19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
PERİHAN ERGUN Demokrasi ve insan hakları, ekonomik düzenlemelerle, halkın her konuda toplumsal haklarını sağlayacağı vaatleriyle yüzde 47 oyla tek başına iktidara gelen AKP, Genelkurmay Başkanlığı’nın muhtırası sayesinde ikinci kez de seçim kazanınca verdiği sözleri tümüyle yok saydı. Faşizme soyundu. Bu kazanımın, daha milletvekili olmadan ABD’yi ziyaretinde onların istemlerinin pazarlıklarıyla iktidara getirildiği, buna AB’nin de ortak olduğu bilinmekle beraber, bu denli emir kulu olabileceği düşünülemezdi. Birçok kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı bulunmasıyla övüneduran RTE’nin, bunun ABD’nin Irak işgalinden çekilirken bu bölgeyi Türkiye’yi de içine alan bir federatif devlet planlaması isteği olduğu herkesçe bilinirken böyle bir aymazlığa nasıl düştüğü de oldukça düşündürücü? Giderek bu uyumluluğun ılımlı İslamı simgelediği görüldü. Laik cumhuriyet ilkeleri dini söylemlerle yok sayılmaya başlandı. Kurtuluş Savaşı’nın ve Lozan antlaşmalarının getirdiği bağımsızlık ve özgürlük ilkeleri yıpratılmaya başlandı. Yandaşlar her konuda öncelik ve kayırıcılıkla ihya edilirken halkın çoğunluğunun istem ve açmazları yok sayılmaya başlandı. Refah vaat edilen garip gureba daha da yoksullaşırken bakanlarının çocukları başta olmak üzere, zenginler daha zengin, fakirlerse daha fakir oldu. Giderek memur, işçi, emekli toplumsal ve ekonomik haklarından yoksun duruma getirildi. Dokunulmazlık zırhına daha da çok sığınılarak yurttaşın dertleri göz ardı edilip, yola devam edildi. Özelleştirme paranoyasıyla vatan topraklarının altı üstü, iktisadi devlet kurumlarının en çok gelir getirenleri acımasızca satıldı. İşsizlik oranı giderek yükseldi. Açlık ve sefalet ölçüsüz çoğalım gösterdi. Bunlar ve iflaslarla birlikte onurları yok sayılanlarda daha öncelerde görülmedik şekilde intiharlar, acımasız cinayetler siyasetin de yarattığı ürkütücülükler korku toplumunu oluşturdu. Bu durumda yakınlaşan seçimlerde iktidarı kaybedeceği endişesinin telaşıyla kendilerini korumaya almaya yöneldiler. Önce bu durumu eleştiren gazeteci yazarları, akil adamları -yandaş medyayı var gücüyle maddi ve manevi desteklemesine karşın-, durumu köşelerinde ortaya koyan namuslu, yurtsever, Atatürk ilkelerine bağlı gazetecileri, ilim adamlarını, askerleri, karşıt yapıdaki televizyon sahiplerini susturmak amacıyla tarihi övüncümüz olan Ergenekon adını küçültücü yapay tertiplerle Silivri özel mahkemesini oluşturdular. Onları aynı yerdeki zindana kapattılar. Her biri iki yılı hatta üç yılı aşkın süredir hüküm yemedikleri halde Guantanamo mahkûmları gibi savunmaları bile suç sayılarak neyle suçlandıklarını da bilmeden tutukluluklarını mahkûmiyet durumuna getirdiler. Duruşmaları gidip görebilenler bu uydurma yapay mahkemenin Yassıada duruşmalarından bile beter olduğunu söylüyorlar. İşte bütün bu nedenlerle yaklaşan seçimlerde iktidarını kaybederek, bunların hesabının Yüce Divan’da verileceği endişesiyle önleyici anayasa (Bana-yasa) paketini hazırladılar. Bunu yaparken toplumdaki kanlı PKK cinayetleriyle ona eşdeğerdeki diğer yıkıcı sorunları görmezden gelerek, Meclis’teki partileri, anayasa bilicilerini yok sayarak tek başlarına taslağı hazırladılar. Adını da 16 kez değiştirilmiş olan, halkımızın tepkili olduğu “12 Eylül Anayasası’nı değiştiriyoruz” masalıyla özdeşleştirdiler. 12 Eylül’dekinden beter olan yasayı Meclis’teki kendi milletvekillerinin sayılarının yetmezliği nedeniyle referanduma götürdüler. Yüksek Seçim Kurulu yasal süre gereği halkoylaması için 12 Eylül gününü saptadı. İktidarla muhalefet partileri işi gücü bırakarak meydan mitingleriyle halkı “Evet” veya “Hayır” seçeneğine yönlendirme savaşımına doğal olarak soyundular. Gene doğal olarak, muhalefet partileriyle anayasa uzmanları 26 maddelik bu yasanın devlet erkinin üç temel kurumlarından biri olan “Yargı”nın baş unsurlarından HSYK ile Anayasa Mahkemesi üyelerini oluşturmada gelecekte Yüce Divan’dan kurtulmak için üye sayısıyla seçimlerini AKP’nin tekeline alacağını, toplumun demokratik yasal haklarının gasp edileceğini, ülkeyi karış karış dolaşarak meydanlarda toplananlara anlatmaya çalışıyorlar. İktidar tüm güç odaklarını kullanarak bunda “Evet” imtiyazını sağlarken, muhalefet canını dişine takarak, “Hayır”ın nedenlerini anlatmaya çalışıyor. RTE her zamanki haliyle halkı “Evet” demeye mecbur ederken, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu başlangıçta boy-soy çatışmalarıyla “Kayıkçı dalaşmasına” sürüklediyse de çok şükür 400 bin kişinin 22 Ağustos’ta coşkuyla toplandıkları Çağlayan Meydanı’nda RTE’nin dümen suyundan uzak kalarak halkın demokratik senedi olan anayasa gerçeğini özlü bir üslupla anlatma hünerini gösterdi. Bunu mutluluk duyarak kutluyorum. Ayrıca CHP İl Başkanı Berhan Şimşek’in de gece gündüz demeden İstanbul’un ilçe ve mahallelerini dolaşarak halkını kucaklamasını takdirle karşılarken örgütün de aynı enerjiyi göstermesini temenni ediyorum. CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Derin ve Kirli!.. Faşizmin Ayak Sesleri Artık Beyinleri Sarsıyor!.. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 26 AĞUSTOS 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 Referandum promosyonu: Bir evet oyuna bir evet oyu bedava! Eskişehir Ahmet Önen: “Eskişehir, Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in yaptıkları ve Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın yazdıklarıyla ilçe olmayı çoktan hak etti!” Rekor Ertan Somunkıran: “AKP’li Esenler Belediyesi, Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmek için, 41 bin 120 kişilik iftar sofrası kurmuş. Eskiden Allah için ibadet esastı, şimdi rekor kırmak için!” Kavak Hikmet Keskineğe: “Kavak ağacında da boy vardır ama kerestesinden ya kibrit çöpü yapılır ya da takunya!” YağmurDeniz Padişah ne eylerse güzel eyler DEVLET gerekirse teröristlerle masaya otururmuş. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah “önemli olan terörü devre dışı bırakmaktır” demiş. İmralı’daki Sayın Abdullah ise terörü devre dışı bırakmak için hükümete yardım etmeye hazır olduğunu söyler dururmuş. Civanımın padişahı Fatih Sultan Recep örneğin Kürtlerin özerkliği konusunu ağzında geveler fakat Kürtler böyle bir öneriyi gündeme getirince susup nabız tutmayı yeğlermiş. Padişahım ne eylerse güzel eylermiş! Fatih Sultan Recep sabahtan akşama kadar susacak değil ya. İstediği zaman istediği gibi konuşur, istediği açıklamayı istediği gibi yaparmış. Teröristlerle görüşmemiş amma ve lakin devletin kurumları terör örgütüyle görüşürmüş. Yani diyor ki, “ben görüşmem amma benim müsteşarım benim polis şefim, benim valim, benim istihbarat elemanım, benim muhbirim, benim gazetecim, benim işadamım, benim bakanım, benim her türlü adamım gider görüşür konuşur benim çizdiğim çerçeve içinde benim adıma pazarlık bile yapar! Buna kim karışır! Kimse karışamaz. Biraderim Abdullah da aynen benim gibi düşünüyor. Yeri geldiğinde diplomatlarım yeri geldiğinde özel kuvvetlerim ve hatta ben izin verirsem “teseke”ye bağlı askerler devreye girebilir.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ANKARA’DAN bir grup Cumhuriyet okuru, Silivri’deki toplama kampında bitmeyen duruşmalardan birini izledi geçen hafta. Okurlardan Hamza Saykan, duygu ve düşüncelerini paylaşıyor: “Sevgili Mustafa Balbay, İlk defa seni ve orada bulunanları izleme olanağı buldum. Verilen aralarda bizlere umut aşılayan canlı gülümseyişin ve hepimize adlarımızla seslenişin yok mu? Bir kez daha güçlü bir kişiliğin ve dayanma gücün olduğunu kavradım. Ankara’dan Cumhuriyet okurlarıyla birlikte büyük bir umutla seni de almaya, Ankara’ya birlikte dönmek üzere gelmiştik. Aralarda Yağmur’la koklaşmaların içimizi burktu ve bana 1982’de kısa dönem askerliğimi anımsattı. Henüz iki aylık oğlumu bırakıp Erzincan’a vatan görevimi yapmaya gitmiştim. Yanıma da oğlumun kundak içinde bir fotoğrafını almıştım. Verilen her dinlenmede göğüs cebimden o fotoğrafı çıkarır, dinlenme boyunca ona bakardım. Bakardım, ama hiç doymazdım. Bir ay kadar sonra o fotoğrafı kaybettim. Günlerce aradım, bulamadım. Bulmaktan umudumu kestiğim bir anda, on gün sonra fotoğrafı başka bir bölüğün kantin camında asılı gördüm. Ona doğru nasıl seğirttiğimi şimdi bile anımsıyorum. Yitik bulmak güzel şeydir. Sen Yağmur’a sarıldığında bunu anımsadım. Ne zaman Batıkent’te bir söyleşi için çağırsak gelirdin. Sanırım dört söyleşi yaptık. Laf aramızda gazetede senin bir başka yerde söyleşin olduğunu okusam içten içe bir kıskançlık da duyar gibi oluyordum! Bizdeki bir söyleşinde izleyenlerden biri kendi düşüncesini aktarırken ‘Dağ ne kadar yüce de olsa bir yol vardır’ diye bir özlü söz söylemişti. Sen bir iki makalende bu sözü kullandın. Bu söz yine güncel, değil mi? Çok sevdiğim bir arkadaşımın umarsız durumla karşılaştığında kullandığı sözü paylaşmak isterim: ‘Sabırla koruk helva olur!’ Duruşma bitince de bizlere ‘Sabırlı olun, sakin olun’ diye seslendin. ‘Üzülmeyin’ dedin. Sanki biz tutukluyduk da sen bize teselli veriyordun. Büyüklüğünü bir kez daha anladım. En son gözümden ne zaman yaş geldiğini anımsayamıyorum ama karar açıklanınca gözümden süzülen yaşlara engel olamadım. Evet, Balbay! Dağ ne kadar yüce de olsa bir yol vardır; sabırla koruk helva olur! Yine güzel söyleşilerinde buluşacağız. Senin büyüklüğünden korktukları için seni orada tutuyorlar. Hoşça kal, dostça kal. Seni seviyoruz.” Balbay’a HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Başõ aslan başõna benzeyen, Çin kö- kenli bir refakat kö- peği... Tavlada “üç” sayõsõ. 2/ İstenilen nitelikleri taşõyan... Nilüfer cinsinden bir bitki. 3/ Hõristiyan. 4/ Karlõ havada ka- natlarõ õslandõğõ için uçamayan keklik. 5/ Ortodokslarda tah- ta pano üzerine ya- põlan her türlü dinsel res- me verilen ad... Tuzağa düşürülen şey. 6/ Cilve... Havaalanlarõnda bulunan ve çevredeki uçuşlarõ de- netlemeye yarayan sis- tem. 7/ “Çok önemli kişi” anlamõnda uluslararasõ kõ- saltma... Küçük akarsu. 8/ Çabuk ve doğru anla- ma, zihin açõklõğõ. 9/ Or- ganik maddeleri eritmekte kullanõlan, eter kokusunda bir sõvõ... Satrançta bir taş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çok sevimli, neşeli ve oyun sever bir Japon köpeği... Bir nota. 2/ İnce dantel... Elçilik ya da konsolosluklarda çalõşan koruma memuru. 3/ Bir akõşkanõn çekinme ve sürtünme kuv- vetleri nedeniyle akma eğilimine karşõ gösterdiği iç direnç. 4/ Nâzım Hikmet’in soyadõ... Kasõmpatõna benzeyen bir çi- çek. 5/ Tuzlanmõş ve deri tuluma bastõrõlmõş peynir... Japon lirik dramõ. 6/ Ordu’nun Perşembe ilçesinin eski adõ... Ye- men’in ekonomik başkenti. 7/ Kuran’õ güzel, yüksek sesle ve usulünce okuma. 8/ Kenar süsü... Sebze bahçesi. 9/ Çu- kur yer... Pokerde, bir oyuncunun önündeki paranõn tümü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 S E L S E B İ L I R A K O N A K V İ N Ç A T L I S D A R İ L O R O K O B U R Y A N A Ş M A O A Y L İ H A F A P O Ş İ T İ A Z İ Z S P İ L 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Uzun zamandır bilinen, görünen ve de gözlerden uzak tutulmaya çalışılan gerçek, referandum sürecinde iyice sırıtmaya başladı... İktidar, can havliyle attığı her adımda derin ve kirli izler bırakıyor!.. Panik o derece elle tutulur hale geldi ki; Tayyip Bey propaganda yapmak üzere çıktığı “Siyaset Meydanı”nda Ali Kırca’nın bir sorusunu beğenmeyince celallenip fırça atıyor, sonra da programı erken kesiyor!.. Daha üç gün önce “hayır oyları en az yüzde 60” balonunu üfüren Bülent Arınç, “Hayır oyu yüzde 80 de çıksa istifa yok. Oylarımız ancak yüzde 7’ye düşerse gideriz” komedisini oynamak zorunda kalıyor!.. Peki, niçin bu denli panik içinde, bu kadar sinirli, bu kadar öfke dolular?.. Çünkü derin ve kirli ilişkiler, perde arkası anlaşmalar, Fethullahçı cemaatin polis ve yargı içinde nasıl etkin hale geldiği, Ergenekon sürecinin bu cemaat mensupları tarafından nasıl yaratıldığı bir bir ortaya çıkıyor da ondan!.. İktidar yanaşmalarının mide bulandıran komiklikte savunma ve saldırıları da işe yaramıyor... - Tayyip Bey ve adamları tel tel dökülüyor!.. Hayır oylarının açık ara önde olduğunu görünce son çare olarak Abdullah Öcalan’a sarıldılar ancak İmralı mahkûmu bu kez işi sıkı tutmaya kararlıydı. Bu kez başrolde olduğunun, onun işaretiyle “eylemsizlik kararı” alındığının bilinmesini istiyordu!.. Nitekim öyle oldu!. Kandil’deki elebaşı Murat Karayılan, devletin Öcalan’la anlaştığını açıklayıverdi. Tayyip Bey önce “şerefsizler” dedi. Ardından çıktığı televizyon programında “Siyasi irade değil, devletin istihbarat kurumu görüşmüş olabilir” deyiverdi... Yani bizlerin, MİT’in siyasi iktidarın onayı, talimatı olmadan kendi başına Öcalan’la görüştüğüne inanmamızı bekliyor... - Gülmeyin lütfen!.. Habur kepazeliğinden sonra PKK ve Öcalan ile perde arkası görüşmelerin, pazarlıkların devam ettiği, “Evet” oyuna karşılık neler vaat edildiği de bir bir ortaya çıktı tabii!.. Ellerinden gelse, “evet” oyu için her şeyi verecekler ama ahh şu Türk kamuoyu yok mu?!.. Bu, son günlerde olanca çıplaklığıyla ortaya çıkan ilk derin ve kirli izdi.. Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet, Bugün Cemaat” isimli kitabı ise üstüne tüy dikti!.. İktidar ve tetikçilerini dumura uğratan kitapta Hanefi Avcı neler diyordu bakalım: - Yaşanan olaylar bir cemaatin devlet içindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir. Karşımızdaki kişiler polis, hâkim ve savcı değil, cemaatin elemanlarıdır.. Ergenekon’un varlığı konusunda hiçbir ciddi emare yoktur. Danıştay saldırısını Ergenekon veya benzeri gruplar tarafından yapılmış olacağına mevcut delillere bakarak kimse beni ikna edemez. Bu iddialar zorlamadır.. Gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir. Bu işler emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı doğrultusunda, cemaatin talimatı ile gerçekleşiyor... Yaa işte böyle!.. Kitapta daha neler var neler ama maalesef benim yerim yok!.. Yurdunu ve halkını cemaatin üstünde tutan ve gerçekleri açıklayan Hanefi Avcı saygıyı ve teşekkürü sonuna dek hak ediyor... Şimdi sıra, sözünü ettiği karanlığın uşaklarından kurtulmakta!.. - Bunu da ancak siz, bu ülkenin aydınlık insanları başarabilir, haydi göreve!.. Bir Yurtsevere Mektup (76) Sevgili kardeşim Balbay, geçen hafta Silivri Mahkemesi’nde seninle, sevgili Tuncay’la kısacık görüşmemizi gittiğim her yerde anlatıyorum.. Nasıl dik, nasıl yiğit bir duruş sergilediğinizi, dışarıdakilere nasıl moral verdiğinizi herkesle paylaşıyorum.. Dışarıda yaşanan kepazelikleri izliyorsundur, Hanefi Avcı’nın kitabı iktidar ve yanaşmaları için tam bir “soğuk duş” etkisi yarattı. Kamuoyu için de müthiş bir “uyarıcı” etkisi oldu!.. Son günlerde nedense dilimde hep Candan Erçetin’in şarkısındaki şu nakarat: - Bazıları geldi gider, bazıları gitti gider!.. Ceberutluk ve vicdansızlık da bundan kaynaklanıyor zaten!.. Seni ve tüm yurtseverleri sevgi ve özlemle kucaklıyorum kardeşim... e-posta: [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle