22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

54 Cumhuriyet Bayramı 29 Ekim 2012 Pazartesi Atatürk Bulvarı. Gençlik Parkı. Mimarlık 1930’larda rüştünü ispat etti Akıl ve beceri tasarımı umhuriyet Türkiyesi’nin mimarisini anlatmak üç sözcükle olanaklı: Akılcı, beceriyi takdir eden, beğeni oluşturmayı önemseyen… Bir süredir özgür ve özerk düşüncenin kendi içsel düzenini ve kalitesini yakalamaktan uzak ve bocalama içindeki kültür çevreleri, merkezi otoritenin kuyruğuna takılıp, yeni bir kurumlaşma hesabıyla, ekonomiden gelir dağılımına, insan haklarından çok partili düzene varan Denilebilirki,mi bir yelpaze marlık beğenisi içinde Cumhukuruluş enyüksekkuşak riyetin yıllarını eleştirCumhuriyet ku mekteler. Dünyanın gelişmiş şağıdır.Onlar,be demokrasileğenilerinidebaş rinden hiçbirinde, geçmişi, kasına tâbî ol geçmişin lidermaktan çıkara lerini eleştirerek güncel pocak özgürlükte, litika yapan liderleri özgünmimarlık parti yoktur herhalları naif yakla de. Ama Cumşımlarıylabuluş huriyet Türkituran,özgüldu yesi’nin mimari yaklaşımını, rumların adamı hadi öznesiz olankültürlübir biçimde anlabir dekuşağınüyeleri talım, mokratikleşme hareketinin bidirler. zatihi kendisi olarak anlamak ve algılamak yanlış değildir. Akılcı düşüncenin ve modernitenin rotasını çizdiği bu mimari yaklaşım, bütüncül bir biçimde kentleri ve mimari nesne olarak yapıları aynı anda ele almaktaydı. Ekonomik etkinliği, toplumsal yaşamı, kamusal alanları olmadan kentler kent sayılamazdı: Modernite, yukarıdan inmeci biçimde, insanı merkeze alan, insan odaklı kentlerin ve kentsel mekânların yaratılma Ankara Ulus. C ALİ CENGİZKAN sını gerektiriyordu. Şehirlerin tarihî, toplumsal, kültürel dokularıyla kurulup yaşatılmasını sağlamanın; ortak mekânları ekonomik etkinliklerin arenası olarak görmenin; ulaşımı kentlinin erişimini artıran bir öge niteliğinde ele almanın; açık alanların yaratılıp kullanılmasını toplumsalkolektifkamu sağlığı gereği görmenin, yeni oluşmakta olan vatandaşbireyin yalnızca yaratılması için değil, sağlıklı bir toplumsal yaşamın sürdürülebilir kılınması için de kullanıldığını bugün kim reddedebilir? Yirminci yüzyılın başındaki yoğun devrimler çağında, kendi bölgesel dengelerini gözetip farklı dinamikleri ustaca kullanarak kendi özel devrimlerini gerçekleştiren Cumhuriyet yönetimi, Cumhuriyet meydanı ve Cumhuriyet caddesi ana mekânlarıyla yeni planlanmış kentlerini kurgular ve birbirine eşdeğer biçimde yaygınlaştırırken, vatandaşözneyi düşünüpyaratıpgeliştirmenin yanı sıra, onun geleceği, sağlığı, eğitimi, gelecekte yapacağı üretimi için de kaygılandığını Cumhuriyet mektepleri, Cumhuriyet numune hastaneleri, Cumhuriyet üniversiteleri, Cumhuriyet parkları, Halkevleri, gençlik parkları, (adları ister Sümerbank, ister Karabük Demir Çelik olsun) Cumhuriyet fabrikaları, bütün kentleri birbirine bağlayan ulusal demiryolu ağları ile göstermemiş midir? Cumhuriyetin bu açık yürekli yaklaşımı sonucunda, on yıllar içinde bugünkü deyimle “çağ atlayan” bir toplumdur Türkiye toplumu. Bölgesel farklılıklar İmparatorluk dönemindeki tebaözneler dönemine göre son derecede hızlı bir biçimde azalmış; vatandaşöznelerin eşit koşullar altında eşit gelişime ulaşabileceğinin kanıtı olan yeni hukuk düzeni içinde açık bir Cumhuriyetin caddeleri, fabrikaları... toplum yapısına ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu akılcı düşüncenin kurucu özneleri, kendileri ve aileleri adına bu dönüşüm sürecinden bir çıkar ya da yarar ummamışlardır. Bu akılcı toplumsal dönüşümün ancak plan ve programla olanaklı olabileceği düşüncesi, ki modernitenin bir vaazı olarak gerçekleşmiştir, gelişmeyi bilimsel verilere bağlama eğilimindedir. Kent planları bile gelişme aşamaları içinde, yıllık ayrılan bütçe ve programlarla gerçekleştirilir; halka açılan plan düşüncesi, katılımcı demokrasinin sınırlarında gezinir; kentin içindeki parseller ve inşa alanları, yatırımcı vatandaşöznenin ortaya çıkmasını dürter ve tahrik eder. O kadar ki, örneğin yeni alfabeye geçildikten sonra Ankara Belediyesi’nin 1929 yılındaki ilk kitabı “1927 Ankara Planı Yarışması Plan İzahnameleri”dir, ikinci yayını ise “İmar Yönetmeliği”. Yönetmelikte, sıradan vatandaşın şehirde nasıl inşaat yapabileceğiyaptırabileceği açık biçimde anlatılır. Planlı programlı yaklaşım ve akılcılık, ikinci özelliği de ortaya çıkarır: Her işi, işin “ehli” yapmalıdır; bu alanda işin ehli yoksa yetiştirilmelidir. Dönemin kıt olanakları ve bütçeleri içinde yabancı mimarlar getirilip çalıştırılırken amaç, hem Türkiye’de yeni oluşturulan kurumların kullanacağı temsiliyeti yüksek yapılarla Cumhuriyeti ve ulus kimliğini imparatorluğun mutlakiyetçi rejiminden kopararak yeniden kurmak ve güçlendirmek; hem de kalitesi yüksek yapılarla beğeniyi yükseltmek ve bu arada zaman kazanarak yeni bir mimarplancı kuşağın yetiştirilmesini sağlamaktır. Türkiye’de görev yapan mimarların büyük çoğunluğu, görevlendirme aşamasında eğitimci olarak da çağrılmışlardır: Holzmeister, Egli, Bonatz, Eichholzer, Taut, Hillinger, SchütteLihotzky, Debes, Poelzig, Prost gibi isimler farklı derecelerde ama hep bir şekilde eğitim alanına çekildilerse, ayrıca kendilerinden köy okullarından yapı usta okullarına, plajlardan, eğitim yapılarından, fabrikalardan, parlamento ve bakanlık yapılarına kadar tasarım beklendiyse, amaç budur. Nitekim bu çabalar, semeresini verir: 1930’lu yılların başından başlayarak, Arkan, Eldem, Sayar, Ongun, Balmumcu, Akalın ve benzeri isimlerle Türkiye mimarlığı kendi rüştünü, olgunluğunu ulusal yarışmalardaki yabancılara karşı kazanılan başarılarla kanıtlar. “Ehil olma”, “layık olma” işin alınmasında ve mimarların tasarım üretiminin takdir edilmesinde en önemli ölçüt olarak kullanılır. Beceriye uyarlı biçimde takdir edilme düzeni olan “meritokrasi”, geniş halk kitleleri tarafından da zamanla benimsenir; eğitimin oluşturduğu işbölümüne uyarlı toplumsal roller hızla Türkiye toplumunun üyeleri arasından yetişerek mesleki yetkiler ve sorumluluklar somutlanarak, uygulama süreçleri ve örgütlenme, meslek etiği ve meslek onuru konularında mesafe kaydedilir. Plancıları azarlayan ve dinlemeyeceğini açıklayan ilk dönem vali ve belediye başkanlarından, yirmi yıl içinde, plancı ve mimarlardan ekip kuran vali ve belediye başkanlarına doğru bir evrim yaşanır. Akılcı ve beceriyi takdir eden ilk kurulma süreçleri, oluşturdukları demokratik paylaşım ortamıyla yüksek beğenili kuşaklar oluşturmayı önemser, çünkü kendi varlığını kültürel düzeyi ve sanat beğenisi yüksek vatandaşlarla oluşturabilir. Denilebilir ki, mimarlık beğenisi en yüksek kuşak Cumhuriyet kuşağıdır. Onlar, beğenilerini de başkasına tâbî olmaktan çıkaracak özgürlükte, özgün mimarlıkları naif yaklaşımlarıyla buluşturan, özgül durumların adamı olan kültürlü bir kuşağın üyeleridirler. Çünkü onların, mimarlık ve planlama alanında kendi görüşlerini zorla dikte ettirirken ayrıca bunların benimsenmesini de bekleyen; uzman kişilerin susup pısmasını isterken mağduru oynayan; akılcı düşünmekten uzak bir bi’at odakları hiçbir zaman olmamıştır. Türkiye mimarlığının rüştü Gazi Üniversitesi binası.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle