını keşfedişi, genç adamı fevkalade çelişkili bir ruh çıkmazına sokar. Hanna hakkındaki bilgisini adalet çarkına sunsa, kadının cezasının onun onurunu kırma pahasına hafiflemesini sağlasa mıdır? Micheal’ın, bu genç Alman aydınının geleneğinden devir aldığı bireyde odaklanan karmaşık felsefi yaklaşımlar, onu sessiz kalmasının daha doğru olacağına ikna eder. Micheal felsefi düşüncede, vaktiyle bir Naziye âşık olduğu, vücudunu onunla paylaştığı gerçeğinin dünyanın önünde afişe edilmemesi için pek güzel bir mazeret bulmamış mıdır!? Micheal sessiz kalır kalmasına da, Hanna Schmitz’ i de aklından çıkartamaz. Genç adamın duyguları onulmaz biçimde sakatlanmıştır. Bir daha hiçbir kadınla yakın, sıcak, gerçek bir ilişki kuramayacaktır. Soğuk ve yalnız bir adam olarak yaşamaya yargılıdır. Hapisteki Hanna ile dolaylı bir ilişkiye girer. Çeşitli kitapları ses bandına okur ve bu bantları Hanna’ya cezaevine yollar. Hanna, cezaevinde iki yönlü bir eğitimden geçmekte, bir yandan işlediği suçların ilk kez ayırdına varmakta, öte yandan Micheal’ın gönderdiği kasetlerin asıllarını cezaevi kitaplığından alıp, basılı sözcükle sesi karşılaştırarak okumayı sökmektedir. Tüm hayatı cezaevinde geçen Hanna, Micheal’dan şefkat mi bekler? Beklese de bulamaz. Gelen sadece ses bantlarıdır. Yaşlılığında salıverilecekken, dışarıdaki artık tanımadığı dünyayla yüzleşmek yerine ölmeyi seçecektir. Okuyucu romanı, deyim yerindeyse “lügat anlamında” alınırsa, pek de inandırıcı olmayan bir temele dayandığını görmemiz gerekecektir. Kılı kırk yaran Nazi bürokrasisinde, bir form bile dolduramayan bir kadın nasıl gardiyan olabilmiştir? Ama, yapıtın bu zaafının sanatsal açıdan önemi olmayabilir; Okuyucu kanımca gerçekçi düzlemdense, simgesel düzlemde alımlanabilsin diye kaleme alınmış kitaplardandır. Hanna’yı eğer, yazımın başındaki alıntıların betimlediği Alman halkının bir temsilcisi olarak kabul edersek, roman şaşırtıcı bir derinlik kazanmakta ve birçok muammanın çözüm anahtarını içeren büyük bir SAYFA 24 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle