Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Balıklar denizleri kirletiyor mu? Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı ünya Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) son araştırmasına göre geleceğin en önemli sektörlerinden biri balıkçılık olacakmış. Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olması nedeniyle bu konuda şanslı görünüyor. Ülkemizin girişimcisi de boş durmuyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2006 yılında bir önceki yıla göre su ürünleri üretimi %21.5 oranında arttı. Ülkemizde, 2006 yılında, yaklaşık 533 bin tonu avcılıkla, 129 bin tonu yetiştiricilikle olmak üzere toplam yaklaşık 662 bin ton su ürünleri üretilmiş. Sadece denizlerden elde edilen üretim ise 489 bin tonu bulmuş. Bu rakam Çin, Japonya ve Norveç gibi ülkelerin gerisinde ama bir çok Avrupa ülkesinden daha iyi durumda. Ancak balıkçılarımızın yaptığı bu hamle turizmcilerin çıkarlarına veya ülkemizin ekonomisini dışarıdan yönlendiren zatı şahanelerinin zoruna gitmiş olacak ki frene basma talimatının gelmesi gecikmedi. Türkiye’de ilk kültür balıkçılığı serüveni Güvercinlik koyunda ahşap kafeslerde ilkel bir şekilde yapılmaya başladığında, önceleri kimsenin dikkatini çekmiyordu. İşin karlılığını gören girişimciler çiftlik sayısını arttırmaya başlayınca göze batmaya ve turizmcilerle çatışmaya başladılar.Turizmciler balık çiftliklerinin denizleri kirlettiğini ve ülkemize döviz bırakmaya gelen turistleri kaçırdıklarını ileri sürer. 2000 yılında zamanın hükümeti müdahale etmek zorunda kalır. Değişik bakanlıklardan oluşan uzmanlar potansiyel alanları su ürünleri üretmek için tespit eder ve balıkçıları daha modern üretim yapmak için buralara teşvik eder. Ancak balıkçıları durdurmak ne mümkün. Ellerinin ayarını kaçırır ve ürettikçe üretirler. Bu gün itibariyle Türkiye’de ağırlıklı olarak çipura ve levrek yetiştiriciliği yapılan izinli 350 adet balık çiftliği bulunuyor. Aynı zamanda AB ülkelerine bile rahatlıkla ihracat yapabildiğimiz tek ürün olma özelliğini koruyor. Ancak Tarım Bakanlığı "balıkçılık milli ekonomiye katkıdır" tezini desteklerken Çevre Bakanlığı "balıkçılık çevre kirliliğine neden olur" iddiasını ileri sürmektedir. Acaba D hangisi haklı? Aslında yanıt Çevre Bakanlığının web sitesinde açıkça yazıyor. Merak edenler için hemen söyleyelim "http://www.cevreorman.gov.tr/su02.htm" adresli siteyi incelediğinizde (Bakanlığın resmi web sitesidir) "Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazladır. Sanayi kuruluşlarının; sıvı atıkları ile su kirliliğine, buna bağlı olarak gelişen toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere sebep olduğu ve doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca son yıllarda sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesi sonucu köyden kente göç olayı artmış, bu durum hızlı ve düzensiz yapılaşmaya yol açmıştır. " demektedir. Aynı sitede deniz kirliliğine sebep olan diğer faktörler şöyle sıralanmış; ¦ Deniz kıyılarında bulunan kent merkezleri ve sanayi tesislerinden çıkan ve arıtılmadan denize boşaltılan atıklar. ¦ Tarımsal alanlarda erozyon sonucu akarsularla denize karışan toprak ve diğer kirleticiler. (Tarım alanlarından her yıl önemli miktarlarda toprak, erozyon yoluyla denizlere taşınmaktadır. Denizlere sadece toprak değil, tarımsal faaliyetler sonucu akarsulara karışan haşere ilaçları ve gübre gibi kimyasal atıklar da taşınmaktadır.) ¦ Denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından oluşan sızıntılar. ¦ Gemiler ve diğer deniz araçlarından oluşan kirlilik (petrol, yağ atıkları, zehirli sıvılar, pis sular , çöpler vb.) Gördüğünüz gibi burada balık çiftlikleri ile ilgili hiçbir ibare yok! Aynı yazıda çok ilginç bazı tespitler de yer alıyor. Örneğin endüstriyel işletmelerde arıtma tesisine sahip işletmelerin oranı ve özellikle kaç tane belediyede kanalizasyon sistemi olduğu gibi verileri okuyunca kimin haklı kimin haksız olduğu daha net bir biçimde ortaya çıkar. Buradan balık çiftliklerinin hiç günahı yok sanılma sın. Elbette vardır (Devede kulak). Hele hele görüntü kirliliği yarattıklarına dair hiç kuşku yok. İnsanların orada balık çiftliği görmektense bikinisiyle güneşlenen güzel bir turist bayanı görmek hakları elbette vardır. Sonuç itibariyle balık bir canlıdır ve bütün canlılar gibi yaşamını ve gelişimini sürdürebileceği temiz bir çevre ister. Temiz çevre olmayınca zehirlenir, hasta olur, gelişimini tamamlayamaz. Denizin kirlenmesi en fazla onu etkiler. Bilimsel kaynaklarda deniz balıklarının arsenik, civa, kadmiyum, kurşun gibi ağır metallerle yüklenmesi sonucu bunları yiyen insanlarda kanser olaylarının arttığı bildiriliyor. Bu metallerin ise insanların doğayı bilinçsizce kirletmesi sonucu denizlere karıştığı, oradan tek dünyası deniz olan balıkların vücutlarına girdiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Son olarak bir dönem Tarım Bakanlığı yapan rahmetli Sayın Mustafa Taşar’dan balıkla ilgili ilginç bir fıkra anlatalım da Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğüne bakalım. Sayın Taşar’ın Bakanlıkta 97 fahri danışmanı varmış ve bir gün hepsini toplayıp sormuş: "Balık hayvan mıdır, bitki midir?". Tabii hepsi hayvan olduğunu söylemiş. Bakan hemen cebinden mevzuatı çıkarmış ve "Yürürlükteki yasal mevzuata göre balık bitkidir" demiş. İşin aslını Sayın Taşar şöyle açıklıyor; "Tarım Bakanlığında veteriner hekimler ve ziraatçiler var. Kim hangi işe bakarsa ona göre döner sermaye alıyor. Veteriner hekimler fazla döner sermaye payı alıyor diye, mevzuatı hazırlayan ziraatçi arkadaş, balığı öyle bir tarif etmiş ki, balık olmuş bitki. Böylece balıklarla ilgili tüm işlerin döner sermayeleri ziraatçıların hesabına yatmış. Mevzuatı değiştirip, balığı hayvan yapan kadar akla karayı seçtim." Bakan bile çok basit, üstelik hiç kimsenin itiraz bile edemeyeceği bir mevzuatı değiştirirken akla karayı seçiyorsa bizim daha söyleyecek başka sözümüz yoktur. ''Türkiye, dünya kuru kayısı ihracatının yüzde 85'ine sahip. Bu oranın yüzde 6065'ini Malatya karşılar. Türkiye 865 bin ton yaş kayısı ihraç ederken, 503 bin tonla bunun yüzde 58'ini Malatya üretir. Tabi bu rakamlar 2005 yılı rakamları. Dünyada Avustralya, Cezayir, ABD, Özbekistan, İran, Pakistan, Afganistan ve Güney Afrika kuru kayısı üretir. Mesela ABD, yılda 58 bin ton kuru kayısı ürettiği halde, ürettiğinin hepsini kendisi tüketir, geri kalanını dışardan ithal eder. Ancak Türkiye, bin 500 ton kuru kayısı tüketir ki, bu üretilen kuru kayısının yüzde 515'i kadardır.'' Kayısının sorunu pazarlama ve tanıtım MALATYA (A.A) İnönü Üniversitesi Kayısı Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Dç. Dr. Bayram Murat Asma, fazla kükürtleme ve ilkbahar geç donunun kayısının sorunu olmadığını, kayısının asıl sorununun pazarlama ve tanıtım olduğunu bildirdi. Asma, kayısının az tüketilen ve tanıtılan bir meyve olduğuna işaret ederek, şunları söyledi: ''Son yıllarda kayısının sorunları dediğimizde iki konu öne çıktı. Birincisi ilkbahar geç donu, öteki de kayısıda kükürt miktarının sınırlandırılması. Ancak konuya gerçekçi bir gözle bakarsak kayısının sorunu kükürt de değildir, ilkbahar geç donu da; kayısının sorunu, pazarlama ve tanıtımdır. Malatya pazarlama ve tanıtımda çok geride. Pazarlama ve tanıtım sorunu çözülmezse kayısının yarın ne olacağını kimse bilemez, iyi de olabilir, kötü de.'' Kayısı tanıtımı için yeni bir hazırlık içinde olduklarını belirten Asma, şu bilgiyi verdi: ''Ege İstanbul ve Güney Doğu Anadolu Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birlikleri'nin desteği ile Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rahime Gülcan, Prof. Dr. Adalet Mısırlı ve ben kayısının tanıtımını yapacak yeni bir kampanya üzerinde çalışıyoruz. Kampanyanın adı, 'Kayısı Dalındaki Sihir'. Kampanyada kayısının yararlarına dikkati çekmek istiyoruz. Çünkü kayısının insan sağlığı üzerindeki faydaları tam bilinmiyor.'' Kayısının içeriğindeki A vitaminine dikkat çeken Asman, ''Kayısı baldan dört kat daha fazla vitamin ve mineral taşıyor. Buna karşılık balın kalori değeri kayısıdan yüksektir. A vitamininin en çok bulunduğu meyve kayısıdır. Kayısıdan daha yüksek A vitamini içeren meyve ise tropikal bir meyve olan mangonun kurutulmuşudur. Lakstatifce zengin bir meyve olan kayısı bağırsakları yumuşatır. Et ve hamur tüketiminin fazla olduğu günümüzde insanlar daha fazla oturarak çalıyor. Bu nedenle bağırsaklar hareket etmiyor. 160 gram kuru kayısıda 24 gram diyet lifi bulunur. Bir insanın diyet lifi ihtiyacı günde 25 gramdır. Bunun için günde 810 kayısı yenildiği takdirde kalın bağırsaklar düzenli olarak çalışır, kabızlık sorunu kalmaz'' diye konuştu. Kayısının potasyum değerinin yüksek, sodyum değerinin düşük bir meyve olduğuna değinen Asma, bu nedenle kalp hastalarına yararlı olduğunu, ancak şeker hastalarına kayısı tavsiye edilmediğini ifade etti. Malatya'nın ilkbahar geç donu olmadığı takdirde 100 bin ton kuru kayısı üretme potansiyeline sahip olduğunu anlatan Asma, şunları kaydetti: 22