29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaba önsöz yazan Turgay Kurultay’ın da belirttiği gibi, “Ditfurth, bilimsel bilgilerin içinden ilerleyerek dünyanın bütünsel bir resmini çıkarıyor karşımıza. Burada bize aktarılan şey, ‘bilimin ne diyor?’ oluşu değil. Bilimden yararlanarak ve bilimden en küçük bir ödün vermeyerek dünyayı kavrayışımıza ilişkin bir ‘roman’ yazıyor.” Bilimin olağanüstü hızdaki gelişimi sonucu aşılmış olan bazı örneklerinde bile Ditfurth, bilincimizi “bilimsel bir felsefe” ile, ayrıntılardan daha önemli olan bilimsel perspektifle donatıp, hayatı “koruyan ve kollayan bir evrenin çocukları olduğumuzu” gösteriyor. ? kadar hevesli olmamalarına borçluydu. İnsanın öyle ‘çok özel bir durum’ olarak doğaya dıştan indirilmediğini ve onun, doğanın bir parçası olduğunu, yer yüzünde sürünen, yürüyen, koşan ve uçan ne varsa hepsinin birbiriyle bir akrabalığı bulunduğu ve bunların gelişme tarihini gerçekleştirdikleri görüşünü ortaya atan büyük İngiliz araştırmacısının, bu anlayışla doğaya bakış yönünü kökünden değiştirmesi, ona bugün bile nefretle anılan, şüpheli bir kişi gözüyle bakılması için yeterli nedendir” Yazar, “bugünkü bilimin imkan verdiği ölçüde, (evrenin) ve dünyanın doğuş ve gelişme öyküsünü izleyerek, bir bilincin ve zekânın izlerini sürmemizi” sağlar. OLUŞUM VE SONLANMA “Bu dönek Dominiken rahibinin, yalnızca Tanrı’ya ait olduğundan herkesin kesinlikle emin olduğu sonsuzluk özelliğini, yani zaman ve mekân içinde sonsuzluğu evrene yakıştırma saygısızlığı, herkesi çileden çıkarmıştı.” Bununla birlikte Ditfurth, bilim tarihinde hakkettiği büyük önemi verdiği Bruno’nun “o müthiş keşfinin” de sonradan aşılacağı gerçeğine işaret eder. Onun anlamlı katkılarından sonra gelişimine devem eden “bilim, evrenin kendi içinde kapalı ve sınırlanmamış, ama sonlu olduğunu ispat etmiştir” der. Bu gelişimdeki bilgilendirmesiyle, aslında hayatın ilk insanla (Adem) başlatıldığı iddiasına karşı, evrensel oluşumun başlangıcı olarak büyük patlamaya ve insanın bundan sonraki 13 milyar yıllık evrimin halkalarından sadece biri olduğunu gösteriyor. Yine bilimsel bir teori olarak hayatın sonsuzluğuna işaret eden yaklaşımın yeni bilimsel bulgularla geçersizleştiğini anlatırken de, dinsel ‘kıyamet’ tasavvuruyla bilimsel yaklaşım arasındaki nitelik farkını belirginleştirir. Nasıl ki bilinebilir başlangıç din kitaplarının yaklaşımından apayrı bir nitelikte şekillendiyse, hayatın sonunun da, ondan niteliksel bir farkla bir sönümlenme olarak şekilleneceğini, yani başlangıç gibi sonda da tanrısal bir iradenin ‘ol’ demesine, planlayıp yapmasına yer olmadığını gösterir. Binlerce yıl öncesi ilkel insanlık bir yana günümüzün olağanüstü birikimine sahip insanın bile çıplak gözüyle kavranamayan bir evrensel hayatla karşı karşıyayız ve her yeni buluşuyla bilim, işte tam da bu boşluğu doldurmaktadır. BİR BAŞKA TARİH “Şimdiye kadar insanın özünü, öyle fazla düşünmeden ‘tarih’ ya da ‘ dünya tarihi ‘ diye tanımladığımız şeyin akışından çıkartmaya çalıştık hep. Elimizde başka bir kaynak yoktu. Doğa tarihinin ilk büyük patlamadan bilincimizin ortaya çıkmasına kadar uzanagelen o koskoca geçmişi, kendisinden yola çıkarak bütüne varmaya çalıştığımız tarih parçasının ne kadar küçük olduğunu bize göstermektedir.Tarih dediğimiz süreç sadece hanedanların, seferlerin ve kültürlerin birbiri ardına dizilmesi değildir. Gerçek tarih, bunlardan çok daha ötelere uzanır. Büyük patlamayla hidrojenin ve ilk gök cisimlerinin ortaya çıkmasıyla başlayıp buradan herhangi bir boşluğa yer vermeden ve kendi içinde eklenme boşlukları bulunmayan, akla aykırı olmayan bir yol izleyerek, atmosferleriyle birlikte gezegenlerin oluşumuna, oradan hayatın ve beyinlerin doğuşundan bilinç ve aklın ortaya çıkmasına, geleneksel anlamda tarihin ve bilimin doğuşuna kadar uzanır” diyerek bir başka tarihi, içinde oluşacağımız evrenin tarihini anlatır bize Ditfurth. Başlangıçta Hidrojen Vardı, bilimle aramıza giren yabancılaşmayı azaltıp hayat karşısında özgüvenimizi artıran bir kitap. Ancak insanlığımızın bilimle nasıl güçlenebileceğini görmek, günümüzde bilimin insanlığa karşı nasıl istismar edilebildiği sorunuyla da yüzleşmemizi gerektiriyor. Yüzyılın başında daha güzel bir dünya umudunun temel dayanaklarından biri olan bilimin, günümüzde hegemonyasını güçlendirmiş olan emperyalizm tarafından bir tahakküm ve kâr aracına indirgenebilmiş olmasının sorunlarıyla karşı karşıyayız. Ve öyle görünüyor ki, emperyalizmin hakkından gelemediğimiz müddetçe bilimin insanlığa karşı kullanılabilirliği katlanarak sürecek. Bu durum bilimle ve bilimin mantığıyla kuracağımız ilişkinin, aynı zamanda onun her türden kötü kullanımına karşı politik bir mücadele içinde olmamız gereğini de önümüze koymaktadır. Ditfurth yaşıyor olsaydı bu yorumuma ne derdi bilmem (bu noktada ülkemizdeki Ditfurth uzmanı V. Atayman’ın da açılımına gereksinim var!) ama ben, dünyamızın bilimsel devrimleriyle insanlığın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ideali arasındaki bağın yeniden güçlendirilmesine olan yaşamsal gereksinimin altını çizmek istiyorum. ? 921 SAYFA 31 CUMHURİYET KİTAP SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle