Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Aylar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 19 MAYIS 2019 PAZAR 19 MAYIS Kurtuluş arayan uluslar1919DÜNYASIVEODÜNYADATÜRKİYE’NİNYERİ Tarihçi Eric Hobsbawm’ın “aşırılıklar çağı” dediği 20. yüzyılın başında, finansallaşan sermayeye sahip merkez ülkeler ve artık egemenliği eline alan tekeller, tüm hızlarıyla yayılma ve silahlanma yarışının, kenar ülkeler ise bu yarışın yıkıcı etkilerinden “kurtulmanın” arayışı içindeydi. Tarihte hiçbir politik gelişme, döneminin koşullarından, akımlarından, ekonomiktoplumsalkültürel etkilerinden bağımsız oluşmuyor. Bunu söylediğimizde, liderlerin rollerini küçümsemiş olmuyoruz. Aksine, döneminin ruhunu iyi kavramış, çelişkilerin farkına varmış, bir çözüm ortaya koyabilmiş kişiler liderlik yapabiliyor. Böyle bir bakış açısı bize, tarihsel kişilikleri, uhrevi bir kutsallıkla değil eleştirel düşünceyle, tarihselcilikle, maddi gerçeklerle değerlendirebilme özgürlüğü sağlıyor. Başarılarını bilimsel, analitik zemine taşıyabildiğimiz liderlerle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin başlangıcı olarak 19 Mayıs 1919’un ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önemini ve değerini de bu genel değerlendirmeden azade göremeyiz. 1919’u diyelim 1819’dan veya 2019’dan farklı kılan koşullar nelerdi? 1919’da Türkiye’yi, diyelim Fransa’dan farklı kılan koşullar nelerdi? Ve nihayet, Mustafa Kemal’i, diğer kişiliklerden ayırt eden özellikleri nelerdi? Bu yazı tüm bu sorulara dört başı mamur yanıtlar verme iddiası taşımıyor. Ancak, 19 Mayıs’ın dünyasını, o dünyada Türkiye’nin yerini görmek için kimi ipuçları vermeyi hedefliyor. Meselenin bir boyutunu “emperyalizm” kavramı karşısında kurtuluşunu arayan uluslar oluşturuyor. Aşırılıklar çağının başı 20. yüzyılın başı... İnsanoğlu, tarihçi Eric Hobsbawm’ın deyimiyle “aşırılıklar”ın damga vurduğu, 19141991 arasındaki kısa yüzyılın sancılarını yaşıyor. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ideallerinin damga vurduğu Fransız Devrimi’nin modern anlamlar yüklediği “ulus”, “ulusdevlet” gibi kavramlar, şimdi “kurtuluş”unu, “bağımsızlığını” arıyor. Britanya’nın “Genç Viktorya Devri” olarak adlandırılan döneminde yani “İmparatorluk Çağı”nda (Age of Empire) kolonyal/sömürgeci dönemden farklı bir tür yayılmaya tanık olunuyor. 19. yüzyılın tarih sahnesine çıkardığı işçi sınıfının biricik düşmanı sermaye, şimdi yeni bir kimliğe bürünüyor. Meta ihracıyla yetinemeyecek hale gelen mali sermaye veya “finanskapital”, yoğunlaşıyor, tekelleşiyor, dünyanın bölüşümüne girişiyor. O “empire” ki, bir bakacağız, “imperialism”e yani “emperyalizme” adını verecek... Kavramı modern şekilde ilk tanımlayanlar, İngiliz iktisatçı John Atkinson Hobson ve AvusturyalıAlman iktisatçı ve siyasetçi Rudolf Hilferding’di. Alman devrimci siya setçi Rosa Luxemburg, Rus devrimci Vladimir İlyiç Lenin ve Nikolay Buharin de bu kavramı geliştiren isimlerdi. Sanmayın ki, “emperyalizm” herkes için kötü çağrışımlara sahip bir kavramdı. İngiliz İngiliz iş insanı Cecil Rhodes, “yayılmak her şeydir” diyordu. Alman akademisyen Friedrich Ratzel, hayatta kalmak için “emperyalizmin” şart olduğunu söylüyor, İngiliz coğrafyacı, akademisyen ve siyasetçi Halford Mackinder de Büyük Britanya’nın en emperyalist güç olması gerektiğini savunuyordu. Yıkılan, yenisi kurulan imparatorluk Kapitalizmin merkez ülkelerinin sermayeyi ihraç etme, yayılma, toprakları bölüşme, bunun için askeri güçleri seferber etme kampanyası, yeterince sermaye biriktirememiş, hemen çeperdeki ülkeler için bir dalgalanmayı da beraberinde getirdi. İşte “ulusal kurtuluş”, “ulusal bağımsızlık” kavramları böylece siyasi mücadelenin ana kategorilerinden biri haline dönüştü. 20. yüzyılın başında, finansallaşan sermayeye sahip merkez ülkeler ve artık egemenliği eline alan tekeller, tüm hızlarıyla yayılma ve silahlanma yarışının, kenar ülkeler ise bu yarışın yıkıcı etkilerinden “kurtulmanın” arayışı içindeydi. Avrupa, Yakın Doğu, Ortadoğu, Afrika ve Kafkaslar ikicil bir basıncın etkisindeydi: l Bir yandan İngiltere, Fransa, Al Mayıs 1919’da Samsun’da başlatılan hamle, tarihsel ve evrensel ulusun kurtuluşun modeli oldu aynı zamanda. Bu yönüyle 19 doğan Mayıs’la açılan yol, “aşırılıklar çağı”nın henüz başında, ergün evrensel yönleri olan bir reçete sunmayı başardı. manya ve kısmen İtalya gibi ülkelerin sermayelerinin emperyal yayılma hedefleri, l Diğer yandan “ulusal uyanış” karşısında sarsılan Osmanlı, AvusturyaMacaristan, Rus Çarlığı gibi geleneksel imparatorluklar. İşte bu ikili basınç, uluslararası siyasete uzun yıllar damga vuracak gelişmeleri, ilke ve kurumsallıkları da beraberinde getiriyordu. 19141918 arasındaki Birinci Dünya Savaşı, asker, sivil birlikte en az 16 milyon kişinin ölümüne neden oldu. Geleneksel imparatorluklar dağılma sürecine girerken, Avrupa’da bir büyük savaşın daha davetiyesini çıkaran gerilimler devam etti. Faşizmin kökleri atıldı İşte o davetiyelerden belki de en önemlisi Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’nın ardından Almanya’ya dayatılan “Versay Barış Antlaşması” oldu. Almanya’nın toprak kaybına, askeri ve mali yaptırımlara uğramasını beraberinde getiren Versay’ın Haziran 1919’da kabul edilmesinden yalnız 8 ay sonra Alman Nazi partisinin kurulmasını tesadüfle açıklayabilir miyiz? Ya, savaşın hemen ardından büyük bir karmaşa içindeki İtalya’da Benito Mussolini’nin faşist hareketinin 1919’da temellerinin atılmasını? Savaş sonrasında, Ortadoğu ve Afrika, klasik sömürgeci biçimleri aşan bir emperyal yayılmanın kurbanları olmayı sürdürdü. Ama bu coğrafya için yeni olan, emperyal merkez lerin petrol zengini Körfez hanedanlıklarıyla işbirliğini derinleştirmesi, siyasal İslam’ı bir enstrüman olarak kullanabilecek bir noktaya erişebilmesiydi. Evrenselin ipuçları Paris ve Versay ile ateşe körükle giden Avrupa devleri, Osmanlı Türkiyesi’ne ise bir anlaşma sunamayacak, Anadolu’da işgalle oluşan fiili durumu müzakere edemeyecek noktadaydı. İşte, “ulusal kurtuluş” için Samsun’dan çıkılan yolun küresel arkaplanı bu şekilde örülmüştü. Bu ahval ve şerait içinde, Samsun’da başlayan yolu, tarihsel ve evrensel kılan ise alınan kararlar oldu. l Ulusal kurtuluş, bir örgütlenme gerektiriyordu. Kongreler, kurtuluşun örgütsel modeli oldu. l Bir yurt sınırı çizilmesi gerekiyordu. O sınırlar, Misakı Milli ile çizilebildi. l O yurdun ve dahi içindeki ulusun bir karaktere kavuşması, yurttaşlığın tanımlanabilmesi gerekiyordu. Bölge halkları için model oluşturabilecek bir “seküler ulus” tanımı üretilebildi. l Avrupa’yı daha 25 yıl kasıp kavuracak “savaş” çizgisi reddedildi. Eksikler, hatlar yapısal sorunlar vardı. Zorluklar pek çoktu... Ama 19 Mayıs’la açılan yol, “Aşırılıklar Çağı”nın henüz başında, evrensel yönleri olan bir reçete sunmayı başardı. Versay’daki görüşmelerden bir kare. (Soldan sağa) İngiltere Başbakanı Lloyd George, İtalya Başbakanı Vittorio Orlando, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau, ABD Başkanı Woodrow Wilson. Dünyada yükselen iki dinamik: ABD ve Bolşevikler 1919dünyasında “ulus” kategorisi siyasetin temel parametrelerinden biri haline gelirken, kendini Avrupa’daki çalkantının dışında konumlandırabilecek coğrafi özelliklere sahip iki büyük ülke, sırasını bekliyordu. Bunlardan ilki olan Rusya, Birinci Savaş’ın bir parçası olsa da, Bolşevikler’in savaştan devrim çıkarabilmiş olması bu büyük ülkeyi uluslara ilişkin söz söyleyebilecek bir noktaya taşıyordu. 1917 Devrimi yalnız Rusya için değil çok geniş bir coğrafyada işçi sınıfı, köylüler ve ezilen halklar için ilham kaynağı olmuştu. Devrimin lideri Lenin, daha 1914’te “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı” ilkesini ifade etmişti. Kafkaslar ve Asya’ya uzanan geniş coğrafyada “halkların hapishanesi” haline dönüşmüş Çarlık Rusyası’nda Lenin, bir yandan “emperyalizm” olgusuna yeni bir anlam kazandırıyor, bir yandan da bağımsızlığını arayan uluslara reçete sunmaya çalışıyordu. Emperyalizmin ısrarı Diğer yanda ise ABD... Versay’a giden yolda düzenlenen Paris Barış Konferansı’nda, İngiltere, Fransa, İtalya liderleriyle birlikte 4 büyükten biri olarak kendine yer bulan ABD’nin Başkanı Woodrow Wilson, henüz bir yıl kadar önce açıkladığı 14 maddelik ilkeleriyle, yeni düzenin ana hatlarını da çizmek istiyordu. Aslında bu ilkelerin, Lenin’in Barış Kararnamesi ile gizli anlaşmaları ve yayılmacılığı tarihin çöplüğüne göndermeyi hedefleyen poilitikasına bir yanıt olduğu, ulusların bağımsızlık çabalarına ilişkin rekabetin bir ürünü olduğu da açıktır. Ancak Avrupa emperyalizminin gizli anlaşmalarda ve savaş zaferi dayatmalarında ısrarı savuşturulamadı. Lenin’in yeni hamlesi Lenin Rusyası’nın bir sonraki hamlesi ise 1920 yılında düzenlediği, en fazla katılımın Türkiye’den gerçekleştiği Birinci Doğu Halkları Kurultayı ile özellikle İngiltere’nin bölgedeki etkisini kırma girişimiydi. Özellikle Körfez hanedanlıklarının İngilizlerle yakınlığı, Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulması için ilk adımların atılmaya başlanması gibi Kuzey Afrika’da ise Fransız yayılmacılığı, Türkiye’nin çevresini belirleyen diğer unsurlardı. Yükselen ulus kategorisinin ve yenisi kurulmaya çalışılan dünya düzeninin bir diğer unsuru ise Birleşmiş Milletler’in temellerini atan “Milletler Cemiyeti” olmuştu. Milletler Cemiyeti’nin kuruluş hedefleri “dünya barışının ve silahsızlanmanın” sağlanması olsa da, üzerinde yükseldiği Paris Barış Konferansı’nın balçık zemini Cemiyet’in uzun ömürlü olamamasını da beraberinde getirdi. Gladyatör arenası 1919 Avrupası Kaotikti. Yıkılan imparatorlukların açığa çıkardığı enerji, yeni “emperyal devletler”, yükselen ABD ve Bolşevik etkisi koca bir kıtayı gladyatörlerin savaştığı bir arenaya çevirmişti. Nasyonal Sosyalist ve Faşist partilerin temellerinin atılıyor, Rus Devrimi’nin hemen ardından beklenen Alman Devrimi, yalnız Alman sermayesi için değil kıta genelinde iktidarların telaşına neden oluyordu.