Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Neyi Nasıl Yazmalı?
Başlıyorum yazmaya... Birkaç satır sonra
durup okuyorum kâğıda düşenleri... Ne kadar
gereksiz bir konuya takılmışım. Yeni bir ordu
kurmak isteğinin yanlışlığını belirtmeye
kalkmışım... Nazi Almanyası’nda bir SS ordusu
vardı, onun gibi bir şey mi oluşturulması
isteniyor?.. Yok olamaz öyle şey! Kim akıl
ediyorsa saçmalıyor! Ben de aynı saçmalığa
girsem mi?
Başka şeyler var yazılması gereken...
Halkoylamasına ne kadar zaman kaldı?
Temmuz bitti bitecek. Ağustos geçip gider,
gelir sana Eylül’ün on ikisi...
Bende de anılar canlanır. 1980’in 12 Eylül
gecesi... Gece yarısı bir telefon. Bir genç
arkadaş fısıldar: “Asker geldi ağabey.” Kapanır
telefon. Asker geldi sıkı dur, aman dikkat et, mi
demek ister?
Çıkıp balkona yerleşirim. 12 Eylül sabah
ezanını duyarım. Derken bir cip; yandaki
apartmanın kapısında iki asker iner, az sonra
çıkar bize doğru yaklaşır. Ne, beni almaya mı
geldiler? Yok, geçer giderler. Güneş doğar.
Kimi aramalı, kimden bir şey öğrenmeli?
Ne olur ne olmaz diye bir çantaya bir iki
parça gömlek, fanila tıkmışım. Elimin altında
her şey hazır olsun..
TV’de anons “Sokağa çıkma yasağı var”.. Ne
yapıp da gazeteye gitmeli?
Taksi durağına telefon... “Ama nasıl
gideceksiniz” der karşımdaki, “Ben gazeteciyim
bir yolunu bulurum”.
Araba gelir, yollar bomboş. Cağaloğlu,
gazete, üst salonda birikmiş herkes, TV’de
Evren ve arkadaşları. Gülmeler, alaylı sözler.
Gençler daha farkında değil başlarına
geleceklerin, işin alayında. İlhan kolumdan
çeker. Girme gençlerin arasına.
Şimdi temmuz, balkonda oturulmuyor. Hele
otuz yıl önceki gecenin anıları da bir bir
dirilmeye başlamışsa!.. Geçti gitti 12 Eylül
1980, gelmişiz şimdi yenisine. Dalıp gitme
yeniden 1972’lere, 1980’lere...
Makineye taktığım kâğıt dolmuş bile! Ne
yazacağım derken bir şeyler yazılmış... Bir yazı
mı? Okurlara nasıl sunulur? Hele hele yeni
Tayyip ordusu kurulurken, bambaşka bir 12
Eylül bizi beklerken...
PENCERE
Son Pişmanlık Fayda
Verir mi?
Şah Rıza Pehlevi tahtta iken İran’ın anayasal
düzeni nasıldı?..
Anayasadan birkaç madde:
Madde 1 - İran’ın resmi dini İslam dinidir.
Madde 2 - Meclisin çıkardığı yasaların İslam
dinine aykırı olup olmadığını ulema (din
bilginleri) saptar.
Madde 11 - Şeriatın yasak ettikleri dışında,
bilim, sanat ve edebiyatın öğrenilmesi ve
öğretilmesi serbesttir.
Şah’ın İran’ı din devletiydi, anayasal
çerçeveyi şeriat çekiyordu.
Mollaya yetmedi bu devlet...
Daha siyah bir yaşam biçimi istiyordu
Humeyni, şeriatçılığın daha koyusunu
amaçlıyordu.
Muradına erdi.
Afganistan’da devrilen Başbakan Hikmetyar
koyu bir şeriatçı değil miydi?..
Laik devlet ister miydi?..
Hayır.
Taleban, şeriatçılığın dibini bulmak için
çırpınıp duruyor; ama, bulamaz.
Hıristiyanlık da Ortaçağ’da yobazlığın
kuyusuna indikçe inmiş; ama, karanlığın dibini
bulamamıştır; günahın, yasağın, bağnazlığın
sonu yoktur.
Peki, Refahçı, Türkiye’de ne istiyor?..
Dinci partinin yolu bir kez açıldı mı, ne
istediği önemli değil!.. Ardından daha koyusu
devreye girecek, geriye yarışın yoluna
cehennemin taşları döşenecektir.
Gerçekte bu yolun taşlarını merkez sağ
partiler geçmiş yıllarda kendi elleriyle döşediler.
Refah, o taşların üstünde yürüdü.
İran’da ilerici güçler, aydınlar, sol partiler
Şah’a karşı mollalarla işbirliği yaptılar, iyi
niyetleri vardı; özgürlüklere kavuşmak istiyorlar,
dincilerle birlikte demokratik bir düzen kurmayı
tasarlıyorlardı.
Tümü pişman oldu; kendi elleriyle kendi
kuyularını kazmışlardı; şimdi dövünüyorlar.
Ama iş işten geçti.
Bugün Türkiye’de yükselen şeriatçı akımların
avukatlığını yaparak ‘ılımlı İslam’ adı altında
dincilerle işbirliği yapanlar, kendilerini de halkı
da aldatıyorlar.
Bu yola girildi mi sonu gelmez.
“Siyasal İslam” dedikleri kavramın, çoğu
aydınımız, ne anlama geldiğini bilmiyor.
Şeriat İslam hukukudur.
Şeriat, yalnız devleti düzenlemekle kalmaz,
kişinin yaşamını en ince ayrıntısına değin
saptar; ‘ibadet’le yetinmez; aile, miras, ticaret,
borçlar gibi ‘muamelat’ta; ceza ve usul
hukukunda (ukubat) her şeyi kurallara bağlar;
yükümlülükleri sayıp döker.
‘Siyasal İslam’ denilen kavramda ‘şeriat’ı
dışlamak olanağı var mıdır?..
Siyasette bir kez dincilik yoluna girildi mi,
durulması olanaksızdır.
Ilımlı İslamın yolunu 12 Eylül faşizmi ‘Türk-
İslam sentezi’ne açtı.
‘Laik Türkiye Cumhuriyeti’ kavramından
ayrılan, felaketin yollarına taş döşemeye kalkan
aymazdır; insanlık tarihinde demokrasiye ancak
laiklik yolundan yürünerek varılır.
Son pişmanlığın fayda vermediği gerçeği
atalarımızın binbir deneyimiyle özdeyişe
dönüşmedi mi!..
(4 Ekim 1996 tarihli yazısı)
E
ski CIA ajanõ Reza Kahlili’nin
“İhanet Zamanı’’ adlõ kitabõ
nisan ayõnda ABD’de yayõm-
lanmõş ve çok tartõşma yarat-
mõştõ. Sonunda pek çok eleş-
tirmen içindeki bilgilerin doğruluğunu sa-
vunan kanõtlar ileri sürdüler. Son günlerde bi-
zim gazetelerimizde bu CIA ajanõnõn ağzõn-
dan İran’õn Türkiye’deki faaliyetleri açõkla-
nõyor.
Yazar, casusluk yaptõğõ bölümün Türki-
ye’de üç ana faaliyet alanõ olduğunu yazõyor.
Birincisi suikast ve bombalamalar, ikincisi
adam kaçõrma, üçüncüsü teşkilata yeni isim-
le kazandõrmak ve Türkiye’yi diğer ülkeler-
deki operasyonlar için bir üs olarak kullan-
makmõş. Yazar ekliyor: “Türkiye’deki laik
kişilerin İran konusunda duydukları en-
dişeler paranoya değildir.’’
Kitapta yazõldõğõna göre “İranlı ajanlar
Türkiye’de onlarca suikast düzenledi.
Seküler Türk yazarlar bu oprerasyonlarda
öldürüldü”. Örneğin bizim bilgilerimize
göre de Hüriyet Gazetesi Genel Yayõn Yö-
netmeni Çetin Emeç’i İran bağlantõlõ İsla-
mi Hareket grubu öldürmüştür.
Bu CIA ajanõnõn yazõlarõ neyi açõklõyor?..
Biz Türk kadõnlarõnõ “laikçi” gibi kü-
çültücü sõfatlarla anan ve alay edenlerin
maskesini indiriyor. Türkiye’nin götürülmek
istendiği tehlikeli yolun bilincinde olan ve
işini gücünü bõrakõp İran ya da Suudi Ara-
bistan gibi bir şeriat devleti olmamak için çõr-
põnan Türk kadõnlarõnõn haklõ olduğunu
gösteriyor.
Türkiye’deki uzantıları
Biz bazõ Türkler bu gerçeği ne zaman ve na-
sõl fark ettik? Kuşkusuz hepimiz her yerde
mantar gibi artan camileri, Kuran kurslarõ-
nõ, tezgâhlardaki sayõsõz din kitaplarõnõ, so-
kaklardaki örtülü kadõn ve sakallõ erkeklerin
bolluğunu, örtünen kadõnlarõn “sohbet” adõ
altõnda eğitildiğini görüyorduk. Kõsaca 1979
İran İslam devriminin İran’a getirdiği de-
ğişmelerin Türkiye’deki uzantõlarõnõ kaygõyla
izliyorduk.
Bu arada İran’da olanlarõ yazdõğõ için İran
dõşõnda yaşayan İranlõ aydõn yazar Amir Ta-
heri’nin, İran modelini açõklayan konuşma-
sõnõ bir dost toplantõsõnda dinlemiştim. Ta-
heri şeriat hükümlerinin uygulanmasõ ama-
cõyla İran’õn özellikle Türkiye’ye ihraç etmek
istediği rejime dikkatimizi çekiyordu.
Türk halkı neden görmüyor?
Ülkemizde olanlarõ değerlendirmeye ça-
lõştõğõmõz günlerden birinde muayenehane-
me İranlõ zarif bir hanõm geldi. Yaşamõnõ ve
problemini konuştuk. Ciddi bir depresyonu
vardõ, ilaçlarõnõ yazdõm. Reçeteyi çantasõna
itina ile yerleştirdikten sonra “Özür dilerim,
şimdi benim kişisel meselem dışında sizinle
başka bir şey konuşabilir miyim?” dedi.
“Bakın ben İranlıyım. Kocam İran Şa-
hı’nın yakını idi, bütün ailemiz Şah’la bir-
likte İran’dan kaçtık ve biz Kanada’ya yer-
leştik. İran’a dönmem mümkün değil ,
kendimi vatansız hissediyorum ve vatanı-
mın havasını koklamak için ülkenize ge-
liyorum” dedi. “Siz şimdi benim dokto-
rumsunuz, ama siz bir Türk kadınısınız ve
izninizle ben sizi uyarmak istiyorum. Tür-
kiye’ye her gelişimde büyük üzüntü du-
yuyorum. Çünkü camilerin, Kuran kurs-
larının, din kitaplarının, örtünen kadın ve
sakallı erkeklerin büyük hızla çoğalması
aynen Humeyni öncesi İran’a benziyor.
Şimdi sıranın Türkiye’ye geldiği ve aynı re-
jimin Türkiye’de kurulacağı söyleniyor.
Türk halkı İran’da din adına insan haya-
tının ne hale geldiğini nasıl bilmiyor, Türk
insanı bütün bu hazırlıkların arkasından
nelerin getirileceğini nasıl görmüyor, ne-
den tepki göstermiyor?..”
Bu İranlõ hanõm çok haklõydõ. Sözlerinin
doğru olduğunu biliyorduk, söylediklerinin
farkõnda idik ama ne yapabileceğimizi bil-
miyorduk. Bu sözler bende bardağõ taşõran son
damla oldu. Benim gibi duyarlõ arkadaşlarõ-
mõ aradõm, bir araya geldik, bir süre ne ya-
pabileceğimizi tartõştõk, en doğru yolun bir
dernek çatõsõ altõnda toplanmak olduğuna ka-
rar verdik ve 1989’da ‘Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği’ni kurduk. ÇYDD
olarak ilk çõkõşõmõz, Türkiye’nin irtica tehli-
kesiyle karşõ karşõya olduğunu büyük bir im-
za kampanyasõyla duyurmak oldu. Bunu, aka-
demik çevreden iş dünyasõna, binlerce ka-
dõnõn katõldõğõ İstanbul Çağlayan Meyda-
nõ’ndaki ‘Laiklik Yürüyüşü’ izledi. Her
fõrsatta konuşmacõlar çağõrõp toplantõlar dü-
zenledik, Anõtkabir’e gittik, diğer sivil top-
lum kuruluşlarõ ile birlikte toplumun dikka-
tini laiklik kavramõna ve dinin siyasallaşmasõ
konusuna çekmeye çalõştõk. Amir Taheri’nin
konuşmasõnõ küçük kitapçõk halinde ya-
yõmladõk ve olabildiği kadar çok kişiye ulaş-
tõrdõk.
Ama kapanma üniversitelerimizde yay-
gõnlaşõyordu. Kõzlarõmõzõn İslami yaşam tar-
zõna nasõl hõzla geçtiklerini görüyorduk. Ders-
lere uzun pardösülerle giriyor, erkeklerin ya-
nõna oturmuyor, erkek öğretim üyelerinin yü-
züne bakmadan ders dinliyordu. Eskiden
çok yakõn olan kõz arkadaşlarõ, kapanan ar-
kadaşlarõnõn kendilerinden uzaklaştõğõnõ ve ar-
tõk hiçbir şey paylaşmadõğõnõ söylüyordu. Kuş-
kusuz inancõ gereği kapananlar vardõr , ama
o yõllarda büyük bir kõsmõnõn parasal destek
aldõklarõndan sõnõf arkadaşlarõ emindi. Daha
önce bize her sõkõntõsõnõ açan ve sonra kapa-
nan bazõ öğrencilerden “Hocam sizinle ko-
nuşamam, çünkü bizi takip ederler” sözünü
duymak çok acõydõ ve çok şey anlatõyordu.
Sonuç
Bir ara bazõ öğrencilerimiz fõrsat bulduk-
larõ anda derslere siyah çarşafla girmeyi de-
nedi. Belli erkek öğrenciler de her koşulda
kendilerini destekdi. Tõp fakültesinde 5’inci
sõnõf dersime siyah çarşaf, sadece gözlerini ve
ağzõnõ açõkta bõrakan siyah peçe, siyah eldi-
ven ile giren kõz öğrenciye, “dekandan bir
yazı getirirse derse girebileceğini’’ söyle-
diğim zaman öğrenci küstah bir tavõrla “Ben
buraya sizin dersinizi dinlemeye geldim.
Beni buradan çıkaramazsınız” cevabõnõ ve-
rebilmişti.
O yõllarda Türkiye dõşõnda yabancõ yazar-
lardan bir kõsmõ, İran modeli şeriat hüküm-
lerinin Türkiye’ye ihraç edilme amacõnõ ta-
şõdõğõnõ kitaplarõnda yazdõlar. Ama Türki-
ye’de buna çok az insan inandõ. Şimdi, Re-
za Kahlili takma adõnõ kullanan eski CIA aja-
nõnõn, casusluk yaptõğõ sürede İran’õn Türki-
ye’deki faaliyetlerini açõklamasõ, bizim oku-
duklarõmõzla örtüşüyor.
Yazarõn, “İran Türkiye’de onlarca sui-
kast düzenledi, seküler Türk yazarlar bu
operasyonlarda öldürüldü” sözü önem-
le üzerinde durulmaya değer. Bu, büyük
olasõlõkla Muammer Aksoy, Çetin Emeç,
Bahriye Üçok, Turan Dursun’un acõma-
sõzca öldürülmelerine çok daha yakõndan
õşõk tutacaktõr.
Prof. Dr. Aysel EKŞİ Emekli öğretim üyesi
Reza Kahlili takma adõnõ kullanan eski CIA ajanõnõn, casusluk yaptõğõ
sürede İran’õn Türkiye’deki faaliyetlerini açõklamasõ, bizim
okuduklarõmõzla örtüşüyor. Yazarõn, “İran Türkiye’de onlarca suikast
düzenledi, seküler Türk yazarlar bu operasyonlarda öldürüldü” sözü
önemle üzerinde durulmaya değer.
Bir eğitim dönemini
daha bitirdik... Nitelikli
öğretmen yetiştirilmesi
ve istihdamõ; program,
içerik, yöntem, tekno-
loji ve öteki altyapõ so-
runlarõna kadar uzanan
yine çözülemeyen bir
yõğõn sancõnõn yaşandõğõ
bir dönemdi bu.
Kuşkusuz bu döneme,
sõnavlarõn yarattõğõ sõ-
kõntõlar içinde okullarõn
giderek dershaneleşme
sürecinden geçtiği, sis-
temde sõk sõk yapõlan ve
geçerliliği hep tartõşma-
ya açõk değişikliklere
yenilerinin eklendiği bir
dönem de diyebiliriz.
Tüm bunlarõn sonu-
cunda çocuklarõmõzõn
üzerinde yõllardõr süren
ve onlarõn gelişimlerine
bir katkõ sağlamayan,
ağõr baskõlarõn ve ciddi
biçimde ruhsal-zihin-
sel-bedensel hõrpalama-
larõn arttõğõnõ eklemeli-
yiz.Konuya sõnav baskõ-
sõ açõsõndan eleştiriler ge-
tirince bazõ savunmacõlar
“Sınav yapmayalım mı”
diyor. Aslõnda onlarõn da
çok iyi bildiği gibi sõ-
navlarõn bir gerçek ve
gereklilik olduğunu tar-
tõşan yok!.. Elbette sõ-
navlar sistemin doğal ve
önemli bir öğesidir ve
öyle olmalõdõr. Her bilgi
ve beceri kazanma süre-
ci ya da etkinlik sonunda
bir “ölçme” ve bir “de-
ğerlendirme” işleminin
gereğini ve önemini kim
yadsõyabilir ki?
Sorun bu değil; sorun
sõnavlarõn sayõsõ, sõklõğõ,
biçimi, içeriği, yöntemi
konusunda yoğunlaşõ-
yor. Bir de epeydir unut-
tuğumuz “sınavlar ne-
den var” ve “sınavların
amacı ne” sorusunu sor-
mak gerekiyor. Bu açõ-
dan bakõldõğõnda sõnav-
larõn “ne yapamamış”
olduğu kadar “ne ya-
pabildiği”ne odaklõ ol-
masõ; “seçme ve yer-
leştirme” kadar “tanı-
ma, tamamlama, ye-
tiştirme ve yönlendir-
me” işlevlerinin dikka-
te alõnmasõ önem kaza-
nõyor. Eğitim bir sis-
temse, bunlarõn bir bütün
olarak düşünülmesi, sis-
temin “girdi-süreç-
çıktı”larõnõn çoklu ve
geniş boyutlu bir bakõş
ve yaklaşõmla değerlen-
dirilmesi kaçõnõlmazdõr.
Sistemin “sistem” ol-
masõ da bu ana öğeler ve
tüm parçalar arasõnda,
aynõ amaca dönük, bir-
biri ile uyumlu ve birbi-
rini bütünleyen bir yapõ
kurulmasõnõ gerektiri-
yor. Peter M. Senge’nin
deyişi ile “Bir yağmur
fırtınası sistemini, bu
olaylar örgüsünün tek
tek parçalarını değil,
ancak tümünü birden
düşünerek anlayabili-
riz”. Başka bir deyişle
yağmur fõrtõnasõnõ oluş-
turan nedeni, onun par-
çalarõ olan havayõ, bu-
lutlarõ, õsõyõ, rüzgârõ an-
lamadan çözemezsiniz.
Sorun buradadõr.
Sõnavlar bu işin her
aşamada bireyi tanõma
ve yönlendirme, deği-
şim ve gelişimini izleme,
eksiklerini tamamlama,
bir üst sõnõfa ve üst eği-
tim kurumuna hazõrlan-
ma ana işlevini ötele-
miş, bunlarõ sağlayacak
bir “araç” olmaktan çõk-
mõş, bir “amaç” haline
getirilmiştir. Bu haliyle
sõnavlar, kendi görev ve
sorumluluk sõnõrlarõ ile
maksadõnõ çok aşan;
“olaylar örgüsünün tü-
münü” hep göz ardõ et-
tiğimiz korkulu bir fõrtõ-
na yaratmõş, toplumun
dengesini sarsmõş, ço-
cuklarõmõzõ baskõlayan
bir tehdit ve tehlike ha-
lini almõştõr.
Hem sõnavlarõn yarat-
tõğõ tahribatõn büyüklü-
ğünü, hem de bu sorula-
ra yanõtõn neden “ha-
yır” olduğunu aslõnda
Türk Eğitim Derneği
tarafõndan Mayõs
2010’da yayõmlanan
“Ortaöğretime ve Yük-
seköğretime Geçiş Sis-
temi” konulu çok kap-
samlõ ve önemli bir rapor
başkaca bir söze gerek
bõrakmayacak şekilde
açõklõyor. (Bu raporu in-
celemedinizse vakit ge-
çirmeden TED’in site-
sine girerek mutlaka
bakmanõzõ öneriyorum.)
Raporun daha “su-
nuş”undaki saptamalar
sorunun derinliğini ve
kapsamõnõ çok çarpõcõ şe-
kilde ortaya koyuyor:
“Türk eğitim sistemi sı-
navlara mahkûm olmuş
durumdadır. İlköğre-
timden yükseköğretime
kadar eğitimin her tür
ve düzeyi bir öğretim
kademesinden diğerine
geçişteki sınavların bas-
kısı altındadır. Okul-
larda eğitim öğretim sı-
nav odaklıdır ve sınav-
ların kapsamında yer
almayan konular ve
dersler işlenemez du-
rumdadır.”
Bu saptamada altõ çi-
zilen “baskı” sözcüğü,
beni özellikle etkiliyor.
Çocuklar üzerinde ya-
ratõlan “baskı”yõ, öyle
“biraz stres iyidir” ya
da “ne yapalım sistem
böyle” mantõğõ ile açõk-
layõp içimizi rahatlata-
mayõz. Her tür ölçüsüz
baskõnõn çocuklar üze-
rinde yarattõğõ tahribat,
zihinsel, bedensel ve
ruhsal gelişimi durdu-
ruyor ve geriletici bir
yõğõn etkiye yol açõyor.
Öyleyse kendi yarattõ-
ğõmõz bu baskı-korku-
kaygı sisteminin önünde
“öğrenilmiş çaresizlik”
tanõmõna uygun davra-
nõşlar gösteremeyiz, su-
samayõz, kabulleneme-
yiz.Tekrar vurgulamalõ-
yõm: Bu iş sadece okul-
lara bırakılamayacak
kadar önemlidir. Anne
ve babalardan (evden)
başlayan büyük bir se-
ferberlik gerçekleşme-
dikçe bu “baskıcı korku
düzeni”nin değişmesi,
çocuklar üzerinden ken-
dimizi kanõtlama, çocuk
ve genç istismarõndan
vazgeçmek olanaksõz
gözüküyor. Kısacası,
değişim önce kendi-
mizden, yani sorumlu
yetişkinlerden özellik-
le de anne babalardan
başlamalı, önce bizler
aynaya bakmalıyız.
Bu toptan değişim se-
ferberliği sadece sõnav-
larla ilgili yaz-boz dü-
zenlemeleri ile de bit-
miyor. Başka bir yazõ
konusu olan örneğin di-
siplin yönetmeliklerin-
den kõyafet yönetmelik-
lerine, ders dõşõ etkin-
liklerden törenlere ka-
dar yaratıcılığı yok
eden, kişilik ve kim-
likleri örseleyen, bire-
yi şablonlara hapseden
her tür kısıtlayıcı engel
ortadan kaldırılmalı,
sağlıksız ve mutsuz ço-
cuk ve gençler yaratı-
larak onların ve ülke-
mizin geleceği artık ka-
rartılmamalıdır.
Unutmayalõm Steven
Harrison’un dediği gi-
bi “Çocuk, öncelikle
çocuk olmak için ya-
ratılmıştır” ve onun ön-
celikli hakkõ; ruhsal, be-
densel, zihinsel bütünlük
içinde, sağlõklõ ve öz-
gürce gelişeceği ortam-
larda yaşamak, kendisi-
ni keşfetmesine ve ger-
çekleştirmesine fõrsat
vermek, mutlu olmaktõr.
Yetişkinler, bir yan-
dan kendilerini çocuk-
larõn ve gençlerin
“efendisi” gibi gör-
dükçe, öte yandan “haş-
lanmış kurbağa” gibi
davranarak bu baskı-
kaygı-korku düzenine
boyun eğdikçe, şuradan
şuraya gitmemize ola-
nak yoktur.
Bir Eğitim Yõlõ Sonunda Çocuklar ve Gençler
Erdoğan YILMAZ İstanbul Kültür Eğitim Kurumlarõ Genel Müdürü
Unutmayalõm Steven Harrison’un dediği gibi “Çocuk, öncelikle
çocuk olmak için yaratõlmõştõr” ve onun öncelikli hakkõ; ruhsal,
bedensel, zihinsel bütünlük içinde, sağlõklõ ve özgürce gelişeceği
ortamlarda yaşamak, kendisini keşfetmesine ve gerçekleştirmesine
fõrsat vermek, mutlu olmaktõr.
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Eski CIA Ajanõnõn Açõklamalarõ...
8.
BASKI