Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K erafettin Turan (d.1925), “Cumhuriyet Çınarı” olarak da niteleyebileceğimiz çok yönlü bir bilimci… İlkin tarihçi elbette, ama dilci, düşünceci, denemeci, kuramcı, eylemci aynı zamanda… Türkiye Cumhuriyeti’nin, Anadolu Aydınlanması’nın, Mustafa Kemal devrimlerinin ardılı olmak bağlamında bunları kişiliğinde bütünlemiş, Atatürk Cumhuriyetinin yansıtıcısı olmuş simge ad… Sonra bu alandaki kararlılığıyla, 1950’lerden başlayıp 2000’lere dek yarım yüzyıl boyunca eylemli olarak yürüttüğü görevleriyle, üstlendiği sorumluluklarıyla dikkati çeken de biri… Bunca önemli, anlamlı işlerin insanı olmakla birlikte, yine de asıl ağırlığını sessiz kuntluğuyla, vakur duruşuyla sergileyen bir kimliğe sahip o. Özellikle alanında verimlediği dört anıt yapıt, bu sessiz devin böylesi bir nitelemeyi nasıl hak ettiğini apaçık göstermeye yetiyor bize… Tümü Bilgi Yayınevi tarafından sunulan söz konusu yapıtları analım ilkin: itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Atatürk ile yaşadığımız kısa, müthiş koşu... pandığı için dıştaki gelişmelere ayak uyduramamıştı(r).” “Belki de en iyisi var olan düzeni toptan değilse bile olabildiğince değiştirmek(tir): ‘Yeni Düzen’ yani Osmanlıcadaki deyimiyle Nizamıcedit (Nizamı Cedid).” Zaten “İbrahim Müteferrika (da), Usulü’lHikem fi Nizami’lÜmem (Toplum Düzeni İçin Bilgelik Yöntemi, 1732) adlı kitabında, Osmanlı düzeninin bozulmasının nedenlerini açıklarken, Avrupa’nın ‘yeni bir düzen’ sayesinde güçlendiğine dikkatleri çekmek istemişti(r).” (15) Mustafa Kemal’in ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal alüvyon da Avrupa’daki tüm yaşamı bir anda çıra gibi tutuşturan işte bu yeni düzen, yeni oluşum dalgalarıdır. Nedir bu? İlkin “aydınlanma”nın başlayıp yayılmasıdır elbette. Artık bundan böyle bilim dinden, us inançtan sıyrılacak; Tanrının merkezdeki yeri kaydırılıp buraya birey oturtulacaktır. Aydınlanmayla birlikte bireyin, bireyleşmenin önemi de belirgin biçimde öne çıkacaktır. 1789 Fransız Devrimi’nin ön açıcılığında uluslaşma çağı da bu evrede başlayacaktır zaten… Bu çerçevede denebilir ki Mustafa Kemal Atatürk, Doğu için model olmakla birlikte Doğu yerine Batı’nın, sonuçta Doğuluların, Türklerin değil Batı’nın uzantısı Türkiye’nin “temel karakteri” olarak alınabilir pekâlâ… Bir başka deyişle o, sürekli Batı’yla örtüşmüş Doğu’daki Batılı yüzdür, “arke”dir… Gelin bunun ne anlama geldiği, bu öne sürüşün nerelerden beslendiği üzerine düşünce uçkunlarıyla savrulalım üç beş satırcık şu yoksul yazıda… TÜRK DEVRİMİNDEN TÜRKİYE DEVRİMİNE... Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya akarak sürdürdüğü uzun koşunun son üç yüzyıl içinde nasıl olup da hız kazandığını, kısa mesafe koşusuna dönüştüğünü kavrayabilmek için onların en gerçek boy göstericisi Anadolu’ya bakmak, Anadolu’nun Türkiye’ye dönüşümü sürecini izlemek gerekiyor yanılmıyorsam. Şerafettin Turan, sürekli baskı yenileyen önemli yapıtı Türk Kültür Tarihi’nde Anadolu’nun Türkiye’ye dönüşümündeki kültürel süreci bir iki paragrafla şöyle özetliyor: “…Türk tarihi alan olarak yalnızca Türkiye denen coğrafya parçası ile sınırlı bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak da Türk kültürü ile Türkiye kültürü deyimleri arasında boyut ve süreç yönlerinden küçümsenemeyecek bir ayrılık vardır.” “Türk kültürünün ana kaynağının Orta Asya olduğu bilinmektedir. (…) Türk kültürünün genelde 3 kaynağa dayandığı meydana çıkmaktadır: Orta Asya – Komşu ülkeler (Çin, Hint) – İslam (Arap, İran)./ Türk kültürünün zamanla üçlü bir bileşke niteliği kazanmasına karşın Türkiye kültüründe etkileşim kaynakları değişmekte ve dörtlü bir bileşke görülmektedir. …Anadolu’da karşılaşılan eski kültürler bu değişmeyi genişletmiş, ona yeni boyutlar kazandırmıştır. (…) Türkiye Cumhuriyeti’nde bugün varlığını sürdüren Türkiye kültüründe 4 köken, dörtlü bir bileşke söz konusudur: Özgün Türk kültürü (Orta Asya) – İslam kültürü (Arap, İran) – Anadolu yerli kültürleri – Batı (Avrupa) kültürü./ Tarihin akışı içerisinde coğrafyanın da belirlediği bu gerçekler karşısında ulusal ya da evrensel kültürümüzü Türkİslam Sentezi olarak nitelemek veya ona indirgemeye çalışmak, bilimsel bir yaklaşım olmamanın dışında Türk kültürüne belirli oranda da olsa renk ve zenginlik kazandıran kökleri yadsımak olur.” Kaldı ki Şerafettin Turan’a göre, “Türkiye’de Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleştirilen Türk Devrimi de Aydınlanma denen büyük düşün akımına dayanan bir Kültür Devrimi’dir.” Nitekim “Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinde siyasal, hukuksal, ekonomik bağımsızlık kadar kültürel bağımsızlık da önemli bir yer tutar. Ama o, bunun korunabilmesi için kültürü geçmişten devralınan bir kalıt olarak dondurulmuş kalıp gibi sürdürmekle yetinmeyip, özünü yitirmemek koşulu ile işlemek, geliştirmek ve evrensel düzeye getirmek gerektiğinin bilincinde”dir. “Atatürk’ün, kültürü ‘tarihsel akışı gösteren bir hareket’ olarak nitelendirmesi de onun bu özelliğinden kaynaklanıyor” işte. Ancak “savaş ya da felaket dönemlerindeki toplumsal coşku içinde sağlanan ulusal birlik geçici bir örtü olarak kaldığı sürece gerçek bir kültür birliğini sağlamaya yetmiyor” bu. “Çünkü kültürün aslında birleştirici bir değerler ve davranışlar topluluğu olması”nın yanında “bireyin kendini hem doğup büyüdüğü çevrenin, bölgenin hem de içinde yaşadığı ulusunun birer üyesi olarak görmesi çok önemli bir psikolojik etken…” Bu çerçevede Atatürk, 1935’te “yüksek ve devrimci bir kültür düzeyine varmak” olarak belirtiyor hedefi. (TKD, 53, 54, 31, 33, 28, 27) Bu ise, “Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devrimi” olmalı! TÜRKİYE ATATÜRK’ÜNDEN EVRENSEL ATATÜRK’E... Şerafettin Turan, bu çerçevede Atatürk’ün “ulus” kavramıyla ilgili düşüncelerine de açılım getiriyor: “Atatürk’ün büyük önem verdiği ulus kavramından söz ederken kimi kez ‘Türkiye ulusu’ deyimini kullandığı da dikkati çekmektedir. Böylece o, Türkiye’de coğrafyanın, birlikte yaşanan bir tarihin ve var olan kültürün oluşturduğu bir ulusun yaşamakta olduğunu kabul etmektedir.” “Atatürk, Türk ulusu için de ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir’ biçiminde özel bir tanım yapmaktadır.” Kavram, “onda ‘Türk yaratılmış olmak’ gibi ırk ya da etnik kökene dayalı bir kavram yerine ‘kendini Türk kabul etmek’ gibi kültürel bir içerik kazanmıştır.” Ne ki, “zamanla Atatürk milliyetçiliği diye özel bir nitelik kazanan ve bundan dolayı 1961 ve 1982 Anayasalarında vurgulanan Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı her türlü aşırılıktan, şovenist duygulardan uzak bir içerik taşımaktadır.” (MKA, 474 vd.) Öyleyse Atatürk, bir Türkiye ulusçusudur, devrimcisidir… Böyle olduktan sonra artık o, evrensel açıdan insanlığın da ortak devrimcisidir. Kendisinden öncekiler gibi, sonradan gelecekler gibi… Onu dünyanın öteki devrimcilerinden ayırmak olası mı? İster Türk ya da Türkiyeli olun, isterseniz kendinizi yalnızca TC vatandaşı olarak niteleyin ya da dünyanın herhangi coğrafyasında yaşamınızı sürdürüyor olun, yurtta veya haritanın bir noktasında varlığınızın anlamını kavrayabilmenizde Mustafa Kemal Atatürk’ün de bir anlamlandırıcı olarak dünyanın evrensel önderlerinden biri olduğu gerçeğini gözden kaçırmayın sakın… Onun, Ankara’ya geldikten sonra kentlilere yaptığı konuşmada söyledikleri, kulağınızda küpe olmayı sürdürsün hep: “Bireyler düşünür olmadıkça kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya fena yönlere sürüklenebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin kendi geleceğiyle doğrudan doğruya ilgilenmesi gerekir.” (TDT II, 67) Şerafettin Turan’ın on kitaptan oluşan paha biçilmez değerdeki, bir açıdan “Devrim Tarihi Ansiklopedisi” sayabileceğimiz yapıtı, en başta bu işe yarıyor işte. Bize, kendimiz olabilme kılavuzluğu yapıyor. Sindirerek okuyun lütfen bu dev yapıtı! Daha fazla gecikmeden… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029 Ş Türk Kültür Tarihi (1990), Türk Devrim Tarihi IV (Beş cilt, yedi kitap, 19912002), İsmet İnönü/ Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği (2003), Mustafa Kemal Atatürk/ Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik (2004). Alın işte, kimileri genişletilerek pek çok kez basılmış toplam on kitaba ulaşmış bir Cumhuriyet, Anadolu aydınlanması, devrim tarihi kitaplığı size… Binlerce sayfayı bulan bu kitapları, “Kitaplar Adası”nın dar sütunları arasında hak ettiği biçimde değerlendirebilmenin olanağı var mı? Yok elbette, yok ya, üzerinde nicedir durmayı tasarladığım söz konusu kitaplara yer açmanın, Şerafettin “Hoca”nın emeğine verimine değinmenin, buna vurgu yapmanın şu aşamada yine de gerekli olduğunu düşünüyorum kendi payıma. Yaşadığımız buruk Cumhuriyet Bayramı sevincine, Atatürk’ün ölüm yıldönümü hüznünün de yansıdığı şu günlerde Şerafettin Turan’ın kitaplarının gerekliliği öylesine açık ki… Türk Devrim Tarihi’nin üçüncü kitabı birinci bölümüne, daha 1995’te yazdığı “Sunuş”ta, “Egemenlik ve laik Cumhuriyet kavramlarının tartışma sınırlarını çok aşan suçlamalara uğradığı”nı vurgulayan Turan için, yapıtları için gecikmeli bir borç ödeme olarak da alınması gerekiyor bu yazının… DOĞU’NUN BATILI “ARKE”Sİ... Kıpkısa sürede söylene karışmış, tez zamanda söylen kahramanına dönüşmüş kimimiz var şu dünyada Atatürkümüzden başka bizim? Gerçekten de kaleme aldıklarının, dile getirdiklerinin onlarca yıl boyunca onca insana okutulduğunu, yapıp ettiklerinin milyonlarca vatandaşa, deyiş yerindeyse kafasına kakıla kakıla öğretildiğini, önayak olduğu kurtuluşla sağladığı kuruluş arasında, özgürlük içinde doğup büyüyen nice yurttaş için temelde yaşam dayanağı olduğunu düşünün onun… Sözüm ona bu kadar belletilmeye çalışılmış bu kahramanın yine de gereğince, yeterince kavrandığı savlanabilir mi peki? Kaldı ki son yarım yüzyılın temel siyasasına bağlı olarak hep eksik, yanlış tanıtıldığı, düşüncelerinden çok yüzünün belletildiği, hatta hurafeye karıştırıldığı, adı bayraklaştırıldığı halde düşüncelerinin yasaklandığı, üzerinin örtüldüğü, ötesinde devrimci düşünceleri nedeniyle (Örneğin Bursa Söylevi anımsanabilir) kovuşturmaya uğradığı biliniyor Atatürk’ün… Gelin onu yeniden yapılandıran bir yüz metre koşusuna çıkalım birlikte… Atatürk’le yaşadığımız o kısa, ama müthiş koşunun heyecanını soluyalım bir kez daha… Bu konuda Şerafettin Turan’ın andığım farklı kitaplarına dağılan görüşleriyle düşüncelerinin izini sürdüğümüzde, Atatürk’ü bize hazırlayan koşulların, özellikle ona gelene kadarki iki yüzyıl içinde nasıl belirginleştiği kabuğunu çatlatarak ortaya çıkıp sonra serpilerek geliştiği görülebiliyor. Nitekim Turan, Türk Devrim Tarihi I’i, “İmparatorluğun Çöküşünden Ulusal Direnişe” alt başlığıyla sunarken, Osmanlı’nın çöküş sürecinin, aynı zamanda diyalektik bağlamda ciddi bir varoluş sorunsalını da tohum olarak içinde nasıl taşıdığını, peşini hiç mi hiç bırakmadığını, sonunda bin bir güçlükle de olsa söz konusu çöküşün süreç içinde nasıl varoluşa dönüşebildiğini sergiliyor bir bakıma. Gerçekten Osmanlı, “çağına göre üstün sayılacak bir örgütlenmeye koşut olan atılımcı bir siyasa güderek dışta başarıdan başarıya koşmuş ve 3 kıtada egemen bir imparatorluk olmuş”tur ama “akıp giden yüzyıllar içinde üstün bir geçmişin gururuyla kendi iç dünyasına ka SAYFA 38 Şerafettin Turan