02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Meyve ağaçları seraya giriyor NTALYA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’nin, birçok meyve türünün anavatanı ve meyvecilik kültürünün beşiği olduğunu ifade eden Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Abdullah Kankaya, Anadolu topraklarının tropik bahçe bitkileri dışında tüm meyve, sebze ve asma türleri yönünden son derece elverişli olduğunu belirtti. Kankaya, dünyada kültürü yapılan 138 meyve türünden, 16’sı subtropik olmak üzere 75’e yakın türünün ülkemizde yetiştirilebildiğini de söyledi. Kankaya, bu zenginliğe karşılık ihracatın düşük olduğunu belirtirken, çözümü erkenci meyve türlerinin bodur anaçlarla seraya taşınması, geç hasat edilenlerin de rakımı yüksek bölgelerde geç dönemde üretilmesi olarak gösterdi. Türkiye’nin, yaş sebze meyve üretimiyle dünyada ilk sıralarda yer aldığını, ancak ihracatta hak ettiği yerde bulunmadığını ifade eden Kankaya, ‘‘Bunun en önemli nedeni, pazarın talep ettiği çeşitlerin üretimde yeterli miktarda ve zamanda yer almaması, rekabetçi fiyat ve kalitede üretil yapılmaması, hasat sonrası teknolojilerin yeterli seviyede kullanılmaması, reklam ve pazarlama organizasyonlarının oluşturulmamasıdır. Ancak, son yıllarda, söz konusu eksikliklerin giderilmesiyle ilgili çalışmalar sürüyor. Türkiye 1984 yılında ürettiği kirazın bin tonunu satarken, geçen yıl 41 bin tonunu satarak, dünyada ilk sırada yer aldı. Aynı dönemde dünya kiraz ihracatı 63 bin tondan 151 bin tona çıktı’’ A dedi. Yrd. Doç. Kankaya, önümüzdeki 10 yılda, kiraz, nektarin, şeftali, Japon eriği, Trabzon hurması, elma, incir, nar, armut ve üzüm gibi ürün miktarının artmasıyla, ihracatın da 45 katına çıkarılmasının hedeflendi ğini açıkladı. Ancak bunun gerçekleşmesi biraz da erkenci çeşitlerin kışları ılık geçen rakımı alçak bölgelerde, geç hasat edilen çeşitlerin de rakımı yüksek bölgelerde geç dönemde üretilmesine bağlı. Ayrıca kayısı, erik, nektarin gibi meyve türlerine yapılacak bodur aşılamalarla bu ağaçların örtü altında yetiştirilmesi de ihracatın artılmasında önemli etken olarak görülüyor. Kayısı, erik, nektarin gibi meyve türlerinin soğuktan zarar görme riskinin oldukça yüksek olduğunu açıklayan Yrd. Doç. Kankaya, ‘‘Bu türlerin bodur anaçlar üzerinde, örtü altında, ılıman iklime sahip Ege, Akdeniz ile Güney Doğu Anadolu bölgelerinde ve termal su bulunan yerlerde yine örtü altında yetiştirilmesi meyve yetiştiriciliğinde, üretim sezonunun uzatılması ve sonuçta ihracatımızın artırılmasını sağlayacaktır. Örneğin, kayısı ve eriğin bodur gelişen erik anaçları üzerine aşılanarak sera koşullarında dekara 200 300 adet dikilerek üretilmesi üretim sezonunu çok erkene alacak ayrıca soğuk zararı riskini ortadan kaldıracaktır’’ diye konuştu. Geç olgunlaşan çeşitlere ilişkin de rakımı yüksek bölgelerde üretimi öneren Yrd. Doç. Kankaya, ‘‘Bu da üretim sezonun uzatılması açısından son derece önemli. Aydın’da papaz eriğinin sera koşullarında yetiştirilmesinden sonra, erkenci Japon erik çeşitlerinin de Akdeniz ve Ege bölgesinde yetiştirilmesine başlandı. Geç olgunlaşan çeşitlerle de üretimin Ekim ayına kadar devam ettirilmesi mümkün. Bu da eriğin iç ve dış pazara 10 ay boyunca sunulması anlamına gelir’’ Ziraat Mühendisleri Odası: ‘Mayınlı araziler tarıma açılsın’ NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Gökhan Günaydın, Suriye sınırı boyunca uzanan mayınlı arazilerin tarıma açılmasını önerdi. Günaydın, önerinin yaşama geçmesi halinde, 2353 işletmede 2353 ziraat mühendisi ve an az 10 bin topraksız tarım üreticisinin istihdam edilebileceğini ve ülkenin organik üretim kapasitesine önemli bir katkı sağlanabileceğini söyledi. Kamuoyuna bir süredir Suriye sınırında bulunan mayınlı alanların ‘‘yapişletdevret’’ modeli ile temizletileceği ve temizleme işlemini gerçekleştiren şirketlerin kullanımına açılacağı yolunda bilgiler yansıdığını anımsatan Gökhan Günaydın, Suriye sınırında yaklaşık iki Kıbrıs adası büyüklüğündeki 306 bin dekarlık mayınlı alanın, düz ve büyük ölçüde birinci sınıf tarım arazilerinden oluştuğunu aktardı. Sözü edilen alan, uzun yıllardır tarımsal amaçlı kullanılmadığı için kimyasal ilaç ve gübre kalıntısı içermemekte ve bu niteliği ile de üretim biçimini konvansiyonel tarımdan organik tarıma dönüştürmek için beklenmesi gereken ‘‘geçiş süreleri’’ni ortadan kaldırdığını kaydeden Gökhan Günaydın, şu A bilgileri verdi: ‘‘Sözü edilen alan, üretimden pazarlamaya kadar olan tüm süreç için kurgulanmış kooperatif yapı içinde örgütlenmiş bölge üreticilerine özgülenmelidir. 306 bin dekarlık alanda; Türkiye’deki verili ortalama işletme büyüklüğü olan 59 dekarlık işletmelerin kurulması halinde 5186; Avrupa Birliği’nin verili ortalama işletme büyüklüğü olan 130 dekarlık işletmelerin kurulması halinde ise 2353 aile tarım alanında istihdam edilmiş olacaktır. Organik üretim gibi kontrol sertifikasyon aşamalarının zorunlu olduğu bir üretim biçiminde, AB’nin konuyla ilgili kalite ölçütlerini karşılayan ve kayıt tutan, etiketten tarlaya izlenebilirliği sağlayan bir üretim biçimi, ancak ziraat mühendislerinin katkısı ile olanaklıdır. Başka türlü, kamusal tarımsal yayım faaliyetinin neredeyse ortadan kalktığı ortamda, Güneydoğu üreticisi organik tarım faaliyeti yürütemeyecektir.’’ ZMO olarak 306 bin dekarlık alanın, AB ortalama işletme ölçeğine uygun olarak 2353 topraksız aileye 13’er hektar olarak, karşılıksız dağıtılması, böylece oluşturulan 2353 işletmenin birer ziraat mühendisi çalıştırması koşulu getirilmesi ve tüm işletmelerin tek bir kooperatif yapı altında örgütlen mesinin sağlanması olduğuna değinen Günaydın, şu görüşleri savundu: ‘‘Bu kapsam, 2353 işletmede 2353 ziraat mühendisinin ve an az 10 bin topraksız tarım üreticisinin istihdam edilmesi ve ülkenin organik üretim kapasitesine önemli bir katkının sağlanması anlamına gelecektir. 500 milyon dolarlık mayın temizleme faaliyeti ile istihdam içine alınabilecek yaklaşık 12.500 kişi için kişi başına istihdam yaratma maliyeti, 40 bin dolar düzeyinde gerçekleşmektedir ki, bu, ortalama maliyetlerin oldukça altındadır. Tüm bu yönelim yerine, basına yansıdığı gibi, Maliye Bakanlığı ve Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nı tümüyle devre dışında bırakarak alanı, mayınları temizleyecek olan yabancı şirketlere kiralaması, Türkiye’nin istihdam yaratma gereği ile örtüşmeyen ve yörenin stratejik konumunu önemsemeyen yaşamsal bir yanlış olacaktır. Unutulmamalıdır ki, mayınların temizlenmesi için gerekli olduğu söylenilen 500 milyon dolardan kaçınmak için bu alanların uzun yıllar boyunca yabancıların kullanımına açılması, ülkenin ve ülke insanının yararına olmayacaktır.’’ 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle