Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Aylar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 19 MAYIS 2019 PAZAR 19 MAYIS Bilimde yükselen yıldız gençlerin avcısıyız diyen Hotamışlıgil, onları bir bilim ağında buluşturmak istiyor Amacımız uzun yaşamı en sağlıklı hale getirmek Özlem Yüzak / ORHAN BURSALI Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil dünyaca ünlü bilim insanlarımızdan biri. 30 yılı aşkın bir süredir metabolizma ve metabolik hastalıklar üzerine ses getiren çalışmalar yürütüyor. Aynı zamanda Harvard Üniversitesi’nde 2014 yılında kurulan Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi’nin de başında. Hotamışlıgil, bu yıl dördüncüsü verilen Sabri Ülker Bilim Ödülleri töreni için İstanbul’a geldi ve biz de kendisi ile uzun uzun sohbet ettik. Aslında Hotamışlıgil yurtdışında çalışıyor olmasına karşın sessiz sedasız Türkiye açısından son derece önemli, uzun soluklu bir yol haritasının yapı taşlarını da döşüyor aynı zamanda: Bir yandan “Yükselen Yıldızlar” diye tanımladığı bilimde önemli çalışmalar yapan gençleri desteklemek ve onun da ötesinde onları bir bilim ağında buluşturmak; öte yandan başında bulunduğu merkezi küresel bilim dünyası içine sağlam bir Türk markası olarak yerleştirmek... Merkezin faaliyetleri, Sabri Ülker Bilim ödülleri, her yıl düzenlenen Metabolizma ve Yaşam Sempozyumu ve Sabri Ülker Vakfı’nın tüm bunlara desteği... “Asıl bileşenler bunlar” diyor Hotamışlıgil ve ekliyor: “Ben her zaman geleceğe bakıyorum, en az 1015 yıl sonrasını şimdiden kurgulamaya başlamak çok önemli”. n Sabri Ülker Bilim Ödülleri size göre niçin son derece önemli? Birçok şeyi harmonize etmeye çalışıyoruz hem Merkez hem de Sabri Ülker Vakfı ile birlikte. Uzun vadede yıldız olacak bilim insanı arıyoruz. Coğrafya gözetmeden. Başarılı Türkleri takip ediyoruz. Bugüne kadar 4 genç bilim insanına verdik Sabri Ülker Bilim Ödülü’nü. Bu yıl ödülü alan Tamer Önder örneğin, Massachusetts Institute of Technology (MIT) ve Harvard üniversitelerinde yetişmiş; kök hücre konusunda çok güzel ve üst düzey çalışmaları var. ABD’de çok iyi işler yapabilecekken Türkiye’ye geliyor. Koç Üniversitesi’ne. Ülkemize geldiği günden beri Tamer’i takip ediyorduk zaten ama Türkiye’deki çalışmalarının da ürün vermesini bekliyorduk. Tıpkı 2 yıl önce ödül verdiğimiz Bilkent Üniversitesi’nden Ebru Erbay gibi. O da son derece önemli çalışmalarda bulunan genç bir arkadaşımız. İkisi de kişisel sebeplerle Türkiye’ye dönmeye tercih etmişler. 2016 ödülünü de ABD’de Rockefeller Üniversitesi’nde kanser ve metabolizma ilişkisi üzerine çalışan Yard. Doç. Dr. Kıvanç Birsoy aldı. Ödül geçen yıl da “Hastalıklarda Kök Hücrelerin Diyetle Kontrolü” başlıklı projesiyle Massachusetts Institute of Technology Kanser Araştırmaları Enstitüsü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ömer Yılmaz’ın oldu. İki yılda bir Sempozyum da aynı şekilde son derece önemli. Metabolizma ve Yaşam Sempozyumu 2 yılda bir düzenleniyor. Bir yıl Türkiye’de bir yıl ABD’de. Geniş bir yelpazede yapıyoruz. Araştırmacı gençlerle büyük bilim insanlarını bir araya getiriyoruz. Sempozyumu düzenlerken stratejimiz bir yandan sayı olarak küçük ama çok üst düzey bilim insanlarını bir araya getirmek, öte yandan da genç ve gelecek vadeden bilim insanları ile ilişkilerini güçlendirmek. İlk gün açılış konuşmalarını hep genç “yükselen yıldızlar” dediğimiz Türk bilim insanları ile yapıyoruz ve hemen ardından Nobel ödüllü bilim insanlarına yer veriyoruz. İkinci gün artık belli bir noktaya gelmiş, dünyanın en saygın, en üst düzey bilim insanları ile bu gurubu bir araya getiriyoruz. Yani “buradan başlıyorsun, sonra buraya geliyorsun” mesajını vermek istiyoruz. Ve tabii onların arasında bir ağ kurulmasını, bu çocukların o camianın bir parçası olmalarını sağlamaya, aralarında bilimsel bir köprü oluşması için çalışıyoruz. Tüm bunların yanı sıra çok sayıca genç Türk öğrencinin bursları ve tüm diğer faaliyetler Sabri Ülker Vakfı tarafından destekleniyor. En önemlisi uzun soluklu olması. n Çok uzun süredir metabolizma üzerine araştırmalar yapıyorsunuz? Ben metabolizmayı hayatın en önemli unsuru olarak görüyorum. Hem başlangıcı ve idamesi için çok kritik bir işlev ve süreç olduğunu düşünüyorum. Metabolizma ile her şeyi ilişkilendirmek mümkün hem sağlık hem hastalıkta, her konu ile ilişkilendirmek mümkün; buna Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil Coğrafya gözetmeden uzun vadede başarılı ve yıldız olacak bilim insanı aradıklarını belirten Hotamışlıgil, başında bulunduğu merkezi, küresel bilim dünyası içinde bir Türk markasına dönüştürmek istiyor. Alzheimer bile dahil. Genelde metabolizma deyince herkesin aklına şişmanlık, diyabet geliyor ama biz kanseri de solunum sistemi hastalıklarını da, nöro dejenerasyonu da metabolizma hastalıkları kapsamında görüyoruz. DNA metabolizmasını da enerji metabolizmasını da aynı yelpaze altında inceliyoruz. Altın çağ 1950’ler n Eskiden tıpta metabolizmaya bu kadar önem veriliyor muydu? Önemi biliniyordu. Ama çerçevesi bugünkü kadar net ortaya çıkmamıştı ve ayrıntıları bilinmiyordu. Hipokrat’ın “ne yersen sağlığın odur” sözü. Belki bunu metabolizma ile ilişkisini kurduğu için söylememişti ama yine de metabolizma açısından önemli idi tespiti. Yine Antik Çağ’ın ünlü hekimi Galen’in “Karaciğerin vücudun gıda kaynağı olduğunu söylediği” onlarca sözü vardır. Enerji ve gıda öğesi ile yaşam ve sağlık arasında bağ hep vardı ama metabolizma konusu 1950’lerde altın çağını yaşadı: klasik metabolik yolların bulunması, enzim zincirlerinin ortaya çıkarılması, vitaminler, yağ asitlerinin ortaya çıkarıldığı dönem bu. Sonra bir duraklama devri başlıyor; taa 1990’ların ortasına kadar. Ardından hiç durmadan yükselen bir ivme ile gidiyor. n Peki sizi kariyerinizde bu konuda çalışmaya iten ne oldu? Tamamen tesadüf. ABD’ye gittiğimde ilgi alanım metabolizma değildi. Sinir bilimi idi. Ama çok cazip gelmedi; olmadı... Hangi alanda çalışmak lazım diye düşünürken metabolizma ile tanıştım. Onun da ilginç bir hikâyesi var; nörolojik sebeplerden hem Türkiye hem de ABD’de gördüğüm birkaç hasta sayesinde oldu. Nadir görülen bir hastalık var ve dünyada tanımlanmış sadece 15 hasta var; ben bunlardan 3’ünü tesadüf olarak gördüm. Özelliği kollarında, bacaklarında, parmaklarında çok büyük tümörler gelişiyor olması. Fakat bu tümörleri kesip incelediğiniz zaman normal sağlıklı yağ dokusu oldukları ortaya çıkıyor. Habis hücreler değil bunlar ama kesip çıkartırsanız yine büyüyorlar. O zaman aklıma ölümsüz bir insan yağ hücresi yapmak mümkün mü diye gelmişti. Tabii o gerçekleşmedi ama benim alanım belirlenmiş oldu böylece. Gençlik önemini kaybetmez Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile simgelenen ve Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti için tarihindeki en önemli dönüm noktası olan 19 Mayıs’ın benim için anlamı çok derin ve ilelebet yol göstericidir. En zor koşular altında bile, güçlü bir irade ve gaye ile imkansız görülenin nasıl gerçeğe dönüşeceğini ve bunun ancak beraberlik ile başarılacağının tarihdeki en muazzam örneğidir. En karamsar günlerimde bunu hatırlamak bana her zaman umut ve güç veriyor. Bu tüm memleketimiz içinde böyledir. Atatürk’ün Türk milleti ile beraber gerçekleştirdiği bu mucizeyi hiç bir zaman unutamayız. Minnet, şükran ve takdir ile doluyum. Tüm ulusumuza 100. yıl dönümü kutlu olsun. Atatürk’ün bu önemli günü gençlik bayramı olarak görmesi ve gençlere emanet etmesi bence çok önemlidir ve eşsiz vizyonunun önemli bir göstergesidir. Benim kanaatim, burada kendisinin “gençlik” olarak gördüğü yalnızca yaş olarak gençlik değil “fikir olarak gençlik” olduğudur. Yani geleceğimizi belirleyecek en önemli hususun fikren yenilenme ve ilerleme olduğunu görmüş ve bunu gençlik ile özdeşleştirmiştir. Bu 100 sene sonra hala yolumuza ışık tutması gereken ve hiç eskimeyecek bir vizyondur. Bende 19 Mayıs’ı tüm genç çalışma arkadaşlarım ile bilimsel bir kutlama yapıp anacağım. Bize düşen görev, bu muazzam günü kutlarken sadece bunu bize getiren ön derimiz Atatürk’e ve milli kahramanlarımıza olan sonsuz sevgimizi duygusal olarak ifade etmek değil, onların tarihimizi değiştiren düşüncelerini anlamak, yaşatmak ve ileriye götürmektir. Çağdaş bilim, düşünce ve özgürlük ve adalet aşkını memleketimize, gençlerimize yayıp, beraberlik içerisinde ülkemizi en ileri uygarlık düzeyine taşımaktan asla vaz geçmememiz demektir. Bu nedenlede “gençlik” 100 sene önceki öneminden hiç bir şey yitirmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti çok büyük zorluklar fedakarlıklar ile kuruldu, bu günlere dek geldi. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü hatırlayarak ileri giden yolculuğumuzda “bilimin” gençlerin kılavuzu olması dileği ile. Sabri Ülker ödülleri için Türkiye’ye gelen Prof. Hotamişlıgil, yazarımız Özlem Yüzak ve Orhan Bursalı ile uzun uzun sohbet etti. Sağlıklı yaşama katkı sağlamak Formüller, genler, hormonlar, moleküller, deneyler, nedensonuç ilişkilerinin kurulması... Hotamışlıgil’in dünyası bunun üzerine ve tabii önümüzdeki yıl 25. yılını dolduracak olan akademik kariyeri ve Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi. Artık en büyük hayalim benim yaşam süremde merkezde bizim bulduğumuz temel mekanizmalardan bir tanesinin uygulamaya geçişini sağlayacak faaliyetlerin gerçekleşmesi. İnsan hayatına etkisi olacak elle tutulabilir bir hale gelmesini görmek” diyor. Hotamışlıgil ekibi ile birlikte, kolesterolün zararlı etkilerine karşı hücreleri savunan ve “metabolik muhafız” dediğimiz “Nrf1” molekülünü ve bu molekülün karaciğer üzerindeki önemli bir fonksiyonunu yakın geçmişte keşfetmişti ve çok büyük bir ses getirmişti bu buluş. n Şimdi ne üzerinde çalışıyorsunuz Odaklanmak istediğim 2 konu var. Birincisi uzun yıllar üzerinde çalıştığımız FABP4 adında bir hormon. Önümüzdeki 10 sene boyunca laboratuvarın yarısını buna yönlendirmeyi düşünüyorum. Bu hormonun önemi şu: Normalde bizim gelişimsel hikâyemizde fazlalığa karşı önlem alma ihtiyacı yoktur. Örneğin, fazla kaloriye karşı önlem alma ihtiyacımız yok çünkü varoluşumuz için bir tehlikesi yok; ama açlığa karşı var. Vücudumuzun bu tür eksikliklere karşı geliştirdiği önlemler var. Hayatı tehdit eden koşullarda sisteme enerji sağlamaya yönelik önlemler bunlar. Enerji koşullarının alarm vermek te olduğuna ilişkin sinyalleri aldıklarında da vücut sistemimize karaciğer aracılığı ile şekeri katıyorlar. Peki ama bu sinyalleri nereden alıyorlar. Bu savunma sisteminin en önemli parçalarından biri olan yağ dokusundan gelen sinyaller şimdiye kadar bulunmamıştı. Bizim bulduğumuz bu hormon işte. Yağ dokusunu sisteme entegte ediyor. Bu hormon sadece yağ molekülleri yıkılırken salgılanıyor. Bir başka deyişle sisteme benzin yani enerji girişi ile uyumlu olarak salgılanıyor. Mutasyon var İşin ilginci paradoksal olarak aşırı şişmanlıkta, yani obezitede de bedenin enerji gereksinimi olmamasına karşın yağ hücrelerinin kontrolsüz şekilde yağı sisteme sanki kişi açlık çekiyormuş gibi salması. Ve bununla beraber FABP4 hormonunun da kontrolsüz biçimde sisteme verilmesi. Diyabetin en önemli mekanistik temellerinden biri bence dokuların içinde bulundukları metabolik koşulları idrak etmeyerek uyumsuz ve kontrolsüz cevap vermeye başlaması. Örneğin karaciğerin ihtiyaç olmadığı halde varmış gibi sinyallere maruz kalması ve devamlı şeker üretmesi. FABP4 bu sinyallerden önemli biri. Hayvan deneylerinde gördük. Biz farede bu geni mutasyona uğrattığımız , durdurduğumuz zaman hayvanlarda muazzam bir metabolik sağlık ortaya çıkıyor ve hayatlarının sonuna kadar sağlıklı kalıyorlar. Oradaki soru bunu insanda yaparsan ne olur? Ayni etki ortaya çıkabilir mi? Olumsuz neticelere sebep verebilir mi? Bu deneyide doğa yapmış vaziyette. Nasıl peki? Çünkü insanda görülen bir mutasyon var. Nadir görülen ve koruyucu bir mutasyon. FABP4 geninin çalışmasını yarı yarıya bloke ediyor. Bu insanlar hem diyabete hem de kardiovasküler rahatsızlıklara karşı bağışıklık kazanıyorlar. Dünyanın farklı yerlerinde var bu insanlardan. Bu da, bu hormon üzerinde çalışılabileceğini kanıtlıyor ve insanda bu hormonun kontrol altına alınmasının çok çarpıcı ve yararlı sonuçları olacağını bize söylüyor. İnsanın sağlıklı yaşam süresine önemli katkıda bulunacak bir girişim olarak görüyorum bunu. Canlıların muazzam savunma mekanizmaları var. Streslerle mücadele etme yetenekleri var. Eğer bu mekanizmaları anlayabilirsek hafiften ayarlamalar yapılabilir. Mesela büyük stresle mücadele etmek için hangi hormonun ne yaptığı anlaşılır ise tıpkı ışığı ayarlayan bir dimmer gibi; bu molekülün faaliyetlerini biraz daha açıp kapatabilirsin... n Odaklandığınız diğer konu hangisi? İkinci konu hücrenin içindeki organellerin dengesi ve çalışması. Ve onun mimari olarak kontrolü. Organel fonksiyonundaki bozukluğu onarırsan ve daha güçlü hale getirsen oradaki dengeyi yeniden oluşturabilirsin... Yaklaşık 20 yıldır bunu takip ediyoruz. Şimdi biraz daha odaklanmak durumundayız. Bu çok heyecan verici. En önemli ortak payda bilim n Türkiye bilimde nerede sizce? Pozitif görüyorum, zorluk var ama kesin olan bir şey, ileri gidecek yolumuz var. “Türkiye’de ve hatta dünyada ortak payda kaldı mı diye sorarsanız bence en güçlü olarak bilim var”. Bilim kutuplaşmaların üzerine çıkabiliyor ve bana göre sanattan bile daha fazla birleştirici güce sahip olabiliyor. n Trump bilime zarar verior mu sizce? Ne yazık ki öyle. Trump dünyanın önemli bir problemini temsil ediyor. Herkesin reddettiği görüşlerin hortlamasına sebep olu yor. Ayrımcılığı, İslamofobiyi körüklüyor. Bu da sosyal erozyona yol açıyor. Kutuplaşmayı, korkuyu körükleyen, bilim ile insanlar arasına duvarlar örmeye çalışan bu akım bence çok ama çok tehlikeli bir oyun. n Dünyayı değiştirecek şey nedir? İçimden gelmiyor ama..Bir katastrof. Keşke böyle söylemesem ama öyle düşünüyorum ne yazık ki. n Türkiye’nin dünya bilimin de söz sahibi olamamasının arkasındaki en büyük sorunlar nedir sizce? Birincisi “Kritik Kütle”. Yani birbirinden farklı alanlarda eşgüdüm içinde çalışabilecek çok sayıda insanın fazla olmaması. Bu, eğitim süreçleri ile ilgili bir dar boğaz. Ve tabii yetişmiş insan gücünün üretim yapabilecekleri çalışma ortamının yaratılması ve korunması. Bilim insanlarının özgürce desteklenip çalışabilmeleri gerekiyor. n Bilim için olmazsa olmaz en önemli 3 unsur peki? Ahlak, merak ve sabır. Çok çalışmayı söylemeye bile gerek yok.