01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

38 Cumhuriyet Bayramı Cumhuriyete özünü veren resimler, kadını sanatın odağına yerleştirdi İbrahim Çallı’nın resmi 29 Ekim 2012 Pazartesi ‘Bir millet ki resim yapamaz...’ 923 Cumhuriyeti yeni bir devletin doğumudur. Doğru. Ama aynı zamanda bir aydınlanma hareketi, karanlığın kuşatmasına karşı yarma eylemidir de. Tüm kurumlarıyla yeniden düzenlenen toplumda, sanatın bu çemberin dışında kal 1 A. CELAL BİNZET ması düşünülemezdi. Öncülerini Osmanlı’nın son dönemlerinde gördüğümüz Batı anlayışındaki resim sanatçılarının ortak yönü, bireysel ilgi ve olanakların açtığı eğitim almalarıdır. O sanatçıları aynı paydada birleştiren özelliğin İstanbul’da bulunmaları olduğu söylenebilir. Daha önceden Avrupa’ya eğitim için gönderilen ve “Çallı Kuşağı” olarak adlandırılan sanatçı grubu Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine eğitimlerini yarıda keserek 1914 yılında yurda dönmüştü. Bu kadro, Cumhuriyetle birlikte yeni yönetimin içinde yer aldılar. Anılan süreçte Cumhuriyet yönetimi, kendine merkez aldığı Ankara’yla yola çıktı. Ancak hazırlanan tüm planlarda yurdun her köşesine eşit bir yaklaşım esas alınmıştı. Sanata bakışın temelini belirleyen sözleri 1923 yılının 22 Ocak günü Bursa’daki Şark Sineması’nda duyuyoruz. Mustafa Kemal Paşa buradaki konuşması sırasında, kendisine “anıtlar”la ilgili bir soruya şu yanıtı verecektir: “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin icap ettirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin tariki terakkide (ilerleme yolunda) yeri yoktur.” Kısa süren ve “sanat cumhuriyeti” olarak adlandırılabilecek dönemin en önemli özelliklerinden biri devrimin kurumsallaşmasındaki rolüdür. Toplum kalkınmasında girişilen etkinliklerde resim ve heykelin yeri tartışılamaz. Bilinen çok sayıda örneği burada yinelemek yerine bir başka noktaya dikkat çekilmeli. Kanımca bu nokta, o güne değin topluma egemen kılınmaya çalışılmış kadını dışlayıcı, ikinci sınıfa sokan Arap ideolojisi yerine çağdaş yaşamın asıl öğesi konumuna yükseltmektir. Başlangıçtaki savaş konulu düzenlemelerden sonra Cumhuriyete özünü veren çağdaşlaşma anlayışını en iyi yansıtan resimlerin, kadını sanatın odak noktasına yerleştiren tuvaller olduğu bir gerçek. O resimlerdeki kadınlar, kimlikli ve erkekle eşit birey olmanın gururunu taşıyorlar. Ayrıca o güne değin geri plana çekilmiş olan kadınların sanatçı olarak da kendilerini kanıtlamalarını kazanımlar arasında saymalı. Cumhuriyetin kuruluş yılları sanatına bir de bu yönden bakmak gerekmez mi? Şeref Akdik’in resmi Kadın sanatın odak noktası Cemal Tollu’nun resmi İlk resim sergisi mecid adına Ekrem Bey, Mustafa Kemal Paşa adına Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey katılır. Mustafa Kemal, sergi sonunda seçici kurulun beğeneceği üç resmi satın alacağını belirtti. Bu resimler: Namık İsmail’in “Harman”, İbrahim Çallı’nın “Fecir” ve Sami Yetik’in “Kağnı”sıdır. Küçük gibi görünse de bu iki olay, savaşlardan, ölümden, ihanetten ve ekonomik çöküşten çıkmış bir önderin sanata ne denli önem verdiğini göstermez mi? Bu kadarıyla yetinilmediği görülüyor. Bir yıl sonra 15 Mayıs 1924’te, İstanbul’da, Matbuat Cemiyet binasında “Yeni Resim ynı yılın 20 Temmuzu’nda A Beşinci Galatasaray Sergisi açılır. Açılışa Halife AbdülCemiyeti” ilk sergisini açar. Sergide yer alan 115 resimden çoğu Maarif Vekâleti tarafından satın alınır. O günlerin genç sanatçıları Refik Fazıl (Epikman), Muhittin Sebati, Kâmil (Akdik), Elif Naci, Mahmut Cuda, Ali Avni (Çelebi), Ahmet Zeki (Kocamemi) katılımcılar arasında. Günümüzde büyüdüğü söylenen devletin sanata yapılacak yatırımları olabildiğince kıstığı anımsanırsa, Cumhuriyet kurucuları için aynı kavramın nasıl önemli olduğu daha iyi kavranacaktır sanırım. Sanata verdikleri değer, aynı zamanda o günün devlet yöneticilerinin kültürel kimliğini açığa vuran bir mihenk taşı gibidir. Bu açıdan bakıldığında kurucu kadronun temel yaklaşımı, ulusun yeniden yapılandırılmasında sanata ayrılan paya büyük önem verildiği yolunda. Henüz savaşın tozu dumanı kalkmadan yabancı resim ve heykel sanatçılarının ülkeye çağrılmaları bu durumu yeterince açıklamıyor mu? Söz konusu sanatçıların, Avrupa anakarasını saran faşizm ve savaş karabasanında yaşama umutlarını kaybetmelerinin, anılan süreçteki etkin rolünü unutmamamız gerekiyor. Bu sürecin işleyişi sırasında sanatın içedönük yüzünde ortaya çıkan gelişmelere bakıldığında, Avrupa’daki sanat akımlarının yansımalarını görmek doğal olmalı. Oradaki yapısalcı (konstrüktivist) anlayışın, özellikle 1933 yılında kurulmuş olan D Grubu’nun bazı üyelerince benimsendiği söylenebilir. Atatürk sergide
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle