13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 Ekim 2012 Pazartesi Cumhuriyet Bayramı 19 yükseldi öyle oldu. O nokta o tarihte kavranmasa, belki bir daha hiç yakalanamazdı. Cumhuriyetin kuruluş çizgisi üzerinde ileriye gidebilmek için yeni taşıyıcı kolonlar inşa etmek, devletçilikle (o yeni mülkiyet biçimiyle) berraklık kazanan düşüncedir. Sanayi hareketi böylece 1930’ların birinci ve ikinci sanayi programlarıyla kurgulandı ve yürütüldü. Örgütlenme ve cihazlanma, 1932’den başlayarak, 1938’de İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT) ile kurumlaştı. Yatırım yapmayı öğrenme şansı bulamadan sona eren Osmanlı devletinden sonra, yeni Türkiye, yeni sermaye birikimi için, yeni yatırım ajanını yaratmıştı. 1930’ların bu yatırım ajanının (İDT) üstlendiği girişimcilik Cumhuriyete ekonomide bütünlüğe erişme yolunda büyük adım attırdı. Doğru şeyler böyle öğrenildi. Cumhuriyetle birlikte kadınlar da çalışma yaşamına katıldı. Kapitalizmle bütünleşme ugün yapılabilecek ve işe yarayacak bir şey ekonominin koordinatlarını saptamak olabilir. Basit gözlemler yardımcıdır. Dünyada son 30 yıl hızlı gelişmelerle, çeşitlenmelerle yaşanmıştır. Yeni yeni ülkeler ekonomide iddia sahibi olarak dünya sahnesine çıkmışlar, yerleşmişlerdir. Dünyadaki gelişmeler sayesinde Türkiye ekonomisi de çehresini değiştirmiştir. Dünyadaki değişmeler Türkiye’ye yansımıştır. Bu Türkiye’nin görüntüsünü 30 yıl öncesine göre farklı kılmaktadır. Türkiye’nin kendi çabasıyla değiştiği gibi bir izlenim yaratmaktadır. Şüphesiz, dünyadan gelen etkilerle değişen Türkiye’de insanlar yeni şeyler edinmişler ve öğrenmişlerdir. Bu edinme ve öğrenme süreci, ülkeyi son 30 yıl boyunca doktrini, güçleri ve hizmet alanlarıyla yönettiği görülen sermaye sınıfının arzuladığı çerçeve içinde yaşanmıştır. O sınıf da, bunu, dünya kapitalizminden yeni şeyler edinerek ve öğrenerek yürütmüştür. Yeni ve “modern” yöntemlerle çalışmaya başlamıştır. Bunun sonucunda Cumhuriyetin devamı olmaktan gitgide uzaklaşma ve dünya kapitalizmiyle bütünleşme arzusu taşımıştır. Böylece, eknomide de bir yere gelinmiştir. İktisatçılar istatistiklere bakmak zorundadırlar. Dünya istatistiklerinde gözden kaçmayacak bir bilgi şudur: Türkiye dünya imalât sanayi net katma değerinin ancak yüzde 1’ini üretiyor ve bu oran yükselmiyor. Anlamı şudur: Türkiye son 30 yılda sanayileşmemiş, ama yarı sanayileşmişliğe demir atmıştır. Dünya, sanki ülkeye o kadarlık bir pay vermiştir! Türkiye kapitalizminin bu yüzde 1’lik payı büyütebilecek bir “B Planı” yoktur. Çünkü, dünya kapitalizmine tâbi (tekyönlü ve mutlak bağımlı) bir kapitalizmdir. Yüzde 1’lik pay, istatistiklerde yüksek görülen ekonomik büyüme hızlarının niçin ülkede istihdam değil de işsizlik yarattığının ipuçlarını taşıyor. Gözden kaçmayacak ikinci önemli bilgi de şudur: Ülke, insan profiliyle yarı kırsaldır. Modern görünüşlü kentlerin insan fotoğraflarıyla da, büyük kültür çölü görünümü veren taşra tablosuyla da yarı kırsalığa saplanmıştır. Yarı kırsallık, yarı sanayileşmişliğin öteki yüzü oluyor. Bu, insan zayiatı yüksek bir modeldir. İnsan zayiatı, modelin çıplak gözle de görülebilen maliyetidir. Şu soruyu önümüze getiriyor: Son 30 yılda birbirini tamamlayan birçok şey öğrenilmiştir. Acaba, doğru şeyler mi öğrenilmiştir? Gözlem ve soru ile şuraya varılabilir: 1923’te geri kalmışlıktan kurtulma davası yeni bir ülke ve devlet kurmanın temeli olmuştu. Bugünün davası ise, yarı sanayileşmişliğin ve yarı kırsallığın kalın zırhını delip geçmek oluyor. B Bir sanayi hareketiyle tarihi olarak eşleşmesi gereken öteki taşıyıcı kolon yeni bir toprak rejimiydi. Yoksul, bitkin ve gerilikler içindeki köylü ekonomisinde tarım bir yere kadar (ekim alanı genişleyebildikçe) hızlanır, sonra yavaşlama ve durma işaretleri verir. 1930’ların başında (dünya tarım fiyatları düşerken) ve ortasında tablo budur. Cumhuriyetin kadroları sanayi hareketini de, yeni bir toprak rejimi tasarımını da sahiplenirken iki ciddi yoklukla yola çıkıyorlardı. Biri, ileri atılacak ve tarihi rol üstelenebilecek bir burjuvazinin yokluğu. Öteki, topraksız, az topraklı, maraba, yarıcı, ortakçı, mevsimlik işçi olan ve yine tarihin akışı içinde toprağı ve yeni bir topraktarım rejimini talep edecek, bunu eylemle gösterecek bir köylülüğün kitlesel suskunluğu, yokluğu. 1930’dan itibaren, Cumhuriyetçi kadrolar o iki ciddi yokluğu görerek, fakat herhangi bir sınıfsal destek olmadan, bu iki taşıyıcı kolonu inşa etme (ve böylece geri kalmışlığın kalın kabuğunu kırma) davasını sırtladılar. Bilmek gerekir ki, iki inşa çabasında da ekonomik ve fiili güce sahip çevrelerin direnciyle karşılaştılar. 1920’lerin demiryolu hareketine karşı başlayan eleştiriler, 1932’nin sanayi ve devletçilik hareketine sert biçimde karşı koymaya dönüştü; 1940’ların toprak (köy) rejimi hamlesine karşı da doruğuna çıktı. Toprak reformuna tepki Türkiye son 30 yılda yarı sanayileşmişliğe demir atmıştır. Ülkemiz, kapitalizminin verdiği yüzde 1’lik payı büyütebilecek bir‘BPlanı’nasahipdeğildir.1923’tegerikalmışlıktankurtulma davası, yeni bir ülke ve devlet kurmanın temeli olmuştu. Bugünün davası ise, yarı sanayileşmişliğin ve yarı kırsallığın kalınzırhınıdelipgeçmekoluyor. Cumhuriyetin kuruluş dönemini, yani, ilk 2530 yılı yaşayanlar geri kalmışlığın kabuğu nasıl kırılabilir, görmüşlerdir. Yoksul köylüler ülkesinde sanayileşme yolunu bulabilmenin gelecekte nasıl önemli olacağını, yer yer ve derece derece, kâh bilinçlenerek, kâh parmak ucuyla sezerek kavramışlardır. Sanayinin “büyük malzeme hareketi” ile hamur olan çağdaş insana sahip olmanın değerini, bunun ekonomide yaratacağı gücü de hayal etmiş olabilirler. Bütün bunlar o kuşaklara tarihin sunduğu şanstır. Ancak, ülkenin köylü kitlesi (büyük çoğunluk), 1940’ların yeni toprak rejimini yaratma hamlesi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, ekonomik ve fiili güce sahip sınıf ve çevrelerin güdümünde ve düzeninde kalmıştır. Temel haklarını talep etme, alma ve bir dayanışma düzeni sayesinde daha çok üretebilme olanağına kavuşamamıştır. 1940’lardaki o şansı bir daha ele geçirememiştir. Böylece, tarımda eski yapı pek değişmemiş (köyün kapitalizme bağımlılığı ölçüsünde değişmiş), tarımın büyüme hızı 1950’lerin ortalarında yüzde 3’ün altına düşmüş ve son 5560 yılda öyle seyretmiştir. Orada yaşayan ve çalışan büyük kitlelerin ekonomik sıkıntıları, taşranın sosyal dramlarıyla iç içe yaşanmış ve sürmüştür. Ülkenin siyasal kaderine en başta bu damga vurmuştur. 1923’le başlayan yılların (Cumhuriyetin kuruluş döneminin) ekonomisini bugünün, yani, son 30 yılın ekonomisi ile karşılaştırmak yanlış olur. Düşünceler, niyetler, özellikle ekonomiye şekil veren insan tipleri farklıdır. Yer yer taban tabana zıttır. Son 30 yılın, hele son 10 yılın ekonomi yönetimi, Cumhuriyetin kuruluş döneminin dünyaya bakışı, kavrayışı, ekonomi anlayışı ile hemen hiçbir ortak noktaya sahip olmamıştır. Cumhuriyet ekonomisinin devamı değildir. Şunu unutmamak gerekiyor: Ekonomi yönetiminde “Biz daha iyisini biliyoruz!” gibi bir söylem ciddiye alınamaz, geçersizdir. Ekonomide alınan her önemli kararın (her kaynak kullanımı kararının) bir maliyeti vardır. Bu bedelle toplum bugün ya da çoğunlukla yarın yüz yüze gelecektir. Dünün ve bugünün ekonomisini karşılaştırabilmek ancak o zaman (yarın) ve sonuçlarıyla yapılırsa doğru bilgi verir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle