Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 Cumhuriyet Bayramı 4+4+4 sisteminin gerekçesi pedagojik değil, ideolojik 29 Ekim 2012 Pazartesi Eğitim, Meşrutiyet’ten de geriye gitti KP iktidarı anayasayı çoktan rafa kaldırdı; kendi rejimini kurma yolunda doludizgin gidiyor. Anayasanın yerine “torba” yasalarını çıkarıyor, hatta hiçbir yasaya dayanmadan kurallar koyuyor. Son birkaç yılda yaptıklarını burada sayıp dökmeye gerek yok. Sadece eğitimle ilgili güncel konuya bir göz atalım. İktidar, “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair” 30.03.2012 tarih ve 6287 sayılı yasa ile epeyce iş becerdi. Örneğin, okul sistemini 4+4+4’e böldü. Tarikatların güçlenmesine, din eğitiminin yozlaşmasına katkıda bulunanların adlarını üniversitelere verdi. Ortaokul ve liselere seçimlik “Kuranıkerim ve Hz. Peygamberimizin Hayatı” dersini koydu. Özel üniversite kuranlara vergi bağışıklıkları getirdi. Tablet kitap ve teknoloji üretenlere ayrıcalıklar tanıdı vb… Hakkını yemeyelim; bir de zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardı. Yasa bu haliyle torba olmaktan çıkıp “çuvala” dönüştü. Yasa, uzun çabalardan sonra oturmuş okul sistemini altüst etti. Yapılan sadece 4 artılarla ilgili biçimsel bir düzenleme olsaydı, bu sorun zaman içinde aşılabilirdi. Ancak amaçları, Cumhuriyetin devrim hukuku ile kurduğu laik rejimi ve onun en önemli aracı olan bilimsel eğitimi çökertmek. Hele gece yarısı MHP’nin verdiği önerge üzerine konulan “Kuranıkerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” dersi, dolaylı olarak 1928’de kaldırılan “devlet dini”ni yeniden getirdi. Rafa kaldırılan anayasamızın 24. maddesi “Zorunlu Din ve Ahlâk Kültürü” dersi gibi bir kambur getirse de “Kimse, ibadete, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz” diyor. “İsteğe bağlı ve seçmeli” denilen “Kuranıkerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” dersinin, fiilen “zorunlu” olacağı şimdiden belli. Büyük bir imam kitlesi bu dersleri okutmak için öğretmenliğe başvurdu. Zaten yeterince birikim vardı. Hem MEB’e hem Diyanet’e verilen kadrolar hazır bekliyordu. Buna karşılık; söz gelimi resim, müzik, dans, Türkçe, tarih, teknoloji vb. dersleri seçecek bir iki öğrenciye öğretmen bulunacak mı, yoksa bunları seçen öğrencilere öğretmen bulunmayıp, onlar bu “zorunlu” ve “dokunulmaz” derse mi zorlanacak? Başbakan’ın, Milli Eğitim Bakanı’nın ve başka hükümet yanlılarının tavrına bakılırsa, sorunun yanıtı “evet” görünüyor. Yaratılan “mahalle baskısı” da bunu gösteriyor. Hani Medeni Kanunumuz, çocukların din eğitimini seçme yetkisini aileye bırakmıştı? A DR. NİYAZİ ALTUNYA Bu ders, kaçınılmaz biçimde uygulamalı olacaktır. Yani, İslam dininin gerektirdiği tilavete göre Kuran okuma, zikir, ibadet vb. konularda öğrencilere uygulama yaptırılacaktır. Bunu yapan bir kurum; okul mu olur, cami mi? Osmanlı bile yüzyıllarca o zamanların ilkokulu olan sıbyan mekteplerini caminin içinde değil, yanında açmıştır. II. Meşrutiyet döneminde bu mektepler camilerden hayli uzakta idi. Yeni yasa hükmü, okulların dışındaki Kuran kurslarını, hatta camiyi okulun içine taşımış olmuyor mu? Gelelim bu dersin yöntemine… pazın yetkilerini sınırlayıp öğretmenlik mesleğini kurdu. Öğretmenler, devletin atadığı, devrime bağlılık yemini etmiş, devletten maaş alan kamu görevlileri idi. Onlar, papazın yetiştirdiği ümmet yerine ulusdevletin yurttaşlarını yetiştirecekti. Türkiye, Tanzimat’la başlattığı eğitimde bu işlevsel ayrımı 3 Mart 1924 Devrim Yasaları ile tamamladı. O gün çıkarılan yasalar, siyasal rejimde aklın ve bilimin tekelini kurarken, eğitimi de akla ve bilime dayandırıyordu. Ama bu yaklaşım, dini ve din eğitimini yok saymıyordu. Tevhidi Tedrisat; eğitimde hem tevhid (birleştirme), hem tefrik (ayırma) demekti. Tüm eğitim kurumlarını Milli Eğitim’in güdümüne veren na yaşatıldı. Bugünkü yapılan, baskın medrese geleneği ile okulları aynı bakanlıkta iç içe yaşatma çabasıdır. Bir bakıma durum, 3 Mart 1924 öncesinden daha kötüdür. II. Meşrutiyet döneminde medreselerin çağdışı perişan halini gören Maarif Nazırı Emrullah Efendi, üniversitede (Darülfunun’da) bir ilahiyat fakültesi (Ulumu Şeriye Şubesi) açmıştı. Bunu gören ulema, medreseyi ıslah etme derdine düştü. Bu konuda birkaç deneme vardır. Ama en köklüsü, Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi’nin 1914’te yaptığı ıslahattır. Çok ilginçtir; Sabri Efendi’nin medresesi de 4+4+4 esasına göre düzenlenmişti. Ancak bu düzenleme, liseleri örnek alıp ve onların programından medrese programına hayli bilim ve genel kültür dersi aktarmıştı. Böylece medreseler epeyce liseleştirildi. Yüksek kısım (Darül Hilafetül Aliye Medresesi) programı doğal olarak din ve ilahiyat ağırlıklıydı. İstanbul Süleymaniye’deki Yüksek kısım, 3 Mart 1924’te İstanbul Üniversitesi’ne bağlı “ilahiyat fakültesi” olacaktı. Bugünkü 4+4+4 düzeni, Sabri Efendi’nin medrese ıslahatından geridedir. En azından uyanık bir din ve devlet adamı olan şeyhülislamın niyeti, ileriye gitmekti. Şimdikilerin niyeti tam tersidir. Yapılanları teknolojiyle, tabletle allayıp pullamak, bu gerçeği değiştirmiyor. Bir milli eğitim bakanı, “Varsın anlamadan ezberlesinler, bu da yararlıdır” diyorsa başka ne söylenebilir? Bugün yapılanlar, sadece laik Cumhuriyet rejimine, bilime ve insan aklına aykırı değil, din ve vicdan özgürlüğüne de aykırı. Yüzyıllar boyunca samimi inanç sahipleri, bilimin aydınlığından da yararlanmak istemişlerdir. Siyasal iktidarların, adını değiştirmese de içine siyasal maya koyarak kendi kurguladıkları bir dini insanlara, hele hele kendilerine emanet edilen çocuklara dayatmaları, eğitsel olmadığı gibi, ahlâki de değildir. Yeni düzenlemenin pedagojik sakıncaları çok dile getirildi. Ne ki, iktidarlar her zaman kendi ulemalarını, pedagoglarını bulmuşlardır. Şimdi de buldular. Bunlar akıllıca şeyler de söylüyorlar. Bazı ülkelerde zorunlu eğitimin 5 yaşında başladığını söyleyenler var. Doğrudur. Bazı ülkelerde temel eğitimin kesintili olduğunu söyleyenler var. Doğrudur. Ama onların gerekçeleri, laik rejimi çökertmek, insan aklını küçük yaştan köreltmek ya da yeni kuşağı tarikatların, iktidarların arka bahçesinde yetiştirmek değil. Son olarak söyleyelim ki; bu silah geri de tepebilir. Bunun örneklerini görmek isteyenler, örneğin Milli Mücadele’ye omuz veren din adamlarının hayatını, Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece”sini Ali Yüce’nin Meşrutiyet’teki ıslahat Geri tepebilir İlk kurumlaşmış eğitim, mabetlerde ve orduda başladı. Mabetler, din ve töre kültürü ile sivil toplumu sürdürecek değerleri öğretiyordu. Bu durum, tarihsel süreçte ikiye ayrılmak zorunda kaldı. Gelişen bilimsel bilgi kiliseye giremiyordu. Hatta Darwin gibi bilime yönelen din adamları bile dinden dışlanıyordu. Fransız devrimi ile ortaya çıkan ulusdevlet, bilimsel eğitimi kilisenin elinden alıp bu iş için sivil okullar açtı. Pa Birazcık da tarihe bakalım yasa, milli eğitim sistemi içinde din eğitimine ayrık (istisnai) bir yer bulmuştu: Devlet, din görevlilerini yetiştirecek imam hatip okulları ile din uzmanlarını yetiştirecek ilahiyat fakültesini açtı. Yazık ki bunların yaşaması, yeraltı faaliyetleriyle engellendi. Bunları ülkeyi yönetenler kendi iradeleriyle kapatmadı. Kendi ödeneğinden Kuran çevirisi, tefsiri yaptıran, Türkçe Kuran okuyacak hafızları barındıran Atatürk gibi bir lider, dini ve din eğitimini yok sayamazdı. 3 Mart 1924’e kadar medrese geleneği ile modern okullar ayrı bakanlıklarca yan ya