22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 Ekim 2012 Pazartesi Cumhuriyet Bayramı 43 Türkiye’nin ‘harika çocuğu’ Suna Kan, gençlerden umutlu... ‘Çokseslimüzikten uzaklaşmakniye?’ ürkiye’nin “harika çocuğu” Suna Kan. Yurtdışında kemanıyla Türkiye’yi sayamadığı kadar çok temsil etti. Her şeyini, konumunu, sanatını, ilk kez 1948 yılında, Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü döneminde çıkarılan “Harika Çocuklar Yasası”na ve İnönü’ye borçlu olduğunu söylüyor. Atatürk’ü ise “O bir deha” diye anlatıyor. Suna Kan, bugün çoksesli müziğin içine çekilmeye çalışıldığı “geleneksellik” tartışmalarından ötürü de kırgın ve kaygılı. Ancak gençlerden umutlu. “Ah şu Harika Çocuklar Yasası tam anlamıyla bir işlese, Anadolu’da o kadar çok yetenekli çocuğumuz var ki, onların yaşamını değiştirir, ülkeye ivme kazandırır” diyor. ‘Çoksesli müzik için yapılan kavgalardan ötürü kaygılıyım. BugünJaponya’dagelenekselanlamdatiyatrodavar,müzik de...Tokyo’da bir konser 7 kez tekrarlanıyor. Avrupa’da dünya kadar Japon ve Çin icracılar var. İlla geleneksel müzik yapacaklar diye çokseslilikten uzak değiller.’ T SELDA GÜNEYSU ‘Atatürk deha değil de nedir?’ nönü ile olan bağım o yaşadığı sürece sürdü. Yaşadığı sürece tüm konserlerime geldi, bayramlarda elini öpmeye giderİ dim. Hatta bir bayramda oğlumu bile götürmüştüm. Her seferinde sanki kendi ailemin bir büyüğü gibi sorardı; “Çalışmaların nasıl gidiyor? Çocuk nasıl, eşin nasıl?” Atatürk, Yüce Atatürk... O bir deha değil de nedir? Sadece sanat alanında mı yurtdışına gönderdi Atatürk yurttaşları? Hayır. Doktorları, mühendisleri de gönderdi... O’nun gibi bir deha bir daha gelmez. Düşündüğü her şeye yıllar sonra bile ne kadar ihtiyacımız var... Çoksesli Batı müziği daha önce saraylarda vardı. Ancak hiçbir zaman yurda yayılmamıştı. Çoksesli müziğin tam anlamıyla yurtla buluşması Cumhuriyetin ilanından hemen sonra olan bir durum. Anımsanacaktır, “Türk Beşleri” dediğimiz önemli bestecilerimiz, Ahmed Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Yüce Önder Atatürk tarafından ‘Cumhuriyet değerler kazandırdı’ yurtdışına gönderildi. Bu müzisyenler yurtdışında eğitim gördükten hemen sonra yurda dönerek, çeşitli eserler kaydetmişlerdir. Ayrıca Türkiye’nin ilk konservatuvarında, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, öğrenciler de yetiştirmişlerdir. Bugün gördüğünüz pek çok besteci, orkestra şefi işte bu isimlerin öğrencileri... Cumhuriyet bu değerlerin yurda kazandırılmasının en önemli nedenidir. “Harika Çocuklar Yasası”na komiklik olsun diye “Becerikli Çocuklar Yasası” diyorum. Yasa, İnönü zamanında, 1948 yılında, ilk olarak İdil Biret ve benim adıma çıktı. Hatta “İdil BiretSuna Kan Yasası” olarak da bilinir. Biz, devlet bursuyla yurtdışında eğitim gördük. Sonra bu yasa genelleştirildi; pek çok isim yurtdışına gönderilmeye başlandı. Hüseyin Sermet, Gülsin Onay, Verda Erman ve daha pek çok isim... Bu isimler de eğitim görür görmez Türkiye’ye döndüler. Yurtdışında kalanlar da oldu ancak onlar da Türkiye’nin adını yurtdışında çok iyi bir şekilde temsil ediyorlar. Biz de, İdil ve ben, memleketin her köşesine gidip, şu yaşımızda hâlâ konserler vermeye çalışıyoruz. Henüz 12 yaşındaydım. Annemle birlikte gitmiştim yurtdışına. Şaşılacak bir şeydi. Avrupa o zamanlarda yeni savaştan çıkmıştı ve ne olacağı belli değildi. Geleceğine güvenen Türkiye ise biri 7, diğeri 12 yaşında iki çocuğu yurtdışına eğitim yapmaya gönderiyordu. Tüm ihtiyaçlarımız devlet tarafından karşılan mak üzere hem de... Bir de bu yasanın en önemli tarafı, hiçbir karşılığının olmamasıydı. Ne bir mecburi hizmet ne de başka bir şey... Gerçi biz bugün ne görev verilirse yapmaya çalışıyoruz ama bursun hiçbir karşılığının olmaması önemli. Bu yasanın adı ne zaman geçse bugün bile hâlâ birilerinin ağzı açık kalıyor. ‘Memleketin her köşesindeyiz’ Yasa için o dönem Meclis’te birileri itiraz etmişti. Kız çocuğu olduğumuz için... Oysa her şeye karşın, iki kız çocuğu bu yasadan yararlandı ve yurtdışında eğitim gördü. Cumhuriyetin kadına, kız çocuklarına verdiği önem de bu yasayla ortada. Belki çok klasik olacak ama ben küçük yaşta keman çalmaya başladım. Babam, Nuri Kan, keman sanatçısıydı. Biraz önce sözünü ettiğim sarayda, Mızıkayi Humayun’daydı. Benimle çok ilgilenirdi. Belki o başka bir işle ilgileniyor olsaydı, ben bugün keman çalamayabilirdim. Bazen anne ve babalar bana soruyorlar: “Çocuğumuza kaç yaşından itibaren keman dersleri aldırmaya başlatalım?” diye. “Mümkün olduğunca erken başlatın” diyorum ama eğer bir çocuğu evde keman üzerine çalıştıracak biri yoksa, çok zor. Babam küçük bir memurdu. Onun maaşıyla yurtdışında eğitim görmem söz konusu bile değildi. Ben bugün “Suna Kan”sam eğer, bunu o yasaya ve İnönü’ye borçluyum. Orkestra o zamanlar her cumartesi günü, bugünkü eski konservatuvar binasında, konser verirdi. İnönü de gelirdi konserlere. Tabii İnönü gelince tüm bakanlar ve bakanlar gelince de milletvekilleri, yurttaşlar... Bir gün babam beni de götürmüştü bu kon ‘Meclis’ten itirazlar yükselmişti’ serlerden birine. Orada İnönü ile karşılaştık. “Sayın İnönü, bu kızımız da Nuri Bey’in kızı Suna. O da keman çalıyor” dediler. İlk kez kendisini orada gördüm. Sonra ilkokul 3. sınıftayken bizi Pembe Köşk’e götürdüler. Hepimizde önlük... Birden Sayın İnönü geldi ve o kadar çocuğun arasından beni tanıdı. “Aaa Suna, sen de mi buradasın? Keman nasıl gidiyor? Çalışıyor musun?” diye sordu. Çok utangaç bir çocuktum; başımı öne eğip, “Çalışıyorum” diyebildim. İşte o gün anladım keman çalmanın bana ayrıcalık tanıdığını... ‘12 yaşındaydım’ ‘İnönü’ye borçluyum’ Suna Kan Anadolu’nun hemen hemen her yerinde bir sürü yetenek var. Ancak ne yazık ki benim yararlandığım “Harika Çocuklar Yasası” yürürlükten kalkmasa da uzun süre işlemedi. Kalanlar çaba sarf etti, hepsi bu. Gençlerden umutluyum ama bugün çoksesli müzik için yapılan kavgalardan ötürü de kaygılıyım. Çokseslilik kavgası yapmanın bir anlamı yok çünkü. Müzik evrenseldir. Bakınız, benim teknolojiye çok aklım ermez. Daha yeni yeni bilgisayar kullanmaya başlıyorum. Ancak bugünkü çocuklar teknolojinin her şeyinden haberdarlar. Teknolojiye gelince var ama sanat söz konusu olunca illa geleneksel olacak. Böyle bir şey nasıl olur? Ben ülkede geleneksel müzik olmasın demiyorum ki. Mesela Japonya. Bugün Japonya’da geleneksel anlamda tiyatro da var, müzik de... Sadece Tokyo’da bir konser 7 kez tekrarlanıyor; salonlar tıklım tıklım. Bilmem kaç tane de orkestra var. Ayrıca bütün Avrupa’da dünya kadar Japon ve Çin icracılar var. İlla geleneksel müzik yapacaklar diye çokseslilikten uzak değiller. ‘Teknoloji varsa müzik de vardır’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle