27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Necdet balık, Ahmet değil; Orhan balık olmak istiyor Önder ŞENYAPILI 2 002 yılı... Kübalı denizci Gregorio Fuentes bir balıkçı köyü olan Cojimar'da öldü. 104 yaşındaydı. 1897’de doğmuştu. Ernest Hemingwayn Karayipler’de yaşadığı sıralarda ‘Pilar’ adlı gemisinin kaptanlığını yapmıştı. Hemingway’in 1951’de Küba’da yazdığı, 1952’de yayımlanan ve 1954’te Nobel Edebiyat Ödülü almasını sağlayan ‘Yaşlı Adam ve Deniz/The Old Man and the Sea’ adlı romanındaki yaşlı adam, daha doğrusu, ‘yaşlı balıkçı’ydı Fuentes. Gerçi Fuentes ile Hemingway 1928’den beri tanışıyorlardı ama, roman yazıldığı sırada Fuentes 54 yaşında, yazar ise 52’sindeydi. (Demek ki, 1950’lerde, 50’li yaşlar ‘yaşlı’ sayılmaya yol açıyormuş.) Yazar 1961 yılında öldü. Canına kıydığında henüz 62 yaşındaydı. (Yâni, şimdiki kıstaslara göre, ‘genç’ değilse bile ‘orta yaşlı’ydı.) Bilindiği gibi, başyapıt olarak değerlendirilen söz konusu romanında Hemingway, yaşlı bir balıkçının tuttuğu balıkla ve de denizle yaptığı savaşımı betimlemiştir. Uzun bir yolculuktan sonra açık denizden kıyıya yanaşmayı başarır ama, tuttuğu, gelgelelim, sandalına alamayıp çeke çeke getirmek zorunda kaldığı büyük balığın salt iskeleti kalır geriye. Savaşım, hem yaşlı balıkçının, hem denizin, hem yengisiyle, hem de yenilgisiyle sonuçlanır. Sinemaya da uyarlanan romanın kahramanı Fuantes’i Spencer Tracy canlandırır. Filmin çevrildiği 1958 yılında oyuncu 58 yaşındadır. Oscar ödüllerine ‘en iyi film’, ‘en iyi aktör’ ve ‘en iyi müzik’ dallarında aday gösterildiyse de yalnızca ‘en iyi müzik dalında’ ödüle değimli bulunmuştur film. Bir küçük not daha: En iyi aktör dalında Akademi ödülüne aday gösterilen Spencer Tracy’e yaşlı balıkçı rolünün verilmesini istememiştir Hemingway. Hemingway’in ‘yaşlı balıkçı’ öyküsü 1950’li yıllarda yazılmıştır ama, balıkçılık 10 bin yıllık bir uğraştır/bir etkinliktir. Yâni insanın avcılıktoplayıcılıkla yaşamını sürdürdüğü dönemde de balık da avlanıyormuş. Bilindiği gibi, söz konusu dönemde, bulunulan coğrafyadaki bitki ve hayvan kaynakları tüketilince başka bir bölgeye göç ediliyordu. Kaldı ki, arkeolojik kazılar, kimi ilk yerleşimlerin de balıkçılığa elverişli noktalarda kurulduğunu ortaya çıkarmış. Kimi kuramlara göreyse, ‘kara insanı’ ortaya çıkmadan önce yeryüzündeki canlılar yarı suda yarı karada yaşamaktaymışlar ve gıdalarını sığ sularda avlanarak sağlıyorlarmış. Gelgelelim, kıyılarının uzunluğu 8 bin 300 km.’yi bulan bir yarımadada yaşayan Türkler balıkçılığı pek önemsememişlerdir. Denizle sıcak ilişkiler kurduğumuz söy lenemez. ‘Sırtını denize dönerek oturmak’deyimi bu topraklarda yaşayanlar için söylenegelmiştir. Balık yemeyi sevdiğimiz de söylenemez. Nitekim, araştırmalar ortaya koymuş ki, 2004 yılında kişi başına yıllık ortalama balık tüketimi Türkiye’de 8 kg.’dır. Oysa, bu miktar Japonya’da 70 kg., İzlanda’da 90 kg. imiş. Denizle, balıkla sıcak ilişkiler kurulamadığı için olmalı, edebiyatımızda da denizi, balığı, balıkçıyı konu edinen yazar sayısı çok değildir. Kendine ‘Halikarnas Balıkçısı’ adını takan Cevat Şakir Kabaağaçlı (18901973) 1926 yılından başlayarak ölümüne değin salt denizi, deniz insanlarını (balıkçıları, sünger avcılarını, dalgıçları, Uluç Reis, Turgut Reis gibi anlışanlı Türk denizcilerini) konu edinen romanlar ve öyküler yazmıştır. Burgazada’da oturan Sait Faik’in (19061954) öykülerinde de deniz, balık ve balıkçılar sık sık başroldedir. Örneğin, Son Kuşlar kitabındaki ‘Ağıt’başlıklı öyküsünde balıkçı Apostol’u anlatır. Apostol ile Sait Faik birlikte istakoz avına çıkarlar. ‘Kayıp Aranıyor’ adlı romanında konsolos kızı Nevin ile balıkçı Cemal’in ilişkisini irdeler. Bir başka öyküsünün adı "Topal Martı ve Ermeni Balıkçı"dır. "Sinağrit Baba" adlı öyküsünde beş ayrı sandaldan sarkıtılmış oltalara beğenmeyerek takılmayan ve bilmediği/tanımadığı birinin oltasını seçen balık hakkındadır. Öykü, "Sinağrit baba son nefesini, böylece bir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi." Diye biter. Öykü balığın betimlemesi ile başlar. ‘Dülger Balığının Ölümü’nde de önce balık betimlenir. "Rum balıkçıların hrisopsaros Hristos balığı dedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz'de dehşet salmış. Bir Finikeli denize düşmeye görsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; kopararır atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz'in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, belâdan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş. İsa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. ‘Ne oluyorsunuz?’ diye sorunca balıkçılara; ‘Aman’demişler balıkçılar, ‘elâman! Elâman bu canavardan! Sandalımızı kırdı, arkadaşlarımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız.’ İsa, yalınayak, başı kabak, dülger balıklarının yüzlercesinin kaynaştığı denize doğru yürümüş. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış. İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş... O gün bu gündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır." Bir yarımadada yaşayan biz, balıkların adlarını da bilmeyiz. Denize yabancılaştığımızdan mıdır, yoksa meraksız oluşumuzdan mı, kestirmek zor. Belki de yalnızca balık adlarını değil, herhangi bir konuda bir şeyler öğrenmeye niyetimiz olmadığından!.. Melih Cevdet Anday: "Balıklar için deniz lazım/Sevişmek için işsiz olmak" der. Öğrenmek için ne lazım acaba?!. Melih Cevdet Anday (19152002), Oktay Rıfat Horozcu (19141988) ve Orhan Veli Kanık (19141950) şiirde ‘Garip’ diye adlandırılmış akımın kurucularıdır. 1941 yılında ortaklaşa yayımladıkları kitabın adı ‘Garip’tir çünkü. Orhan Veli ‘Deniz’ adlı şiirinde, deniz kıyısındaki odasının penceresinden bakmadan geçen kayıkların karpuz yüklü olduğunu bildiğini söyler. Şiirin son dörtlüğü ise, toplumun denizle ilişkisi bulunmadığını vurgular sanki: "Yosun kokusu / Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri / Sahilde yaşayan çocuklara / Hiçbir şey hatırlatmaz." Ama, Orhan Veli’nin, sanırım, çok sayıda belleğe kazınmış dizesi, ‘Eskiler Alıyorum’ başlıklı şiirindeki ‘Bir de rakı şişesinden balık olsam’dır. (Bu yılın Mayıs ayı başlarında ‘Burgaz İçki’ çalışanlarının bir balığı rakı şişesine yerleştirdikleri haberi yayımlandı. Orhan Veli’nin şiiri gerçek oldu (!) diye duyurulan haberde balığa ‘Necdet’ adı verildiği de bildiriliyordu. Gel de Savfet Nezihi’nin roman başlığını anımsama: ‘Zavallı Necdet’!) Bense Oktay Rıfat’ın ‘Ahmet’ başlıklı şiirini pek severim. Der ki: "Büyük balık küçük balığı yutar demişler / Bok yemişler / Onu sardalyeler düşünsün / Sen balık değilsin ki Ahmet". Son iki paragrafın özeti şöyle: ‘Necdet’ balık, ‘Ahmet’ değil!.. ‘Orhan’ balık olmak istiyor!.. Durumu sardalyeler mi düşünmeli, biz mi?!. 12
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear