29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Avukat Senih Özay'ın anıları üzerine... Bol ‘Hayır’lı ve Çok Hayırlı Anılar Bergama direnişinin inatçı savunucusu Avukat Senih Özay üzerine düşeni yapıyor ve yazdığı “Anılarım… Ağzımı Hayır'a Açtığım Davalarım” kitabıyla, etki sahasını hukuk alanının dışına, toplumsal bellek alanına doğru genişletiyor. ? Tora PEKİN ergamalı köylülerin siyanürlü altına direniş öyküsünü hatırlıyor, bu sürecin bugün de sürdüğünü biliyor muyuz? Asteriksler, Hopdediksler soyunup yürümüşlerdi hani, diye ipucu versek yaşı tutan hemen herkes hatırlar herhalde. Sürecin bugün de sürdüğünü ise muhalif basının dikkatli okurları dışında bilen azdır. Yaşı tutmayanlar, örneğin bu yıl milyon tane engeli aşıp kendisini bir hukuk fakültesine yazdırmaya hak kazanan öğrenci ise nereden, nasıl bilsin? Oysa bu öykü, Türkiye'de kitlesel hak arama deneyiminin ve bunun karşısında “haksızlığın” en inanılmaz örnekleriyle doludur. Sürecin tepe noktalarından biri olan, Danıştay'ın, siyanürle altın üretimine izin vermeyen ilk kararının tam 10. yılındayız. Ama geçen 10 yılda her gün Bergama Ovacık'ın verimli topraklarının siyanürle işlenerek altın elde edilmesine devam edildi. İktidarlar ve altın işletmesi defalarca sahip değiştirdi; hukuka aykırı biçimde verilen / alınan üretim izinleri mahkemelerce tekrar tekrar iptal edildi; Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde yöre halkına tazminat ödemeye mahkum edildi vs... Değişmeyen tek şey, bugün, şu an dahi siyanürle altın elde edilmesi. Nasılı basit: Sivil asker her kademesiyle siyanürlü altına arka çıkan devlet yönetimi, baskılamaya çalıştığı direniş hareketine ve oluşan yargı kararlarına engel olamayınca, hukuku çiğneme pahasına ardı kesilmeyen yeni izinlerle siyanüre geçit verdi. Bugün gelinen noktada çevreciler artık toprağı bitirmiş tüketmiş Ovacık Altın Madeni’nin kapanmasını değil, kapandıktan sonra yapılması gereken rehabilitasyonu konuşuyorlar.(1) Oysa her şey farklı olabilirdi. Yöneticiler, halka ve yargı kararlarına ihanet etmek yerine, basitçe hukuka saygı duymayı yeğleyebilirlerdi. O zaman, bugün yaygın biçimde yaşadığımız hukuka inançsızlık duygusu yerini hak aramanın tadına ve adaletin ulaşılabilir olduğunun bilincine bırakırdı. Yöre insanı ile omuzdaşları ise hak arama kendi kaderlerini çizme! tutkusunu, bu arayışı tepeden değil tabandan kendi kendilerine öğrendikleri ve tümüyle barışçıl, akıl ve hukuk dolu yöntemlerle ama aynı zamanda söke söke aldıkları için, bir daha hiç atılmayacak biçimde Türkiye insanının içine yerleştirmenin gururunu yaşarlardı. Aynı zamanda şu anda ulufe gibi dağıtılan onlarca, yüzSAYFA 14 B lerce altın arama ruhsatıyla gelecekleri doğrudan tehdit edilen on binlerce insan “acaba açtığımız davalar sonucu verilecek yargı kararları uygulanacak mı?” endişesini yaşamazlar, bu soruyu akıllarına bile getirmezlerdi. Ve tabii, ağaçlar, kuşlar, böcekler; onları yaşatan toprak; o toprağın bize verdiği zeytin, tahıl, pamuk; bu ürünleri bize sunan çalışkan eller… Belki de bunların hiçbiri yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalmazlardı. Ama olmadı. Bağımsız yargının “olmaz” dediğini bağımlı yönetimler, gizli kararnamelerle, yeni izinlerle, oldubittilerle inatla oldurunca, bin bir güçlükle açılan kanallardan sızan adalet ırmağının akışı başka baharlara ertelendi. Ancak bu erteleme kazanılan deneyimin önemini azaltmıyor elbette. Bu direniş öyküsünü oluşturan sivil itaatsizlik örnekleri, hukuk mücadelesi, örgütlenme ve dayanışma pratiği ve yerelden uluslararasına örnek yargı kararlarından alacağımız sonsuz dersler var. Öyle ki eğer bugün hukuk fakülteleri bu sayılanları müfredatına alıp, enine boyuna incelemiyor, öğrencilere öğretmiyorsa bunu akademik dünyanın ayıbı saymak gerekir. Yazının başında andığı mız öğrenci, öğrenimi bittikten sonra Bergama'yı da “Susurluk” gibi sadece Ege'nin bir ilçesinden ibaret sanacaksa, bunun tek sorumluluğu üniversitelere bırakılamaz ama. Bu, eli kalem, mikrofon ya da kamera tutan herkesin sorumluluğudur.(2) İnatla söylemek, yazmak, yayımlamak, direnişi unutmaya karşı da gerekiyor. Bu noktada, Bergama direnişinin inatçı savunucusu Avukat Senih Özay üzerine düşeni yapıyor ve yazdığı “Anılarım… Ağzımı Hayır'a Açtığım Davalarım” kitabıyla, etki sahasını hukuk alanının dışına, toplumsal bellek alanına doğru genişletiyor. İÇ İÇE İKİ KİTAP Özay'ın kitabı için, birbirinin içinde erimiş iki kitap demek yanlış olmaz: Biri Özay'ın avukatlık serüvenini de içeren hayatı, diğeri bir parçası olarak Avukat Özay'ı da içeren Bergama sürecinin kitabı. Ancak kitapta böylesi ikili bir bölümleme yok; onun yerine Özay 133 madde numarası altında kendini, davalarını, savunmalarını, itirazlarını, Bergama'yı, avukatlık mesleğini gönlünce anlatmış: Bir maddede, kendine yazdığı notları, 12 Eylül sıkıyönetimi anılarını, avukatlığın anlamını aktarırken; izleyen başka maddede maden karşıtı eğlenceli sloganları, bir arkadaşının ki tabı için yazdığı eleştiriyi, önemsediği bir mahkeme kararını ya da dilekçesini alıntılamış. Bu anlamda Özay ne sistematik, ne de kronoloji kaygısı gütmüş ve anlatımda bunun yarattığı bir “kargaşa hali” söz konusu. Ama bu kargaşanın içinden öyle bir “anlam” çıkıyor ki, bu hem anılarını paylaştığımız Senih Özay'ı bir insan olarak görünür kılıyor, hem de okuru hak arama heyecanının tam merkezine çekiyor. Kitabın kendine özgülüğünü en iyi anlatacak şey yine yazarın kendi sesi olacak. Özay, aydın ve avukat olarak durduğu yeri kitabının hemen başında özetleyivermiş. Bu özet, tüm dava ve savunmalarını, aslında tüm eylemlerinin kaynağını açıklıyor: “Dünyanın olanakları sınırlıdır. Ve de bu yalnız insanlar için değil, tüm canlılar içindir. Ötesi, cansızlar için de. Bu ise başka seçenek, politika gerektirir bence. Hele aydınsam! Aydın dediğin de muhalif olur. Ağzını 'hayır'a açar (Biz hep kadınlarımıza, çocuklarımıza karşı açarız, nedense?..). Hangi iktidar olursa olsun, kol kola olur mu hiç? Yönetimi huzursuz eden, onun sülalesi ile birlikte huzurunu kaçıran; halkın, çiçeğin, börtü böceğin, soru sormasına ve başka şeylere kalkışmasına yardım eden olmamalı mıyız?” Bacon'un “Hukuku yaratan ve canlandıran avukattır” sözü ise avukat Özay'ın şiarı; dava ve savunmalarında kullandığı yöntemler, hep bu bilinçle tasarlanmış. Özay, bunun için kendisinin de ifade ettiği gibi, avukatlığın ve Avukatlık Yasası'nın sınırlarını zorlamaktan kaçınmıyor, dahası bundan büyük de keyif alıyor. Kitaba alıntılanan dilekçelerin, sözlü savunmaların çoğunda bunun ciddi ve çok yaratıcı örneklerini bulmak mümkün. Bazıları ise gerçekten okuyanı gülümsetiyor: Müvekkilinin, Turgut Özal'ın ihram giysileriyle çekilmiş fotoğraflarını iş yerinin kapısına asıp altına “Yorum yok” yazması nedeniyle, Cumhurbaşkanı'na hakaretten yargılandığı davaya, dinleyicilerle birlikte Özay da cüppesinin altına giydiği, üzerinde “Yorum yok” yazan tişörtüyle katılmaktan çekinmiyor (Karar beraat). Özay 12 Eylül askeri darbesi olduğunda sıkıyönetim mahkemelerinde devrimcilerin avukatıdır. Bu süreçte yaptığı savunmaların oluşturduğu tepki, yirmi beş günlük bir gözaltıyla sonuçlanmış, açılan soruşturmada ise takipsizlik kararı verilmiş. Özay bu takipsizlik kararını madalya olarak kabul ediyor. Aklandığı için değil ama karara aynen “avukatın [Senih Özay'ın] devlete hiç yardım etmediği” yazıldığı için! Bunun gerekçesini de şöyle açıklıyor: ? Senih Özay kitabında, her fırsatta Bergama sürecinin “toplumsal hareket” yönüne vurgu yapıyor. Bu anlamda, sivil itaatsizlik olgusu kitapta hem kuramsal, hem de uygulama yöntemleriyle canlı biçimde işleniyor. Bugün de siyanürlü altın’a direniş sürüyor... CUMHURİYET KİTAP SAYI 921
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle