03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yoksa, Kundera’nın dediği gibi, roman artık kendine ait olmayan bir dünyada yaşıyor ve giderek tarih sahnesinin arkasına mı düşüyor? Ve haliyle yeni yazar çıkmıyor mu? Romanın çok okunduğu bir dönemdeyiz. Yalnız, sorunuzdaki zımni tespite katılıyorum. Yorgun ve formüllerle yazılan, şaşırtmayan, denemeyen romanlarla dolu ortalık. George Steiner de, geçen yıl çıkan, Yazmadığım Kitaplar adlı kitabı üzerine kendisiyle yapılan söyleşide bundan yakındı. Ancak, Enis Batur’un roman denemesi Acı Bilgi’yi bu açıdan önemsiyorum. Kitapta bunun nedenlerini yazdım. Tüm bunların önünde/arkasında estetik ve etik yetkinliğe ulaşamamış bir birikim yoksunluğu mu söz konusu örneğin? Estetik ve etik, benim edebiyatta çok önemsediğim iki özellik. Has edebiyatı sıradan edebiyattan ayıran değerler bunlar. Anlatı kurmayı, romanın ana teknik konusu olarak gören yazarlarla dolu ortalık. Kuşkusuz, anlatı tekniği, roman için çok önemli, yaşamsal. Ancak, yazarın yeterliliğinin ölçülmesi açısından yaşamsal. Yani, yazarlık mesleğinin asgari becerisi. Ustalık, usta yazarlık ise, anlatı tekniğinin çok ötesinde, estetik kaygıların başarılı çözümünü gerektiriyor. Kitapta, Bilge Karasu üzerine yazdığım yazıda bu konuya eğiliyorum. Bilge Karasu’nun her kitabı, ayrı bir estetik kaygının başarılı bir örneği. Üstelik, edebiyatla sınırlı kalmayan bir estetik beceri var: Müzikle neredeyse yarışan bir estetiği amaçlıyor Karasu metinlerinde. Postmodernizm diye bilinen, çok değerli bulduğum Lyotard’ın postmodernizm kavramını tam anlamamış ¥ bir kümenin postmodernizm anlayışı olan barbarlık, hem edebiyat hem de öbür sanatlarda, estetik ve etik kaygılara çok zarar verdi. 11. İstanbul Bienali’nin, “İnsan Neyle Yaşar” izleği bu barbarlığın sonunda, bu barbarlığı savunan ve yayanlar tarafından bile çok geç de olsa, çok yetersiz bir kuramsal donanımla bile olsa; ancak gene etik ve estetikten yoksun bir biçimde ağızda yuvarlanmasıdır. Peki nasıl bir gelecek tasviriniz olur Türkçe yazında? Türkçe edebiyat, yazar olmak isteyen kişiye, edebiyatın bütün olanaklarını sunabilen derin bir kaynak. O yüzden, sık rastlanmadığı dönemler olsa da, mutlaka her zaman Türkçe yazan iyi yazarlar çıkacak. Türkiye, tarihsel ve coğrafi konumu nedeniyle dünyanın her yerine ve tarihin her dönemine sancılı bir biçimde çok yakın. Bu da önemli bir malzeme edebiyatçı için. Edebiyat, sonunda, dil ile sancıyı birleştirme işi. Dilin de sancının da hası olmalı ancak. Buna bugün az rastlıyoruz; umarım gelecek öyle olmaz. Çok yakın zamanda yitirdiğimiz, Orhan Duru, Fazıl Hüsnü Dağlarca örneklerinde olduğu gibi, edebiyat değerlerimizi koruma, yaşatma konusunda zayıfız. Dünyadaki mevsimlik eğilimlerin ölçtüğü, kısır ün ve tiraj kaygılarının biçim verdiği bir edebiyat, gelecek açısından umutlandırıcı değil. ? Şen Burgaç/ İsmail Ertürk/ Yapı Kredi Yayınları/ 224 s. fenin, şiirin, ilmin, masalın mirasyedisidir.” Tabii, romancının tüm yaratıcılığını sergilerken, kendisini ne türden tuzakların beklediğini de dile getirmeyi ihmal etmiyor Hisar; “...kolaylığa, sathiliğe, adiliğe ve hele romanda düşkün bir zevk olan vaka merakına” karşı uyarıda bulunuyor adeta. Peki vaka (olay) merakı nasıl bir tehlike yaratır? “Romanı bir vakanın hikâyesine hasretmek kadar kurutucu bir şey olamaz. Bu, çok kere, eserin bütün ehemmiyetini giderir. Romancı kendini sadece bir meddah olmaktan korumalıdır. Bir romanın en büyük meziyeti roman’a benzememesi ve bir roman olduğunu hatıra getirmemesi olacaktır.” Romanda yaratılan karakterler, söz konusu karakterlerin hangi süreçlerden beslendiği gibi kendi deneyimlerinden yola çıkan Hisar, bir eser yaratmanın eşiğine kadar en azındandüşünce olarak getiriyor okuyucusunu. Bütün bunların yanı sıra, roman ve edebiyat konusunda çifte anlamlar içeren, döneme göre birinin ağır bastığı, ama daha çok kafa karışıklığına neden olduğu için üstünde durulması gereken bir nokta özellikle öne çıkıyor Hisar’ın roman yazısında. “Hep içlerindeki fikir ve hislerin vakalara karışarak yaşadıkları romanlar okunuyor; hatta, eskiden mukaddes sayılan tarihin bile, yüksek ilmi payesinden inerek romanlaştığını ve eskiden bin zahmetle yazılan tarihi hayatların şimdi pek kolaylıkla romanlaştığını görüyoruz. Hemen bütün maruf edebiyat nevileri böylece, nehirler gibi, roman ¥ deryasına akmak istidadını gösteriyor. Eğer roman edebiyat dışında kalırsa, tekmil bu edebi neviler onda eriyecek demektir.” Romana Dair Bazı Hakikatler, edebiyat tarihi açısından da bir hayli önemli malzemelerle dolu. Daha doğrusu, yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar bir dönem ve dönemin edebiyatının ilgili tüm boyutlarıyla ilgili bir zemine oturduğundan, bir sosyal tarihi de yakınlaştırıyor. Hisar’la yapılan söyleşilerde de, Hisar’la birlikte sürece canlı tanıklık yapılıyor. Canlı tanıklık olarak adlandırdığımız söyleşilerde, Hisar’ın anıları göze çarpıyor. Bunlardan, Yahya Kemal ve Jean Moreas ilintisi ilgi çekici anekdotlar içeriyor. “O eski zamanlarda Moreas’ı bir üstat ve Yahya Kemal’i bir arkadaş olarak tanımıştık. Aradan seneler geçti. Şimdi ve çoktan beridir Yahya Kemal’in o latifeden mısralarını, o zekâ oyunları olan nüktelerini de, Jean Moreas’ınkilerine aynen o kadar üstün buluyorum.” Bir edebiyat tarihi, bir döneme tanıklık, bir yazarın tüm entelektüel zenginliğiyle ilgili bazı gerçekler ama her şeyden önemlisi de edebiyatın, romanın, yazarın, karakterlerin oluşması süreciyle ilgili yapısal malzemeler ve bunlardan kaynaklı daha birçok anlam içeren Romana Dair Bazı Hakikatler’de, roman ve yazarın derinliklerine iniliyor. ? Kitaplar ve Muharrirler III/ Abdülhak Şinasi Hisar/ Yayıma Hazırlayan: Necmettin Turinay/ Yapı Kredi Yayınları/ 262 s. SAYFA 33 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle