27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Suyumuza, ekmeğimize göz koyanlar Tayfun ÖZKAYA Ege Üniversitesi Bolivya’da hükümet Cohabamba şehrinin kamusal su dağıtım şirketini özelleştirerek ABD’li dev bir mühendislik firması olan Bechtel’le kırk yıllık bir kira sözleşmesini 1999’da onayladı. Bechtel’in ilk işi su fiyatını üç katına çıkarmak oldu. Yüzbinlerce insan artık bunu karşılayamayacak hale gelmişti. Vatandaşlar yola dökülerek protestoya başladı. Bolivyalı eski diktatör polislere kalabalığa ateş açma emri verdi. Altı kişi öldü. 175 kişi yaralandı. Nisan 2000’de sıkıyönetim ilan ettiler. Protestolar devam etti. Sonunda Bechtel bürolarından çıkmak zorunda kaldı. Bolivya hükümetinden 12 milyon dolarlık tahliye bedeli almaya çalıştı." Bu bilgileri bize yazan Hintli yazar Arunthati Roy. Türkçeye Everest yayınlarından çıkan "Sonsuz Adaletin Muhasebesi" adlı eserinde yukarıdaki satırları yazıyordu. Yazar Roy, ABD Başkanı Bush ve diğer suç ortaklarını Irak işgali nedeniyle yargılamak üzere İstanbul’da toplanan mahkemenin üyesi olarak ülkemize de gelmiş idi. Bolivya örneğini hatırlamamızın nedeni şüphesiz yetkililerin suyun özelleşmesine kapı açan açıklamaları. Akarsu ve göletler yapişletdevret modeli ile 49 yılı geçmemek üzere özel sektöre devredilecekmiş. Projelerin bir sonraki adımı tarımsal amaçlı suyun içme suyu olarak da kullanımı olacakmış. Söz konusu proje ile kamu eliyle değerlendirilemeyen ve boşa akan tatlı su kaynakları yapılacak barajlarda tutulacak ve tarımsal sulamada kullanılabilecekmiş. Böylece devletin bütçeden kaynak aktarmaksızın tarımsal sulama barajına sahip olması hedefleniyormuş. Yatırımcılar ihale değil yarışma modeliyle belirlenecekmiş. Projeyi en hızlı yapacak, sulama için dekar başına en düşük fiyatı sunacak yatırımcı ile sözleşme imzalanacak, yarışma yabancı yatırımcılara da açık olacakmış. Şimdiye kadar yapılan özelleştirmelerden hangisinde verilen sözler tutuldu ki bu güya önlemlere inanacağız. Üretim “ yapılacak denilen fabrikalar kapatılmadı mı? Burada da gelecek yıllardaki sulama fiyatları nasıl sabit tutulabilecek. Sulama yerine örneğin su parklarına su verilmesine kim engel olacak. Muhtemelen bu tesislerin sahipleri en yüksek fiyatı verebileceklerdir. Bunu geçtim. Köylümüz tarlalarının yakınındaki bir golf tesisi ile nasıl rekabet edecektir. Kim golf tesisi kurulmasını engelleyecektir. Bir golf sahası için yılda hektar başına ortalama 1015 bin metreküp su gerekiyor. 100 hektarlık bir golf sahasının bir yılda harcayacağı 1 milyon metreküp su, 12 bin nüfusu olan bir kasabanın yıllık su tüketimine denk geliyor. Bu Akarsu ve göletler yapişletdevret modeli ile 49 yılı geçmemek üzere özel sektöre devredilmek isteniyor. tercihleri kim yapacak? Kuşkunuz olmasın ki bu durumlarda parayı bastıran suyu alır. Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube başkanı Ahmet Atalık yazıyor: Güney Afrika’da suyun özelleştirilmesinin hemen ardından yüzbinlerce evin suyu kesilmiş durumda. Halk su ihtiyacını halka açık tuvaletlerden sağlamaya çalışıyor. Bu sağlıksız koşullar nedeniyle de binlerce insan kolera ve tifüsten öldü. Londra ve Berlin su dağıtım sistemlerine özelleştirildikleri 1999’dan beri yatırım yapılmıyor, halk sağlığı ciddi boyutlarda tehdit altında. (www.karabasan.net) Dahası geçenlerde gazetelerde okuduk. Güllük’te su özelleştiriliyor. Fiyat roket gibi yükseliyor. Belediye Başkanı bile halka faturaları ödemeyin demekte. Türkiye’nin AB’ne katılımına ilişkin olarak AB tarafından hazırlanmış etki raporunda "Orta Doğu’da su gelecek yıllarda artan bir şekilde stratejik bir konu olacaktır. Türkiye’nin katılımı ile su kaynaklarının ve altyapıların (Fırat ve Dicle su havzalarındaki barajlar ve sulama sistemlerinde, İsrail ve komşu ülkelerde sınır ötesi bir su işbirliği) uluslararası yönetiminin olması Avrupa Birliği için önemli bir konu olacağı beklenmektedir" denmektedir. Dış Ticaret Müsteşarlığı web sayfasından bu satırları (ancak sadece İngilizce) okuyabilirsiniz. Bunun işaretleri çoktandır görülmektedir. Sulama sistemlerinin aralarında AB su tekelleri de olmak üzere ulusötesi firmalarca ileri de özelleştirilmesi için şimdiden hazırlıklar gözlerden kaçmamaktadır. Adamlar istediklerini çok önceden söylemişler. Biz görmek istemiyorsak ne yapalım? Birkaç yıldır ABD kökenli bazı STK’lar sulama konusunda Güneydoğu Anadolu’da cirit atmaktalar. Önem verdikleri birkaç şeyden biri de ilerde Amerikan şirketlerinin devralacağını bekledikleri kuruluşların elemanlarına İngilizce öğretmek. Yabancı dil öğrenmeye itirazımız yok, ancak adamlar kendileri ile İngilizce diyalog kuracak adamları şimdiden yetiştiriyorlar herhalde.Hiç şüpheniz olmasın. Her sorunun çözümü için özelleştirmeyi gösteren neoliberalizmin Ayetullahları yakında ağaç gölgelerini de özelleştirirler. Parklarda öyle bedava dinlenmek var mı? "Özelleşse fena olmaz" diyenleri duyar gibiyim. Üniversite’de ekonomi derslerinde şöyle bir şey söylenirdi: Birisine "her şeyin arz ve talebe bağlı olduğunu söyletirseniz bir papağan elde edersiniz, aynı şeyleri bir papağana öğretirseniz bir iktisatçı elde edersiniz." Şimdi bu cümledeki arz ve talep yerine özelleştirmeyi koyun. Ne elde edersiniz acaba? İstanbul alarm veriyor Zeynep ALTAY İSTANBUL TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulunca düzenlenen İstanbul Kent Sempozyumu’nda, kent dönük olarak kamu yararını gözeten, ekohukuka dayalı acil ve planlı önlemler alınması gereği benimsendi. 1315 Eylül tarihleri arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Oditoryumu’nda gerçekleşen sempozyumda İstanbul’un temel sorunları mühendislik ve hukuk bağlamında ortaya kondu. 14 oturum ve forum olarak düzenlenen sempozyum ilk adım da bilimsel ve mesleki çevreleri buluşturdu. Sempozyumun oturumlarında ekolojikhukukun özünün kamu yararını gözeten hukukun üstünlüğü olması gerektiği vurgulandı, İstanbul Boğazı için Acil Müdahale Planı’nın derhal yürürlüğe girmesinin niçin gerektiği açıklandı, içinde bulunulan ekosistem tanıtıldı. Deprem konusunda yapılan ve yapılmayanlar ortaya konarak öncesi kadar afet sonrası plan ve eğitimi gerektiğinin altı çizildi. Depreme kısa vadede sağlıklı inşa edilmiş binalarda oturmak, uzun vadede de çağdaş deprem eğitimi verilerek hazırlanabileceği anlatıldı. Depremin afet değil doğa olayı olduğunun öğretilmesi ve önlemlerin bu doğrultuda alınmasının zorunluluğu üzerinde duruldu ve İstanbul’un depreme hazır olmadığının altı bir kez daha çizildi. Son günün ilgiyle izlenen oturumlarından biri de cep telefonları ve yüksek gerilim atlarıyla gündemden düşmeyen "Elektromağnetik Alanlar ve Canlılar Üzerinde Etkileri" konusunda Prof. Selim Şeker ve Prof. Tunaya Kalkan’ın bildirileri oldu. 30
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear