Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 Cumhuriyet Bayramı Tarımda da karşıdevrim süreci yaşanıyor 29 Ekim 2012 Pazartesi Liderdik,üretimsizliğegeriledik Dr. TURHAN TUNCER C TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı umhuriyetin kurucu kadroları, ülke nüfusunun yüzde 80’ine yakın kısmını kırsal nüfusun oluşturduğu, sanayileşmenin nerede ise hiç olmadığı bir ortamda, kırsal nüfusu yerinde tutacak ve üretim süreçlerine dâhil edecek politikaların gerekliliğinin ve aynı zamanda böyle bir politikanın en önemli unsuru olan, sürekli olarak ihmal edilmiş köylülerin de öneminin farkındadır. Mustafa Kemal’in 1 Mart 1922 tarihinde TBMM I. Dönem 3. Yasama Yılı açılış konuşmasındaki “Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım” ifadesi, bu önemi çok açık şekilde göstermektedir. Aynı konuşmasında yer alan “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin ekonomik politikası bu önemli amacının sağlanmasına yöneliktir” ifadesinde yer alan “gerçek üretici olan köylü” vurgusu, sayısal bir kitleyi değil üretimin bir parçası olacak bir toplumun hedeflendiğini göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması hükümleri gereğince genç Türkiye Cumhuriyeti, 85 milyon altın lira tutarındaki Osmanlı borçlarından toprak esasına göre Türkiye’ye devredilen 2/3’ünü ödeyecek, bununla birlikte beş yıl süre ile gümrüklerindeki düşük koruma oranlarını da değiştiremeyecektir. Dönemin siyasi ve ekonomik açıdan çetin koşulları altında, bağımsızlığını koruyup Cumhuriyeti geliştirebilmek, ekonomik alanda sağlanabilecek atılımlar ile olanaklı idi. İşte bu ortamda tarım, kalkınmayı sağlayacak sektör olarak seçilmiş ve tarımsal üretimi artırmaya odaklı politikalar izlenmiştir. Bu seçimde, ülkenin sanayi kapasitesinin son derecede yetersiz olması, kaynak eksikliği ve tarım sektörünün gelenekselliği etken olmuştur. Bu anlayış ve yaklaşımın bir sonucu olarak, bütçe gelirlerinin yüzde 22’sini oluşturan aşar vergisi, içinde bulunulan güç şartlara karşın, büyük bir fedakârlıkla kaldırılmıştır. 19231929 yılları arasında tarımda yıllık yüzde 10’un üzerinde büyüme ivmesi yakalanmış; zor günler tarım sektörünün yarattığı katkı ile aşılmıştır. Aile başına bir karasabanın bile düşmediği, yüzde 22’sinde iş hayvanı bulunmayan köylü nüfusunu; toprak sahibi, tarımsal üretim tekniklerini bilen ve başarıyla uygulayan, ürettiğine sahip çıkan, Cumhuriyetin aydınlanma projesinin aktif ortağı yapmak için harekete geçilmiştir. Toprak reformu, bunun ilk adımıdır. İkinci adım, 1935 yılında Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri’nin kurulması, üçüncü adım ise 1937 yılında Zirai Kombinaları’nın, 1938 yılında Devlet Ziraat İşletmesi’nin kurulmasıdır. Bu kurumlar ile amaç köylünün modern tarımı öğrenmesidir. Son adım ise Halkevleri ve Köy Enstitüleridir. 17 Nisan 1940 tarihli Köy Enstitüleri Yasası ile 194048 yılları arasında 21 Köy Enstitüsü açılmış, buralarda Atatürk Haymanalı köylülerle. Modern tarıma yöneliş müziktarımmarangozlukbalıkçılıkayakkabı tamirciliği gibi yaşamın tüm alanlarında yetkin, aydınlanma neferleri yetiştirilmiştir. Ancak bu çabaların hemen tümü, çeşitli biçimlerde sonuçsuz kalmış veya uygun sonuçlar üretememiştir. Mevcut siyasi ve sosyoekonomik yapı içinde toprak reformu başarılamamış, Zirai KombinaZiraat İşletmesiDevlet Üretme ÇiftliğiTarım İşletmeleri tarım teknolojisinin tarlaya yansıtılmasına yönelik temel amaçta yetersiz kalmış, sayıca büyüklüğüne karşın tarımsal kooperatifler gerçek işlevlerini sergileyememiş ve nihayet Köy Enstitüleri de kapatılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yokluk koşullarında elde edilen başarılara karşılık, tarımda 80’li yıllardan beri sürdürülen politika ne yazık ki bir karşıdevrimdir ve Türk milletinin yararına olmamıştır! Bugün altyapısı yetersizbozuk olan Türkiye tarımı, girdi ve çıktıdan, üretim ve pazarlamaya kadar sorunlu bir yapı sergilemekte ve önemli ölçüde gizli işsizlik barındırmaktadır. Köylüyü ve çiftçiyi yoksullaştıran politikalar bilinçli olarak uygulanmış, kent varoşlarına göç eden halk makarnabulgur Cumhuriyet öncesine döndük yardımı almaya muhtaç hale getirilmiştir. Son 10 yıllık dönemde Türkiye tarımsal üretim ve dış ticaretinde Cumhuriyet öncesi döneme dönmüştür. Cumhuriyetten önce çayı Hindistan’dan, şekeri Rusya’dan, buğday ve unu Romanya ve Rusya’dan alan Türkiye bugün de milyonlarca ton buğday ve yağı ithal etmektedir. Ülkemize yılda 50 bin ton kaçak çay, 500 bin ton kaçak şeker girmektedir. Ayrıca Osmanlı’nın en önemli ihraç ürünü olan pamukta, 90’larda dünya lideri olduğumuz bakliyatta ve dünyaca ünlü olduğumuz tütün konusunda Türkiye artık ithalatçı bir ülke olmuştur. Cumhuriyeti kuranlar ülke çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan yurtsever bir anlayışla tarıma sahip çıkmışlar ve tarım sektörü ile kalkınmayı sağlamışlardır. Tarım sektörünün sorunlarının çözülmesi ve Türkiye’nin tarımda yeniden kendi kendine yeterliği yakalamasını istiyorsak, 89 yıl sonra aynı yurtseverlikle harekete geçmeli, arazilerimizi suyla buluşturmalı, ithalatı teşvik etmek yerine, akılcı bir politikayla ülkemizin tarım potansiyelini değerlendirmeli ve üretimi desteklemeliyiz. Ekonomik zorluklara karşın büyük fedakârlıklarla üretmeye çalışan köylü ve çiftçi “efendimizdir.” Cumhuriyetin 89. yılında efendilerimize artık hak ettikleri değer verilmelidir! Atatürk AOÇ’deki çalışmaları denetliyor.