19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Neyi Nasıl Yazmalı? Başlıyorum yazmaya... Birkaç satır sonra durup okuyorum kâğıda düşenleri... Ne kadar gereksiz bir konuya takılmışım. Yeni bir ordu kurmak isteğinin yanlışlığını belirtmeye kalkmışım... Nazi Almanyası’nda bir SS ordusu vardı, onun gibi bir şey mi oluşturulması isteniyor?.. Yok olamaz öyle şey! Kim akıl ediyorsa saçmalıyor! Ben de aynı saçmalığa girsem mi? Başka şeyler var yazılması gereken... Halkoylamasına ne kadar zaman kaldı? Temmuz bitti bitecek. Ağustos geçip gider, gelir sana Eylül’ün on ikisi... Bende de anılar canlanır. 1980’in 12 Eylül gecesi... Gece yarısı bir telefon. Bir genç arkadaş fısıldar: “Asker geldi ağabey.” Kapanır telefon. Asker geldi sıkı dur, aman dikkat et, mi demek ister? Çıkıp balkona yerleşirim. 12 Eylül sabah ezanını duyarım. Derken bir cip; yandaki apartmanın kapısında iki asker iner, az sonra çıkar bize doğru yaklaşır. Ne, beni almaya mı geldiler? Yok, geçer giderler. Güneş doğar. Kimi aramalı, kimden bir şey öğrenmeli? Ne olur ne olmaz diye bir çantaya bir iki parça gömlek, fanila tıkmışım. Elimin altında her şey hazır olsun.. TV’de anons “Sokağa çıkma yasağı var”.. Ne yapıp da gazeteye gitmeli? Taksi durağına telefon... “Ama nasıl gideceksiniz” der karşımdaki, “Ben gazeteciyim bir yolunu bulurum”. Araba gelir, yollar bomboş. Cağaloğlu, gazete, üst salonda birikmiş herkes, TV’de Evren ve arkadaşları. Gülmeler, alaylı sözler. Gençler daha farkında değil başlarına geleceklerin, işin alayında. İlhan kolumdan çeker. Girme gençlerin arasına. Şimdi temmuz, balkonda oturulmuyor. Hele otuz yıl önceki gecenin anıları da bir bir dirilmeye başlamışsa!.. Geçti gitti 12 Eylül 1980, gelmişiz şimdi yenisine. Dalıp gitme yeniden 1972’lere, 1980’lere... Makineye taktığım kâğıt dolmuş bile! Ne yazacağım derken bir şeyler yazılmış... Bir yazı mı? Okurlara nasıl sunulur? Hele hele yeni Tayyip ordusu kurulurken, bambaşka bir 12 Eylül bizi beklerken... PENCERE Son Pişmanlık Fayda Verir mi? Şah Rıza Pehlevi tahtta iken İran’ın anayasal düzeni nasıldı?.. Anayasadan birkaç madde: Madde 1 - İran’ın resmi dini İslam dinidir. Madde 2 - Meclisin çıkardığı yasaların İslam dinine aykırı olup olmadığını ulema (din bilginleri) saptar. Madde 11 - Şeriatın yasak ettikleri dışında, bilim, sanat ve edebiyatın öğrenilmesi ve öğretilmesi serbesttir. Şah’ın İran’ı din devletiydi, anayasal çerçeveyi şeriat çekiyordu. Mollaya yetmedi bu devlet... Daha siyah bir yaşam biçimi istiyordu Humeyni, şeriatçılığın daha koyusunu amaçlıyordu. Muradına erdi. Afganistan’da devrilen Başbakan Hikmetyar koyu bir şeriatçı değil miydi?.. Laik devlet ister miydi?.. Hayır. Taleban, şeriatçılığın dibini bulmak için çırpınıp duruyor; ama, bulamaz. Hıristiyanlık da Ortaçağ’da yobazlığın kuyusuna indikçe inmiş; ama, karanlığın dibini bulamamıştır; günahın, yasağın, bağnazlığın sonu yoktur. Peki, Refahçı, Türkiye’de ne istiyor?.. Dinci partinin yolu bir kez açıldı mı, ne istediği önemli değil!.. Ardından daha koyusu devreye girecek, geriye yarışın yoluna cehennemin taşları döşenecektir. Gerçekte bu yolun taşlarını merkez sağ partiler geçmiş yıllarda kendi elleriyle döşediler. Refah, o taşların üstünde yürüdü. İran’da ilerici güçler, aydınlar, sol partiler Şah’a karşı mollalarla işbirliği yaptılar, iyi niyetleri vardı; özgürlüklere kavuşmak istiyorlar, dincilerle birlikte demokratik bir düzen kurmayı tasarlıyorlardı. Tümü pişman oldu; kendi elleriyle kendi kuyularını kazmışlardı; şimdi dövünüyorlar. Ama iş işten geçti. Bugün Türkiye’de yükselen şeriatçı akımların avukatlığını yaparak ‘ılımlı İslam’ adı altında dincilerle işbirliği yapanlar, kendilerini de halkı da aldatıyorlar. Bu yola girildi mi sonu gelmez. “Siyasal İslam” dedikleri kavramın, çoğu aydınımız, ne anlama geldiğini bilmiyor. Şeriat İslam hukukudur. Şeriat, yalnız devleti düzenlemekle kalmaz, kişinin yaşamını en ince ayrıntısına değin saptar; ‘ibadet’le yetinmez; aile, miras, ticaret, borçlar gibi ‘muamelat’ta; ceza ve usul hukukunda (ukubat) her şeyi kurallara bağlar; yükümlülükleri sayıp döker. ‘Siyasal İslam’ denilen kavramda ‘şeriat’ı dışlamak olanağı var mıdır?.. Siyasette bir kez dincilik yoluna girildi mi, durulması olanaksızdır. Ilımlı İslamın yolunu 12 Eylül faşizmi ‘Türk- İslam sentezi’ne açtı. ‘Laik Türkiye Cumhuriyeti’ kavramından ayrılan, felaketin yollarına taş döşemeye kalkan aymazdır; insanlık tarihinde demokrasiye ancak laiklik yolundan yürünerek varılır. Son pişmanlığın fayda vermediği gerçeği atalarımızın binbir deneyimiyle özdeyişe dönüşmedi mi!.. (4 Ekim 1996 tarihli yazısı) E ski CIA ajanõ Reza Kahlili’nin “İhanet Zamanı’’ adlõ kitabõ nisan ayõnda ABD’de yayõm- lanmõş ve çok tartõşma yarat- mõştõ. Sonunda pek çok eleş- tirmen içindeki bilgilerin doğruluğunu sa- vunan kanõtlar ileri sürdüler. Son günlerde bi- zim gazetelerimizde bu CIA ajanõnõn ağzõn- dan İran’õn Türkiye’deki faaliyetleri açõkla- nõyor. Yazar, casusluk yaptõğõ bölümün Türki- ye’de üç ana faaliyet alanõ olduğunu yazõyor. Birincisi suikast ve bombalamalar, ikincisi adam kaçõrma, üçüncüsü teşkilata yeni isim- le kazandõrmak ve Türkiye’yi diğer ülkeler- deki operasyonlar için bir üs olarak kullan- makmõş. Yazar ekliyor: “Türkiye’deki laik kişilerin İran konusunda duydukları en- dişeler paranoya değildir.’’ Kitapta yazõldõğõna göre “İranlı ajanlar Türkiye’de onlarca suikast düzenledi. Seküler Türk yazarlar bu oprerasyonlarda öldürüldü”. Örneğin bizim bilgilerimize göre de Hüriyet Gazetesi Genel Yayõn Yö- netmeni Çetin Emeç’i İran bağlantõlõ İsla- mi Hareket grubu öldürmüştür. Bu CIA ajanõnõn yazõlarõ neyi açõklõyor?.. Biz Türk kadõnlarõnõ “laikçi” gibi kü- çültücü sõfatlarla anan ve alay edenlerin maskesini indiriyor. Türkiye’nin götürülmek istendiği tehlikeli yolun bilincinde olan ve işini gücünü bõrakõp İran ya da Suudi Ara- bistan gibi bir şeriat devleti olmamak için çõr- põnan Türk kadõnlarõnõn haklõ olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki uzantıları Biz bazõ Türkler bu gerçeği ne zaman ve na- sõl fark ettik? Kuşkusuz hepimiz her yerde mantar gibi artan camileri, Kuran kurslarõ- nõ, tezgâhlardaki sayõsõz din kitaplarõnõ, so- kaklardaki örtülü kadõn ve sakallõ erkeklerin bolluğunu, örtünen kadõnlarõn “sohbet” adõ altõnda eğitildiğini görüyorduk. Kõsaca 1979 İran İslam devriminin İran’a getirdiği de- ğişmelerin Türkiye’deki uzantõlarõnõ kaygõyla izliyorduk. Bu arada İran’da olanlarõ yazdõğõ için İran dõşõnda yaşayan İranlõ aydõn yazar Amir Ta- heri’nin, İran modelini açõklayan konuşma- sõnõ bir dost toplantõsõnda dinlemiştim. Ta- heri şeriat hükümlerinin uygulanmasõ ama- cõyla İran’õn özellikle Türkiye’ye ihraç etmek istediği rejime dikkatimizi çekiyordu. Türk halkı neden görmüyor? Ülkemizde olanlarõ değerlendirmeye ça- lõştõğõmõz günlerden birinde muayenehane- me İranlõ zarif bir hanõm geldi. Yaşamõnõ ve problemini konuştuk. Ciddi bir depresyonu vardõ, ilaçlarõnõ yazdõm. Reçeteyi çantasõna itina ile yerleştirdikten sonra “Özür dilerim, şimdi benim kişisel meselem dışında sizinle başka bir şey konuşabilir miyim?” dedi. “Bakın ben İranlıyım. Kocam İran Şa- hı’nın yakını idi, bütün ailemiz Şah’la bir- likte İran’dan kaçtık ve biz Kanada’ya yer- leştik. İran’a dönmem mümkün değil , kendimi vatansız hissediyorum ve vatanı- mın havasını koklamak için ülkenize ge- liyorum” dedi. “Siz şimdi benim dokto- rumsunuz, ama siz bir Türk kadınısınız ve izninizle ben sizi uyarmak istiyorum. Tür- kiye’ye her gelişimde büyük üzüntü du- yuyorum. Çünkü camilerin, Kuran kurs- larının, din kitaplarının, örtünen kadın ve sakallı erkeklerin büyük hızla çoğalması aynen Humeyni öncesi İran’a benziyor. Şimdi sıranın Türkiye’ye geldiği ve aynı re- jimin Türkiye’de kurulacağı söyleniyor. Türk halkı İran’da din adına insan haya- tının ne hale geldiğini nasıl bilmiyor, Türk insanı bütün bu hazırlıkların arkasından nelerin getirileceğini nasıl görmüyor, ne- den tepki göstermiyor?..” Bu İranlõ hanõm çok haklõydõ. Sözlerinin doğru olduğunu biliyorduk, söylediklerinin farkõnda idik ama ne yapabileceğimizi bil- miyorduk. Bu sözler bende bardağõ taşõran son damla oldu. Benim gibi duyarlõ arkadaşlarõ- mõ aradõm, bir araya geldik, bir süre ne ya- pabileceğimizi tartõştõk, en doğru yolun bir dernek çatõsõ altõnda toplanmak olduğuna ka- rar verdik ve 1989’da ‘Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurduk. ÇYDD olarak ilk çõkõşõmõz, Türkiye’nin irtica tehli- kesiyle karşõ karşõya olduğunu büyük bir im- za kampanyasõyla duyurmak oldu. Bunu, aka- demik çevreden iş dünyasõna, binlerce ka- dõnõn katõldõğõ İstanbul Çağlayan Meyda- nõ’ndaki ‘Laiklik Yürüyüşü’ izledi. Her fõrsatta konuşmacõlar çağõrõp toplantõlar dü- zenledik, Anõtkabir’e gittik, diğer sivil top- lum kuruluşlarõ ile birlikte toplumun dikka- tini laiklik kavramõna ve dinin siyasallaşmasõ konusuna çekmeye çalõştõk. Amir Taheri’nin konuşmasõnõ küçük kitapçõk halinde ya- yõmladõk ve olabildiği kadar çok kişiye ulaş- tõrdõk. Ama kapanma üniversitelerimizde yay- gõnlaşõyordu. Kõzlarõmõzõn İslami yaşam tar- zõna nasõl hõzla geçtiklerini görüyorduk. Ders- lere uzun pardösülerle giriyor, erkeklerin ya- nõna oturmuyor, erkek öğretim üyelerinin yü- züne bakmadan ders dinliyordu. Eskiden çok yakõn olan kõz arkadaşlarõ, kapanan ar- kadaşlarõnõn kendilerinden uzaklaştõğõnõ ve ar- tõk hiçbir şey paylaşmadõğõnõ söylüyordu. Kuş- kusuz inancõ gereği kapananlar vardõr , ama o yõllarda büyük bir kõsmõnõn parasal destek aldõklarõndan sõnõf arkadaşlarõ emindi. Daha önce bize her sõkõntõsõnõ açan ve sonra kapa- nan bazõ öğrencilerden “Hocam sizinle ko- nuşamam, çünkü bizi takip ederler” sözünü duymak çok acõydõ ve çok şey anlatõyordu. Sonuç Bir ara bazõ öğrencilerimiz fõrsat bulduk- larõ anda derslere siyah çarşafla girmeyi de- nedi. Belli erkek öğrenciler de her koşulda kendilerini destekdi. Tõp fakültesinde 5’inci sõnõf dersime siyah çarşaf, sadece gözlerini ve ağzõnõ açõkta bõrakan siyah peçe, siyah eldi- ven ile giren kõz öğrenciye, “dekandan bir yazı getirirse derse girebileceğini’’ söyle- diğim zaman öğrenci küstah bir tavõrla “Ben buraya sizin dersinizi dinlemeye geldim. Beni buradan çıkaramazsınız” cevabõnõ ve- rebilmişti. O yõllarda Türkiye dõşõnda yabancõ yazar- lardan bir kõsmõ, İran modeli şeriat hüküm- lerinin Türkiye’ye ihraç edilme amacõnõ ta- şõdõğõnõ kitaplarõnda yazdõlar. Ama Türki- ye’de buna çok az insan inandõ. Şimdi, Re- za Kahlili takma adõnõ kullanan eski CIA aja- nõnõn, casusluk yaptõğõ sürede İran’õn Türki- ye’deki faaliyetlerini açõklamasõ, bizim oku- duklarõmõzla örtüşüyor. Yazarõn, “İran Türkiye’de onlarca sui- kast düzenledi, seküler Türk yazarlar bu operasyonlarda öldürüldü” sözü önem- le üzerinde durulmaya değer. Bu, büyük olasõlõkla Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun’un acõma- sõzca öldürülmelerine çok daha yakõndan õşõk tutacaktõr. Prof. Dr. Aysel EKŞİ Emekli öğretim üyesi Reza Kahlili takma adõnõ kullanan eski CIA ajanõnõn, casusluk yaptõğõ sürede İran’õn Türkiye’deki faaliyetlerini açõklamasõ, bizim okuduklarõmõzla örtüşüyor. Yazarõn, “İran Türkiye’de onlarca suikast düzenledi, seküler Türk yazarlar bu operasyonlarda öldürüldü” sözü önemle üzerinde durulmaya değer. Bir eğitim dönemini daha bitirdik... Nitelikli öğretmen yetiştirilmesi ve istihdamõ; program, içerik, yöntem, tekno- loji ve öteki altyapõ so- runlarõna kadar uzanan yine çözülemeyen bir yõğõn sancõnõn yaşandõğõ bir dönemdi bu. Kuşkusuz bu döneme, sõnavlarõn yarattõğõ sõ- kõntõlar içinde okullarõn giderek dershaneleşme sürecinden geçtiği, sis- temde sõk sõk yapõlan ve geçerliliği hep tartõşma- ya açõk değişikliklere yenilerinin eklendiği bir dönem de diyebiliriz. Tüm bunlarõn sonu- cunda çocuklarõmõzõn üzerinde yõllardõr süren ve onlarõn gelişimlerine bir katkõ sağlamayan, ağõr baskõlarõn ve ciddi biçimde ruhsal-zihin- sel-bedensel hõrpalama- larõn arttõğõnõ eklemeli- yiz.Konuya sõnav baskõ- sõ açõsõndan eleştiriler ge- tirince bazõ savunmacõlar “Sınav yapmayalım mı” diyor. Aslõnda onlarõn da çok iyi bildiği gibi sõ- navlarõn bir gerçek ve gereklilik olduğunu tar- tõşan yok!.. Elbette sõ- navlar sistemin doğal ve önemli bir öğesidir ve öyle olmalõdõr. Her bilgi ve beceri kazanma süre- ci ya da etkinlik sonunda bir “ölçme” ve bir “de- ğerlendirme” işleminin gereğini ve önemini kim yadsõyabilir ki? Sorun bu değil; sorun sõnavlarõn sayõsõ, sõklõğõ, biçimi, içeriği, yöntemi konusunda yoğunlaşõ- yor. Bir de epeydir unut- tuğumuz “sınavlar ne- den var” ve “sınavların amacı ne” sorusunu sor- mak gerekiyor. Bu açõ- dan bakõldõğõnda sõnav- larõn “ne yapamamış” olduğu kadar “ne ya- pabildiği”ne odaklõ ol- masõ; “seçme ve yer- leştirme” kadar “tanı- ma, tamamlama, ye- tiştirme ve yönlendir- me” işlevlerinin dikka- te alõnmasõ önem kaza- nõyor. Eğitim bir sis- temse, bunlarõn bir bütün olarak düşünülmesi, sis- temin “girdi-süreç- çıktı”larõnõn çoklu ve geniş boyutlu bir bakõş ve yaklaşõmla değerlen- dirilmesi kaçõnõlmazdõr. Sistemin “sistem” ol- masõ da bu ana öğeler ve tüm parçalar arasõnda, aynõ amaca dönük, bir- biri ile uyumlu ve birbi- rini bütünleyen bir yapõ kurulmasõnõ gerektiri- yor. Peter M. Senge’nin deyişi ile “Bir yağmur fırtınası sistemini, bu olaylar örgüsünün tek tek parçalarını değil, ancak tümünü birden düşünerek anlayabili- riz”. Başka bir deyişle yağmur fõrtõnasõnõ oluş- turan nedeni, onun par- çalarõ olan havayõ, bu- lutlarõ, õsõyõ, rüzgârõ an- lamadan çözemezsiniz. Sorun buradadõr. Sõnavlar bu işin her aşamada bireyi tanõma ve yönlendirme, deği- şim ve gelişimini izleme, eksiklerini tamamlama, bir üst sõnõfa ve üst eği- tim kurumuna hazõrlan- ma ana işlevini ötele- miş, bunlarõ sağlayacak bir “araç” olmaktan çõk- mõş, bir “amaç” haline getirilmiştir. Bu haliyle sõnavlar, kendi görev ve sorumluluk sõnõrlarõ ile maksadõnõ çok aşan; “olaylar örgüsünün tü- münü” hep göz ardõ et- tiğimiz korkulu bir fõrtõ- na yaratmõş, toplumun dengesini sarsmõş, ço- cuklarõmõzõ baskõlayan bir tehdit ve tehlike ha- lini almõştõr. Hem sõnavlarõn yarat- tõğõ tahribatõn büyüklü- ğünü, hem de bu sorula- ra yanõtõn neden “ha- yır” olduğunu aslõnda Türk Eğitim Derneği tarafõndan Mayõs 2010’da yayõmlanan “Ortaöğretime ve Yük- seköğretime Geçiş Sis- temi” konulu çok kap- samlõ ve önemli bir rapor başkaca bir söze gerek bõrakmayacak şekilde açõklõyor. (Bu raporu in- celemedinizse vakit ge- çirmeden TED’in site- sine girerek mutlaka bakmanõzõ öneriyorum.) Raporun daha “su- nuş”undaki saptamalar sorunun derinliğini ve kapsamõnõ çok çarpõcõ şe- kilde ortaya koyuyor: “Türk eğitim sistemi sı- navlara mahkûm olmuş durumdadır. İlköğre- timden yükseköğretime kadar eğitimin her tür ve düzeyi bir öğretim kademesinden diğerine geçişteki sınavların bas- kısı altındadır. Okul- larda eğitim öğretim sı- nav odaklıdır ve sınav- ların kapsamında yer almayan konular ve dersler işlenemez du- rumdadır.” Bu saptamada altõ çi- zilen “baskı” sözcüğü, beni özellikle etkiliyor. Çocuklar üzerinde ya- ratõlan “baskı”yõ, öyle “biraz stres iyidir” ya da “ne yapalım sistem böyle” mantõğõ ile açõk- layõp içimizi rahatlata- mayõz. Her tür ölçüsüz baskõnõn çocuklar üze- rinde yarattõğõ tahribat, zihinsel, bedensel ve ruhsal gelişimi durdu- ruyor ve geriletici bir yõğõn etkiye yol açõyor. Öyleyse kendi yarattõ- ğõmõz bu baskı-korku- kaygı sisteminin önünde “öğrenilmiş çaresizlik” tanõmõna uygun davra- nõşlar gösteremeyiz, su- samayõz, kabulleneme- yiz.Tekrar vurgulamalõ- yõm: Bu iş sadece okul- lara bırakılamayacak kadar önemlidir. Anne ve babalardan (evden) başlayan büyük bir se- ferberlik gerçekleşme- dikçe bu “baskıcı korku düzeni”nin değişmesi, çocuklar üzerinden ken- dimizi kanõtlama, çocuk ve genç istismarõndan vazgeçmek olanaksõz gözüküyor. Kısacası, değişim önce kendi- mizden, yani sorumlu yetişkinlerden özellik- le de anne babalardan başlamalı, önce bizler aynaya bakmalıyız. Bu toptan değişim se- ferberliği sadece sõnav- larla ilgili yaz-boz dü- zenlemeleri ile de bit- miyor. Başka bir yazõ konusu olan örneğin di- siplin yönetmeliklerin- den kõyafet yönetmelik- lerine, ders dõşõ etkin- liklerden törenlere ka- dar yaratıcılığı yok eden, kişilik ve kim- likleri örseleyen, bire- yi şablonlara hapseden her tür kısıtlayıcı engel ortadan kaldırılmalı, sağlıksız ve mutsuz ço- cuk ve gençler yaratı- larak onların ve ülke- mizin geleceği artık ka- rartılmamalıdır. Unutmayalõm Steven Harrison’un dediği gi- bi “Çocuk, öncelikle çocuk olmak için ya- ratılmıştır” ve onun ön- celikli hakkõ; ruhsal, be- densel, zihinsel bütünlük içinde, sağlõklõ ve öz- gürce gelişeceği ortam- larda yaşamak, kendisi- ni keşfetmesine ve ger- çekleştirmesine fõrsat vermek, mutlu olmaktõr. Yetişkinler, bir yan- dan kendilerini çocuk- larõn ve gençlerin “efendisi” gibi gör- dükçe, öte yandan “haş- lanmış kurbağa” gibi davranarak bu baskı- kaygı-korku düzenine boyun eğdikçe, şuradan şuraya gitmemize ola- nak yoktur. Bir Eğitim Yõlõ Sonunda Çocuklar ve Gençler Erdoğan YILMAZ İstanbul Kültür Eğitim Kurumlarõ Genel Müdürü Unutmayalõm Steven Harrison’un dediği gibi “Çocuk, öncelikle çocuk olmak için yaratõlmõştõr” ve onun öncelikli hakkõ; ruhsal, bedensel, zihinsel bütünlük içinde, sağlõklõ ve özgürce gelişeceği ortamlarda yaşamak, kendisini keşfetmesine ve gerçekleştirmesine fõrsat vermek, mutlu olmaktõr. SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Eski CIA Ajanõnõn Açõklamalarõ... 8. BASKI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle