26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Temiz süt sağımını öğrenirsek AB’ye gireriz! Prof. Dr. Tümer URAZ Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi D ört Ekim 2007 tarihli gazete haberlerine bakılırsa, ülkemiz ile İngiltere arasında "sağlıklı ve hijyenik koşullarda çiğ süt üretimi"ne dayalı eğitim "işbirliği anlaşması" imzalandı. Bu yolla "kırsal alanda kadınların eğitimi ile sağlıklı süt üretimi" gerçekleştirilecek. Anlaşma ülkemiz Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile İngiltere Uluslararası Tarım ve Teknoloji Merkezi (IATC) tarafından yürütülecek. Bakanlığın web sayfasına göz attığımızda pilot bölge olarak seçilen Diyarbakır için 5 bayan uzman (Ziraat Müh. ve Vet. Hekim) İngiltere’ye eğitim almak üzere gönderilecek; akabinde de projenin uygulamasına geçilecek. Özellikle 1970’lerin başından itibaren elinde bilgili eleman bulunmamasından ya da hazır elemanına güvenmemesinden midir? Nedir? Bazı iktidarlar – her halde tılsımlı elleri yabancılarda gördükleri için – bu gibi yollara çokça başvurmaktadırlar. Ben burada, yalnızca "süt"le ilgili bulunanlardan birkaçına değineceğim. 1980 öncesinde, MSP’nin katıldığı koalisyonlardan birinde Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) aracılığı ile bir "Süt Endüstrisi" uzmanı getirtildi. Macar asıllı olan uzman doğal olarak önce, Cumhuriyetimizin başından beri "Türkiye Sütçülüğü" hakkında önemli çalışmalara imza koyan "Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü"nü ziyaret etti. Misyonunu çok açık bir dille açıklayan FAO uzmanı "Türkiye Sütçülüğü Hakkında Bilgi Edinmek" amacıyla bir sempozyum düzenleme fikrinde olduğunu belirtti. Biz de kendisine, "Türkiye Sütçülüğü"ne ilişkin her türlü bilginin bölümümüzde var olduğunu ve yararlanmak istendiğinde, fazlasıyla yardımda bulunacağımızın sözünü verdik. Bu olay, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu’nun dışında olan bir gelişmeydi. Daha sonra uzmandan herhangi bir haber alınamadı. Kaldı mı ? Gitti mi ? Ne gibi bir çalışma ortaya koydu ? Bilinmiyor. Yakın bir geçmişte (34 yıl önce) yine bir FAO uzmanı tarafından "Türkiye Peynirciliğini Islah Etme Projesi" nedeniyle arandım. Ben de önce Türkiye’yi olabildiğince iyi bir şekilde dolaşmasını, sonra da başlanacak noktayı birlikte belirlemeye karar vermemizi önerdim. Ancak bu projenin akibetinden de pek haberdar olamadım; muhtemelen yürütülememiştir. Görüldüğü üzere bu kez bir miktar "cingözlük" söz konusu ! Yani uzman getirip perişan halimizi göstermek yerine, kendi elemanımızı uzmanlaşmak (!) için oralara gönderip kendi gerçeklerimizi gizleme yolunu seçmişiz. 45 yılını bu alanda geçiren biri olarak buradan açıkça haykırıyorum: Böyle bir tutuma ne Somali, ne Sudan gibi Afrika ülkelerinde rastlanır; emir yüksek yerden çıktığı için ancak sömürge ülkelerinde uymak zorunda kalınır. Evinde, günlük temizlik işlerinin gerekli kıldığı sabun vb. araçları bulunduramayan, yılların ihmali içinde geliri artırılamayan ve bundan dolayı da ancak 35 süt hayvanıyla meşgul olan köylü kadınına neyi öğreteceksiniz ? Neyi yaptıracaksınız ? Aynısı olmasa da, benzer bir uygulamayla Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, Kanun Hükmünde Kararnameye dayandırılarak her meslekten binlerce üniversite mezunu Doktora öğrenimi için yurtdışına gönderildi. 56 yıl boyunca ülke dövizi harcanarak oralarda alıkonulan gençlerin yarısına yakını ülkesine dönmedi, dönenler ise taşra üniversitelerine tutularak verimsizliğe mahkum edildi. Kaynağın tükenmiş olmasından ya da hesaptaki yanlışlığın fark edilmesinden olacak ki, birkaç yıl sonra, programdan vazgeçildi ve taşra üniversitelerinin Araştırma Görevlileri’ne büyük kentlerin üniversitelerinde Doktora yapma olanağı sağlandı. Geç de olsa yanlış hesaptan dönmenin mutlaka önemli yararları görülmüştür. Bu denli deneyim sahibi bulunmamıza karşın günümüz Milli Eğitim Bakanlığı’nın her yıl 1500 öğrenciyi yine Doktora yapmak üzere yurdışına göndereceğini öğreniyoruz. Oysa bir elemanı 56 yıl gibi uzun süre yabancı bir ülkede tutarak büyük harcamalar içine gireceğine, şu anda üniversitelerimizde yabancı dil seviyeleri yeterli olmayan Araştırma Görevlilerini 2 yıllığına göndermenin daha yararlı olacağını düşünmekteyim. Bu uygulama ile aynı zamanda, ileriki yıllarda uzun süreli bir yurt dışı olanağını elde edemeyecek üniversite elemanlarına, en verimli dönemlerinde önemli bir deneyim kazandırılmış olur. Cumhuriyetin ilk üniversitesinin çekirdeğini oluşturan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün 1933’de (Ankara’da) açılışından beri, adını yukarıda andığım bölümde; şu yıla kadar sayısı 20’yi aşmış olan Ziraat Fakülteleri ile yine bu sayıya yakın düzeyde kurulu olan Veteriner Fakültelerinin büyük çoğunluğunda "sağım hijyeni ve ondan sonra sütün korunması" çok ayrıntılı bir biçimde – 1 gram gübrenin içerdiği ya da bir sineğin taşıdığı bakteri sayısına kadar – anlatılmaktadır. Ama ne yazık ki son 30 yıldan bu yana, özellikle Tarım Bakanlığı ve Üniversite ilişkisi oldukça alt düzelere inmiş durumda ! Her hangi bir yaptırıma bağlı olmayan bu tutumu nasıl sorgulayabiliriz ? Oysa çalışmalarına imrenerek baktığımız yabancı ülkelerdeki gibi bir işbirliği yapılsa, ileriye dönük uzun vadeli projeler hazırlansa bundan tüm ülke kazanır. Örneğin siyasi olsun, teknik olsun her çeşit konuda, bakanlıkların üniversite birimleriyle ilişkiye girerek projeler hazırlama ve bunları yürütme geleneği, kalıcı halde yerleştirilemez mi? Bu ülkenin sorunlarını, bu ülke insanlarından daha iyi anlayan ve çözümleyen başka birisi olabilir mi ? Aslında bu gibi uygulamaları, siyasi organ dışında YÖK ya da TÜBİTAK benzeri kuruluşların görüşlerine dayandırarak gerçekleştirmek, en azından Türk araştırmacılarına verilen değerin ölçüsünü ortaya koyar ! Bu yazıyı okuyanlardan biri, Latife Hanımın başörtüsü konusunda olduğu gibi "Atatürk döneminde de yabancı ülkelere eğitim için eleman gönderildiğini" öne sürebilir. Yalnız unutulmamalı ki, o devirde, 1933’de üniversiteye dönüşen tek bir yüksek öğrenim kurumu (İstanbul Üniversitesi) vardı. Bu tarihlerde Ankara’da açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü ise 1946’da ülkenin ikinci üniversitesine dönüştü. Tüm bunlara ek olarak şu hususu hatırlatmazsam içim yanar ! Yurdun dört bir yanına 40’a yakın fabrikasıyla yayılan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu eğer kapatılmasaydı (1993), sorunun önemli bir bölümü bu gün için çözülmüş olurdu. Çoğunluğu ülkenin batı kesimine yerleşmiş olan Pınar, Sütaş, Yörsan vb. kuruluşlar üretici evine "öğretici teknik eleman" göndererek "kaliteli çiğ süt" elde etmeyi sağlayabilmektedirler. 30
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle