23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
itaplar Adası SADIK ASLANKARA Fethi Naci'ye, nicedir birikmiş gönül borcuyla... E leştiriyi devekuşu gibi gören çok in- san var... Bunla- rın bir bölümü eleştiri- yi deve, öteki bölümü kuş gibi görebiliyor... Kim bunlar? Yazarlar elbette... Çünkü eleşti- riyi bir "erk sorunsah" bağlamında almaya eğilimli duruyor bir bölük yazar... Eleştir- men, yazısıyla erkini sarsıyor demek ki böylelerinin... Oysa eleştiri de bir yazınsal tür ilk önce. Ama ya- zar, romanının değil kendisinin ele alındığı kaygısı duyarsa olaca- ğı bu! Cel çık o zaman işin içinden... Yazınsal ürünler, sağlıklı uslam- lama yetisine sahip okura yönelik değil midir? Aptal olmayan okurun, bir romanla bunun üzerine yazıl- mış eleştiriyi değerien- dirip ayırt etmede ye- tersiz kalacağı düşü- nülebilir mi? Bu çerçe- vede yazarın, kendini tutamayıp eleştiriye yanıt vermeye kalkış- ması ya da eleştirinin bir biçimde okuru ya- nıltacağı kaygısıyla buna karşı çıkması yalnız okuru aşağıla- makla kalmaz, kendini deküçükdüşürür... Uygar insan, yazanları değil, yazılanları konu edinir kendine. Bunu alınganlık konusu yap- maz. Ataç, beğenilme- yen eleştiriye kulak tı- kamayı önerirdi dene- melerinde. Bir başkası- nın kaleme aldığı yazı- dır madem, ilgilen- mezsiniz! Eleştiri devekuşu mudur?Tam bir yıl önce "Kitaplar Adası"ndaki bir yazımdan ötürü (Bak.: "Dişil Eleştiri", 30.7.09) Lacivert dergisinde (Eylül-Ekim 09) yer alan "yanıf'ının ardından, 13.12.09'da bu kez Adımdan Önce (Siyah Beyaz, 2009) adlı kita- bını imzalayıp yollamasın mı Mürselin Kurt? İlk kitap, ilk roman, bir romanik... Herkeslerin ilk kitaplannı öpüp başıma koyarken Kurt'a sırt dönecek değildim ya? İLK ROMANIYLA MÜRSELİN KURT... Mürselin Kurt, yayınevine gönderirken belli ki "Roman Hakkında" sunuş eklemiş dosyasına, "saygılanmla" deyip nokta koymuş... Ne olur olmaz tümünü okumazlarsa yapıt üzerine bilgi- lenmiş olurlar diye düşünmüş herhalde... Ya- yıncının böylesi bilgi notunu romana eklemesi- nin başka açıklaması olabilir mi? Kurt, erişkin yaşa gelmiş anlatıcının, çocuk- luğuna geri dönerek annesi-babası, ablasıyla yaşadığı günlerini getiriyor önümüze... Anne baba, köy yaşamının ağır koşullan altında sü- rekli aralarında kavga edip kızlanna bağınp ça- ğınrken öte yandan yaşamla boğuşurlar. 1970'ler; elektriği bile olmayan bir ev, ablanın sokak lambası altında ders çalıştığı günler, ağır tanm işçiliği kadar boylannı aşan ev işleri... Bütün bunlara karşın sessiz sevinçler, özlem- lerle yaşanan çocukluk. Kızlann anne baba şiddetiyle, yalnızlıkla ge- çen yıllan hep incinmişlikle sürer. Yıllar sonra yaşadığı şiddeti şöyle yorumlayacaktır anlatıcı: "...Şiddetin şekli ne olursa olsun, işlevi aynı: teslim almak. (...) Aslında hepimizinki güçlü olana bir çeşit teslimiyet değil mi? Elbette güç- lü olanı bir gün alt edebileceğimiz yolu keşfe- dene kadar." (80) Yaşadığı şiddete ileride taciz de eklenecektir anlatıcının. Ayrıca annesinin kendini sevmediği kaygısı duyar anlatıcı hep. Ablasını adıyla çağırırken ona bir kez bile sesienmemiştir annesi. Ne var ki biz anlatıcının adına (Gülce) 168 sayfalık ro- manın 84. sayfasında rastlıyoruz ilk kez. "...Bi- rine (.) yalnızca daha sık Gülce dediği, adı(n)ı diğerierinden daha ahenkli söylediği için âşık olduğu"nu (86) söyler anlatıcı. Düşündüm, an- nesi tarafından anılmayan roman kahramanı nasıl tepki verir? Annesi gibi mi yapar, sıklıkla anar mı adını? Yazar, anlatıcının çocuklukla erişkinlik ara- sındaki günierini bakışımsız, ardışımsız bir sı- rayla yerleştiriyor. Köpürtülü bir dile sahip Kurt; eksiltiyi savsaklamayan, diyeceklerini kısa tümcelerle, yapyalın söyleyiveren bir biçem. Ah bir de "şiddet" konusunda ille bir şeyleri araya sıkıştırıverme gibi evecenliği olmasa yazarın... Bu arada içeriden bakışla getirdiği iki çocuğun yanında anne-baba, dede (annenin babası), Gülümser Teyze vb. kahramanların da iyi yapı- landırıldığı gözleniyor. Sonuçta ilk roman olarak düzeyli, nitelikli bir kitap sayılmalı Adımdan Önce. Ama kitap keşke bir gençlik romanı olarak kotarılsaydı di- ye düşünmeden de edemedim doğrusu. ROMANCI "FABRİKA'SI, ELEŞTİRMEN "ZUHUR"U... Son haftalarda on kadar roman üzerinde durdum. Bunlann büyük bölümü ilk romandı... Kim üzerinde duracak bu romanların? Günümüzde öylesine roman yayımlanıyor, bu öylesine pompalanıyor ki, şaşmamak elde değil! Insanlar okumuyor, ama belli, durmadan yazıyor... öyle yazarlarımız var ki yazdıklan okuduklarından kat kat fazla sanki. Gelin Ahmet Oktay'ın o unutulmaz Romanı- mıza Ne Oldu?'da (Bak.: Emperyalizm, Ro- man ve Eleştiri içinde, Ithaki, Bütün Yapıtlan- na Doğru, 5. Cilt, 2010,196 vd.) dile getirdikle- rini anımsayalım... Bakın ne diyorOktay, hem de on yıl önce: "...Türkiye kitap endüstrisi (.) romancılar üre- tiyor. (...) Sanki Istanbul'un çeşitli semtlerinde ve yeraltında romancı fabrikaları kurulmuş." "...Parasal saptamanın... son derece kışkırtıcı olduğu açıktır. (...) ...Roman türünün tecimsel şansının küçümsenemeyeceği anlaşılmakta- dır." "Satıştan başka elimizde hiçbir yazınsal ölçüt kalmadı. Bir romanı roman yapan değer- lerin ve bir romanın yeniliğinin ne olduğunu kimse soruşturmuyor. Eline kalem alan her okur-yazarın, potansiyel romancı olduğuna inandırılmış durumdayız." "Yazınsal magazin basını, son aylarda göz- den kaçmayacak ölçekte eleştirmen de üreti- yor. ...Yeni romancıyla birlikte onun yeni eleş- tirmecisi de zuhur ediyor. Bu yeni eleştirmeci- lerin yazınsal/düşünsel birikimlerinden pek emin olamasak bile yazılarındaki kendini be- ğenmişlikten, aşırı özgüvenden kaynaklanan pervasızlıktan ve hepsinden öte, reklamcı-pa- zarlamacı biçim/biçemden emin olamazlık edemeyiz." At izinin it izine kanştığı böylesi bir dönemde yazınsal temelde değer taşıyan, belli nitelikteki romanlar kendilerine nasıl yer bulacak? Birkaç yıl önce Damar dergisi yönetmeni şair Özgen Seçkin'den aldığım yazılı kısacık not, bu alan- da çekilen sıkıntının ipucu gibi görülebilir: "Bir dostumun... romanını gönderiyorum. Değer- lendirmeni bekliyorum." Böyle bir nota gönül koymak olası mı? Öz- gen bir kayırma değil, değerlendirme bekliyor, belli ki romancı arkadaşının bu yönde sıkıntı çekeceğini düşünmüş. Yazınımıza şunca yıl katkıda bulunmuş birinin böyle bir istekte bu- lunması çok mu görülmeli kendisine? YAZAR-ELEŞTİRMEN ARASINDAKİ KIRILCAN İLİŞKİ Geçen yıl tiyatro mevsiminin açılışına rastla- yan 1 Ekim tarihli "Kitaplar Adası" yazısını, özellikle genç oyun yazarlanna özgülemiş, bu arada A.Kadir Bozkurt'un dosya halinde oku- duğum Ölümün Kıyısında adlı oyununa da değinmiştim. Yazının ardından Bozkurt'tan bir ileti aldım: "...Cumhuriyet gazetesinin kitap ekindeki yazınızda adımı görünce teşekkür etme gerek- sinimi duydum.../ Özellikle "güne yanıt vere- cek oyunlar" kavramı düşünmeme yol açtı. Ay- nı dönemlerde yazılan oyuniarın -olumlu ya da olumsuz- birçok ortak noktalarının bulunması da beni şaşırttı; yalnızca kendinizin yaptığınızı düşünerek yazıyorsunuz ama bakıyorsunuz ki, aynı dönemde birçok yazar sizin yaptıklarınız- dan farklı bir şeyler yapmamış...// O oyun dı- şında yazdıklanmı aynntılı olarak anlatmak ye- rine (...) roman(lar)ımı Kitaplar Adası'nın arşi- vinde yer alması için tarafınıza iletmek isterim." A.Kadir Bozkurt, Ölümün Kıyısında adlı dosyasındaki düzeyli soyutlayımı, bunun dil- sahne bağlamındaki yansımasında sergilediği özenli tutumuyla dikkatimi çekmemiş değildi. Bu kez yayımlanmış iki romanını ulaştırdı genç yazar çabucak: A.Kadir B. imzasıyla Pentag- ram tarafından yayımlanan iki roman: Bitimsiz Yol (2007), Kibrit Kutusu (2008). 28 Ocak'taki "Kitaplar Adasfnda bunlara yer açınca A.Kadir B.'den bir ileti daha geldi: "Ya- zınızı görünce, daha doğrusu yazınıza hazırhk- sız yakalanınca büyük bir şaşkınlık içinde kal- C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYl 1 0 6 6 dım. Size teşekkür etmek istiyorum. ...Yaşadı- ğım duygu ve düşüncelerimi blog sayfamda dile getirmeye çalıştım... /.../ Yazdıklarıma karşı gösterdiğiniz duyarlılığa tekrar teşekkür ediyorum..." Kadir'in sözünü ettiği, bana da bir kopyasını gönderdiği yazısı, "Yazarlık Yolculuğunda Bir Adım Daha..." başlığını taşıyor. Bu yazısında şunları söylüyor A.Kadir B.: "Ben yazarlann ya da yazdıklarının eleştir- menler tarafından değerlendirilmesi için bir ta- nıdık, bir hatır gönül, bir çıkar ilişkisinin zorunlu olduğunu düşünürdüm. 28 Ocak 2010 tarihli Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde, M. Sadık Aslankara'nın 'Kitaplar Adası' köşesindeki ya- zısını okuyunca, benim öngördüğüm düşünce- nin bir önyargıdan öte olmadığını anladım." Yazısının burasında, oyun dosyasından kal- karak yaşadıklarını anlatan Bozkurt, şunları ek- liyordu: "Hiç tanımadığım birinin, işi bu tür yazılan köşesine taşımak olsa bile, önüne gelen çok sayıda dosyanın arasından iki romanımı oku- ması ve değerlendirme yazısını 'Kitaplar Adası' köşesine taşıması eleştiri kurumuna bakışımı bütünüyle değiştirdi. Yazarlık yolculuğunda yol almaya çabalarken hatır gönül ilişkisinin zorun- lu olmadığını gösteren M. Sadık Aslankara'ya teşekkür etmeyi bir görev kabul ediyorum. / Bu satırlarım da yazmaya meraklı olanlara umut ışığı olsun!/ Bir eleştirmenin yazdıklarını değer- lendirme konusuna gelince de; kimini beğenir- siniz, kimini beğenmezsiniz, bazen yüksek beklentilerinizle aradığınızı bulamazsınız, bazen tam tersidir, çoğu zaman yanlış anlaşıldığınızı düşünürsünüz; önemli olan sizin için yararlı olanını yazının içinden çekip almaktır. Eğer ye- terince üretkenseniz, değerlendirme yazılarına yenileri eklenir ve zamanı geldiğinde -siz yaşı- yor olursunuz ya da olmazsınız- emeğinizin karşılığını alırsınız.../ En azından ben böyle dü- şünüyorum..." Yukarıdaki satırlar bir olgunluğun, alçakgö- nüllülüğün dile getirilişi elbette. Ama yazarla eleştirmen arasındaki ilişkinin bir kırılganlık ze- mininde yol aldığını ele veriyor aynı zamanda. Ateşin Külü Suyun Mili (Pupa, 2008) adlı ro- manına değindiğim Meliha Akay'dan da şöyle bir ileti geldi: "Bugün Cağaloğlu'nda bir dostumuzu ziya- rete gitmiştim. Daha hatır bile sormadan bana yazıyı gördünüz mü, diye sordu. Ne yazısı, ne- rede der demez Cumhuriyet'in Kitap Eki'ni önüme koydu. Bir solukta okudum. Gerçekten sürpriz oldu benim için... /Eleştiriniz için, ro- manıma sayfanızda uzunca yer verdiğiniz için, emeğiniz için içtenlikle teşekkür ederim." Bunlar, kırılganlığa yol açmayan ilişkileniş bi- çimleri. Bir de Hulki Aktunç'un dile getirişi var: "Hepimizin tanıdığı bir tip: Beni yargılayacak eleştirmen yoktur, der. Varsa, ya beni övmeli ya da beni övmelidir. Beni yermekteyse, ne eleştirmeni kardeşim, böyle eleştiri zaten yok- tur. Hatta yok edilmelidir." (Cumhuriyet, 21.6.2010) Kendi payıma hiçbir zaman, hiçbir ortamda eleştirmen olduğumu söylemedim. Bu yöndeki yargımı yazılarımda da paylaşıyorum zaten. Ne ki pek çok kişi, yazarlığımın yanında eleştir- menliğime vurgu yapıyor. Yazınsal eleştiri, öte- den beri ilgi duyduğum bir alan. Bundan ötürü, bu yönde sürecek bir kol kolalığın yazarlığımı besleyeceğini düşünürüm kendi payıma. Peki bütün bunlann ardından eleştiriye deve- kuşu olarak mı bakacağız? Deve değil iki ayak- lı, kuş değil, uçamıyor... Ama siz, siz olun ya- zınsal eleştiriyi, kendi algınıza göre değerlendi- rip başkalarına gülme fırsatı tanımayın... İlle bir kuş yakıştırması yapılacaksa eleştiri- ye, kartal deniverir, olurgider... Dağları mes- ken tutmuş o kuşun vakarına bakarak siz de katılabilirsiniz belki böyle bir yargıya... Hadi gelin haftaya, yazarlann eleştiriden ne- ler kazanabileceğine göz atalım birlikte... • SAYFA 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle