Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Balın hası şekersiz, meyvenin çiçeği ilaçsız olmalı Çetin YİĞENOĞLU DANA ‘‘Baldaki Tuz’’, Yaşar Kemal’in çeşitli yazılarının derlendiği kitabın adı. Balda da tuz olur muymuş demeyin, balda neler yok ki tuz olmasın. Çeşitli mineral ve vitaminlerin yanı sıra lipidler, enzimler, aminoasitler, aktif biyolojik mikroorganizmalar, alkoller, esterler ve elbette şeker, ama bala özgü, arı tarafından özel enzimlerle değiştirilip dönüştürülmüş şeker, diye tanımlayabileceğimiz karbonhidratlar ve karboniller de var. Yani, bala ‘abıhayat’ dedirtecek kimliğini yaşamsal öneme sahip yüze yakın bu maddeler veriyor. Beşaltı bini endemik olmak üzere on beş bine yakın bitki çeşidiyle dünyada eşi benzeri olmayan bu cennet ülkede bal, bir zamanlar sofranın vazgeçilmeziydi. Örneğin, Çukurova’da kadayıflar, baklavalar Çukurova ormanındaki bin bir çiçekten sağılmış bal dolu tepsilerde yüzdürülürdü. Ne yazık ki, artık balın ne tadı kaldı, ne tuzu; ‘‘çıkla’’ şekere kesti. Bu şekerli balın, yapay balın, yani sahte balın dışsatımına izin veren Türkiye ise kendi dalını kesti. Her alanda onuncu sınıf ülke konumunda görünmenin kompleksinde boğulduğumuz bir dönemde iyi ki, şu sahte bal krizi çıktı da, bal cenneti bir ülke olduğumuzu anımsadık hiç olmazsa... Usta, Baldaki Tuz’dan sonra, aynı seriden bir başka kitabına ‘‘Ustadır Arı’’ demiş. Kitabına bu adı verirken bir arının yarım kilo bal üretmek için kaç milyon çiçeğe konduğunun bilincindeydi kuşkusuz. Ama bizim açgözlü, üçkağıtçı ve kendine bile saygısı olmayan bazı bal tacirlerinin arıya ve arının emeğine saygısı olur mu? On kuruşluk fazla kazanç uğruna Batı’dan üstün olduğumuz ender alanlardan birinde de adımızı kötüye çıkarmaktan çekinir mi? Kimi zaman mısır şurubundan, kimi zaman glikoz ve bal enziminden bal kıvamında bir şey üretir. Hem de ne bal... Arıya ‘‘şirk koşar’’. Bildiğimiz, bilmediğimiz bir dolu şekeri bir sahtekar simyacı gibi arının ürettiği bala benzetir. Arıya öykünüp glikoz, fruktoz ve sakaroza yapay enzimler katarak dönüştürür ve benim diyen bir sistemin çözemeyeceği kimyasal (yapay bal) ürün elde eder. Bunu da en büyük bal alıcısı AB ve ABD’ye satar. A Adımız böylece kötüye çıkarken Amerikalı büyük firmaların da ‘‘arı yemi’’ adıyla ‘‘sahte bal’’ malzemesi satarak bu parsadan pay aldıkları ortaya çıkar. Ne çare ki, günah keçisi Türkiye olmuştur... Türkiye’nin, kovan sayısı açısından dünyada Çin’den sonra ikinci sırada bulunmasının hiçbir önemi kalmaz böylece. Bir kez daha şark kurnazlığına kurban edilen ülkemiz bal pazarında AB, ABD ve Japonya pazarlarında rekabet etmek durumunda olduğu Çin’in de oyuncağı olmuştur. Çin, defolu ballarını bu piyasalara Türk etiketi takarak sunmuştur çünkü. Ulusal toplumsal çıkarmış kimin umurunda, üçkağıtçı bezirganımız kirli çapuluna bakmıştır. İşte, bu birkaç üçkağıtçı firmanın tekelindeki Türkiye sahte bal çapuluna Amerikalı arı yemi satar, Çinli sahte etiketle katılır da Yunanlı durur mu? Arısını getirir ve burnumuzun dibindeki adalara konuşlandırır; bizim, ‘hangi aklı evvel’in yumurtladığı bilinmeyen bir ‘turistik bölge’ gerekçesiyle kovan koymayı yasakladığımız Ege’deki bin bir çeşit çiçeğin balını arısına emdirir. Buna bir dur diyen de çıkmaz. Bırakınız balın sahtesini gerçeğinden ayıracak ultramodern tesisleri, bir Carbon 13 testi yapacak sistem bile AB adlı büyüğümüzden bal şamarı yedikten sonra akla gelir. Gelse ne olur? Pahalı olduğu gerekçesiyle Carbon 13 sistemi bile yeterli sayıda kurulmaz; sadece İzmir’de bulunur. Uzmanlar, bilim adamları söz konusu sisteme bakanlık bile sahip olsa sahte bala yine de ‘‘sınavı geçer’’ raporu verileceğinden yana kuşku duymuyor. Ulusal bilinçten yoksun bir toplumda başka nasıl bir sonuç beklenir ki? Sahi, ulusal çıkar kimin umurunda? AB tehlikeli bir antibiyotik içerdiği için Çin balına ambargo koymasa, bu arada bal dışsatımcısı firmalarca alınan haksız teşviki geri istedi diye bir üst düzey bürokrat koltuğunu kaybetmese ve bunun üzerine işten çıkarılınca kızıp da sahteci bal şirketlerini açıklamasa ne sahte baldan, ne balımızın şekerinden haberimiz olurdu. Çünkü, halk çoktan unutmuştu balın tadını. Bu duyarsız, bu kamuoyu bilincinden yoksun toplumda dünyanın en nitelikli balını üretmişiz ne fayda. Arı yetiştiriciliği ve damızlığından eğitim ve araştırmaya, hastalık ve zararlılardan üretim ve pazarlamaya bir dizi sorunun kör kıskacında, üstelik nedenini sorgulamadan, çözüm önerileri üretmeden, üretmeye çalışmadan, sağır kulağımızın üstüne yatmaya alışmışız ne de olsa... En iyi olmamız gereken bir sektörde bu duruma düşmüşsek meyvecilikte daha üst sınırları zorlamamız beklenebilir mi? Nitekim, üretim aşamasına kadar meyveciliğimize şöyle bir göz atılsa hemen sorunlar denizinde yüzdüğümüz çıkar ortaya. Meyvecilikte de sorunların, daha fidan üretim aşamasında başladığı görülür. Fidan üretiminde Avrupa’da geliştirilen denetim sistemi maalesef ülkemizde henüz geliştirilememiştir. Sertifikalı fidan üretimi çağdaş normlardan uzaktır. Sertifikalı diye pazarlanan fidanların menşei bile belirsizdir. Yeni çeşit fidan ve dikim sistemleri konusunda bilinçsiz olan üretici ne yazık ki modern budama sistem ve uygulamalarını da bilmemektedir. Dolayısıyla kaliteye önem verilmemekte, üretilen meyvedeki ilaç kalıntısı ise ayrı bir sorun oluşturmaktadır. Bütün bu olumsuzlukların yanı sıra üreticilerin ekolojik tarıma özendirilmesi istenmektedir. Balın şekersiz, meyve çiçeğinin ilaçsız olduğu günlere... Tohumculukta devlet özel sektör işbirliği ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’de tohumculukta dışa bağımlılığın azaltılması ve dayanıklı sebze üretimi için kamu özel sektör işbirliğinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca hazırlanan ‘‘Nitelikli Genitör Geliştirme’’ projesi düzenlenen törende imzalandı. Türkiye’nin hibrit sebze tohumculuğunda dışa bağımlılığının azaltılması için gelecek 10 yıl içinde yerli hibrit üretiminin yüzde 5060 oranında arttırılmasını ve ıslah çalışmalarıyla elde edilecek hastalıklara ve olumsuz hava koşullarına dayanıklı sebzelerin üretimi amaçlanıyor. Dışa bağımlılık azaldığında döviz tasarrufu sağlandığı gibi ek gelir imkanları ve istihdama önemli katkılar sağlayacağına dikkat çekiliyor. ‘‘Nitelikli Genitör Geliştirme’’ amaçlı araştırma projelerinin protokollerinin imzalanması nedeniyle düzenlenen törende konuşan Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hasan Ekiz, Türkiye’nin eksikliklerinin dikkate alınarak iç üretimde çeşitliliğin artırılması ve üretim imkanlarındaki sıkıntıların giderilebilmesi için yerli kuruluşlara imkanları aktarmayı amaçladıklarını söyledi. Ekiz, tohumculukta yerli üretiminde 5 6 yıl içinde yüzde 30, 10 yıl içinde de yüzde 50’nin üzerine çıkmayı hedeflediklerini söyledi. Tarımsal Araştırma Genel Müdürü Lütfü Tahtacıoğlu ise, F1 hibrit sebze tohumculuğu projesinin kendi içini kapalı olmadığını ve sektörün bütününü kapsadığını belirtti. Tahtacıoğlu, çok sayıda projenin gerçekleştirilmesinde yaşanan sorunların bu birliktelikle aşılacağını düşündüğünü söyledi. Tarım Köyişleri Bakanlığı önderliğinde 2003 yılında başlatılan ve 2004’de uygulanmaya başlanan projede, 5 araştırma enstitüsü, 5 üniversite ve 25 özel sektör tohumculuk firması yer alıyor. Proje kapsamında gerçekleştirilen kurslarda, 110 teknik eleman kısa süreli eğitim aldı. Proje konularını ise domateste nematoda, patlıcanda fusariuma dayanıklı, biberde ihracat eksiklerine uygun genotiplerin geliştirilmesi oluşturuyor. Proje sonucunda elde edilecek ‘‘yarıyol materyalleri’’ kullanılarak, yapılacak olan ilave ıslah çalışmalarıyla dayanıklı hibrit domates, biber ve patlıcan tohumlarıyla lezzetli sebze üretimi hedefleniyor. 4