24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

19 MAYIS 1519 MAYIS 2019 PAZAR Madalyonun hangi yüzü? EREN AYSAN Dramaturg/yazar Muhsin Ertuğrul, anılarını paylaştığı “Benden Sonra Tufan Olmasın” kitabında sanatını yaygınlaştırmak adına çok eksikliklerinin olduğunu, Atatürk’ün karşısında neredeyse dilinin tutulduğunu, sadece “Bir tiyatro mektebi istiyoruz, Paşam!” diyebildiğini yazar. Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filminde, İkinci Dünya Savaşı’nda bir babanın çocuğunu Nazi kampında olup bitenlerden uzak tutmak için attığı nice taklanın, yaptığı sayısız özverinin hikâyesi anlatılır. İşte tiyatrocular sahnede yaşanan trajediden haberdar olmayan küçük çocuklar gibidir. Oysa perde kapanınca işler tersine döner. Yıl: 1930. Ankara’ya turneye gelen Darülbedayi oyuncuları Türkocağı Sahnesi’nde oyunlarını sergiler. Atatürk de izleyiciler arasındadır; temsilin sonunda onları huzuruna kabul eder, tek tek kutlar. Darülbedayi oyuncularından İ. Galip Arcan o geceye ilişkin anısını Darülbedayi Dergisi’nde (1 Ekim 1930) şöyle aktarır: “Bu tarihi akşamı bizzat yaşadık. Bu nutkun her cümlesi hitabet sanatının bütün kudret ve sihrini taşıyan bir şaheserdi. Davetliler bir ayin sessizliği içinde dinliyorlar, ulvi bir heyecan dalgası bütün kalpleri sarıyor, nemli gözler derin bir hayranlık içinde minnet ve şükranın sesi belagatini fışkırtıyordu. Gazi nutkunu şöyle bitirdi: ‘Efendiler, hepiniz mebus olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.” Turnenin son gecesi Atatürk, Muhsin Ertuğrul ve arkadaşlarını yemeğe davet eder. Atatürk, Ertuğrul’a dönerek: “Siz benim ta ateşemiliterlikten beri görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Şimdi ben, devlet reisi olarak size soruyorum: Hükümetten ne gibi bir yardım istersiniz” diye sorar. Muhsin Bey, ağır vergilerle turne yapmanın baskısı altında, üç kuruşla tiyatro yapma derdindedir. Yıllar sonra “Benden Sonra Tufan Olmasın” kitabında sanatını yaygınlaştırmak adına çok eksikliklerinin olduğunu, Atatürk’ün karşısında neredeyse dilinin tutulduğunu, sadece “Bir tiyatro mektebi istiyoruz, Paşam!” diyebildiğini yazar. Muhsin Bey; İstanbul’a döndükten sonra Cumhuriyetten bir yıl sonra açılan Musiki Muallim Mektebi’nin yanında konservatuvar kurulması için Hasan Ali Yücel’le birlikte kolları sıvar. Önce Rusya’ya gider, Stanislavski ile görüşür. Stanislavski aynı zamanda izleyicisi olan Max Reinhardt’a teklif götürülmesini önerir. Max Reinhardt ise o yıllarda Almanya’dan İsviçre’ye kaçmış öğrencisi Carl Ebert’in konservatuvarın kurucusu ola bileceğini bildirir. Şefik Kahramankaptan’ın hazırladığı “Hindemith Raporları” kitabında Hasan Ferid Alnar’ın müzik bölümüne Hindemith’in gelmesini istediğini, yine Hindemith aracılığıyla Ebert’le görüşmelerin başladığını yazar. Ebert gerekli çalışmaları hazırlayıp Milli Eğitim Bakanlığı’na sunar. Önce bir binaya ihtiyaç vardır. Hemen Cebeci’deki Şakir Ağa’nın Hanı ve çevresindeki birkaç ev yıkılıp yeniden düzenlenerek Devlet Konservatuvarı binasına dönüştürülür. İlk yıl ne yazık ki hiç kız öğrenci gelmez. Yan bölümlere gelen, (opera ve şan) kızlar ikna edilir. Böylece 1914’te Antoine’nin İstanbul’a gelişiyle kurulan Darülbedai’nin yanına akademik anlamda eğiltim veren ilk okul eklenir. DT’ye 9 yıl daha bekleyiş Çok değil, takvim yaprakları 20 Mayıs 1940’ı gösterdiğinde konservatuvara bağlı bir Tatbikat Sahnesi faaliyete başlar. Ancak Devlet Tiyatroları’nın hayata geçmesine daha dokuz yıl vardır. Bu süre içinde yeni mezunlar yalnızca 85 liralık burs parasıyla, kimi zaman konservatuvarın yatakhanesinde kimi zaman da tuttukları tek odalık evlerde nice güçlük içinde ömür tüketirler. Tek amaçla rı profesyonel anlamda tiyatro yapabilecekleri bir kuruma kavuşmaktır. 1947 yılında Carl Ebert rahatsızlığını öne sürerek Konservatuvardaki ve Tatbikat Sahnesindeki görevinden affını ister. Bunun üzerine Muhsin Ertuğrul Şehir Tiyatrosu’ndaki işini bırakmamak koşuluyla Tatbikat Sahnesi’nin başına geçmeyi kabul eder. Bir yandan yasa çalışmalarına katılıp Devlet Tiyatrosu’nu kurmaya çalışmakta, diğer yandan da Ankara esnafından topladığı paralarla “Küçük Tiyatro”yu açarak başkente sahne kazandırma derdindedir. En sonunda güçlükle yaşayan konservatuvar mezunlarına Devlet Tiyatroları’nın kurulacağı haberi gelir. Hepsi gözyaşları içinde birbirlerine sarılır. Demokrat Parti dönemi Ancak Demokrat Parti iktidarının sarsıcı dönemi başlayacak; 1951 tevkifatında komünist oldukları gerekçesiyle Devlet Tiyatroları’ndan Ulvi Uraz, Selçuk Uraz, Kemal Bekir, Ruhi Su gibi isimler uzaklaştırılacak, Sansaryan Han’da ağır işkence görmelerine rağmen sanatlarını başka arenalarda yapmaya devam edeceklerdi. Yine aynı dönemde Büyük Tiyatro’nun balo salonu olarak kullanılmak istenmesi üzerine Muhsin Ertuğrul iktidara zehir zemberek bir mektup yazacak ve görevi bırakacaktı. Böylece sanat iktidar çatışmasının ödenekli tiyatrolar üzerinden ilk nüveleri atılacak, bu durum özel tiyatrolara yayılacak, duruma ülkenin siyasal pratiği de eklenince sürek gerginleşecekti. Ehlileştirilmemiş oyunlar lanetlenecek, tiyatronun doğasına uygun en ufak bir eleştiri bile farklı şekilde yorumlanacaktı. Bugüne kadar sayısız tiyatro sahnesini yakma, yıkma, yok etme, sansür ve gösterimi yaptırmama olgusu tiyatrocuların yaşadığı derin gerçeklikten çıkıp sayısal gerçekliğe dönüşünce duygular eksiliyor. Oysa bu topraklardan doğan binlerce yıllık tiyatro geleneğinde de, Antik Yunan oyunlarında “uyarı” seyirciyi düşündürmekten başka bir şey değildir. Sophokles’ten Aiskhilos’a, insanın taşma noktaları, değer yargıları, önlenebilir ve önlenemez durumlar üzerine, özeleştiri yapma edimine kadar pek çok noktaya değinilir. Taşlama olgusunun deyim yerindeyse taş gibi oturduğu Aristophanes’te yönetimdeki yolsuzluklar, yargıdaki adaletsizlikler, insanoğlunun içinde gizlemek için çaba gösterdiği “hayvanlık”, savaş ve öldürme tutkusu, sanat ve felsefe dünyasında anlaşılamayan “ağız kalabalığı” yerilir, bunun karşısında insancıl değerler, anlayış, hoşgörü, barışa olan bağlılık yüceltilmeye çalışılır. Sanat iktidarların tahammülüyle gelişir, el uzatır ardıllarına. Perikles Dönemi’nde komedi sanatının gelişmesinin karşılığı siyasal iktidarla sanatın birbirini kollaması değil midir? Peki Elizabeth Dönemi İngiltere’si göz önüne alındığında Shakespeare bir tesadüf müdür? Komedi sanatını kendine özgü üslubuyla yorumlayan büyük yazar, döneminin taşkınlıklarını, siyasal olaylarını, kadın –erkek sorunsalını, insanoğlunun aşırıya kaçan tutkularını ele alırken siyasal iktidar tarafından giyotine gönderilme tehlikesiyle karşı karşıya kalsaydı, ne olurdu? Zavallı Shakespeare! Yahut Moliere, sadece “Tartuffe” oyununu yazdığı ve oynadığı için din tacirlerince kellesi alınsaydı? İktidara söz söylemenin yeri geldiğinde incelikli bir zeminidir tiyatro. Sonsöz: Şu bir gerçek ki bu çelişkiyi yaratan cumhuriyeti benimsemiş değil benimsemiş görünen güçlerdir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle