29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Marc Levy 'Sizi Tekrar Görmek' ve öteki yapıtlarını anlattı ‘Başı gözükmeyen kuklacıyım’ on dönem Fransız Edebiyatı'nın en önemli yazarlarından olan Marc Levy'nin üçlemesinin ikinci romanı “Sizi Tekrar Görmek”, Can Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarın serinin ilk kitabı olan “Keşke Gerçek Olsa”nın yanı sıra “Neredesin”, “Gelecek Sefere” ve “Sonsuzluk İçin Yedi Gün” adlı yapıtları da yine Can Yayınları'nca okurlarla buluşturulmuştu. “Sizi Tekrar Görmek”in tanıtımı için Türkiye'ye gelen Marc Levy ile Beyoğlu'nda keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Marc Levy'nin önemli ve başarılı bir yazar olmasının yanı sıra bir özelliği de Türk kanı taşıması, İzmir kökenli bir aileden gelmesi... 1963 Fransa doğumlu yazarın yaşamı da romanları gibi sıradanlıktan çok uzak. 17 yaşında Kızılhaç örgütüne katılmak ve altı yıl hizmet vermek kaç kişinin harcıdır? Üstelik eşzamanlı olarak ParisDauphine Üniversitesi'nde öğrenimini sürdürmek de cabası. Yirmi üç yaşında ülkesinden ayrılıp ikinci vatanı ABD'ye yerleşen Levy, yedi yıl sonra, iki arkadaşıyla birlikte bir mimarlık şirketi kurmak üzere Fransa'ya geri döner ve on yıl boyunca bu şirketi yönetir. 40 yaşına yaklaştığı günlerde, 'ilham kaynağım' dediği oğluna anlattığı hikâyeleri kâğıda dökmeye karar verince de, ilk romanı “Keşke Gerçek Olsa” (Can Yayınları, 2001) ortaya çıkar. Birbirlerine bedenlerinden ayrılarak ruhlarıyla yarenlik eden ve aşka düşen Arthur ile Lauren'ın koma ile yaşamın hırgürü arasında gidip gelme hallerinin konu edildiği “Keşke Gerçek Olsa” (ve devamı “Sizi Tekrar Görmek”) dünya çapında başarı elde eder. Otuz dile çevrilir ve aylarca çoksatan kitaplar arasında yer alır. Hatta yönetmen Mark Waters tarafından “Cennet Gibi” adıyla başrollerinde Reese Witherspoon ve Mark Ruffalo'nun oynadıkları bir sinema filmine uyarlanır. Levy'nin ikinci romanı, yaşamın bambaşka âlemlere savurduğu, seçimlerin ve bedellerin aşk tümseğinde buluştuğu “Neredesin”in gördüğü ilgi de ilkini aratmaz ve kısa sürede 1 milyon satış rakamına ulaşır. 2003 tarihli Tanrı, Şeytan ve Melek'in göz kırptıkları, bazen nanik yaptıkları, hınzır bir öykünün kahramanları olarak aşkla cebelleştikleri “Sonsuzluk İçin Yedi Gün”, Fransa'da 2003'ün en çok satan romanıdır. 2004 tarihli, gizemli bir tablonun peşinde, eski bir yüzyılın büyülü atmosferinin fantezisinde sevgi ve dostluk öyküsü “Gelecek Sefere” ise, aşk ve mizah sıradan insanların sıradan olmayan öyküsünü taşır bizlere. Büyük büyük babası İzmirli bir tüccar olan Nesim Lebi Bayraklı, İzmir'de çıkan büyük yangında ölmüş. Bütün bunlar üzerine ailesi Avrupa'ya göç edince kıl payı Türk değil Fransız olmuş. İlk kez 26 yıl önce geldiği Türkiye'ye hayran ve tam bir Türk dostu. Kozmopolit kentleri seviyor, şu anda Londra'da yaşıyor. Türkiye'de ise favori kentleri elbette önce İzmir sonra İstanbul. Bu arada yazmakta olduğu son romanının konusunun İzmir'de başladığını da söyledi Levy. Oğlu onun ana ilham kaynağı. Hatta onun sayesinde yazarım diyor. Marc Levy ile yapıtlarını ve Türklüğünü konuştuk. S niz neden? Çünkü yaşamın yazarların dile getirdiğinden çok daha fazla hayal gücü var. Aşağılanmışlık duygusu, kaygısıyla buna kendi kalemimden daha çok sadakat gösteriyorum; yani hayatın tesadüflerine daha çok önem veriyorum. Yaşamın gerçek olan, her an oluveren, belki de şimdi bir yerlerde olagelen tesadüflerini kalemime bırakıyorum. 'An'lar asla sıradan değil ama… 'Keşke Gerçek Olsa' ve 'Sizi Tekrar Görmek'teki koma hali ya da 'Sonsuzluk İçin Yedi Gün'de, Tanrı ile Şeytanın aşka düşme halleri mesela.. Yaşamın hayal gücüne bırakıyorum çünkü. Benim için çünkü bu normaldışı durumlar yaşamın içindeki olağan durumların metaforu. O durumlarda da insanlar çok garip, olağandışı seçimler yapmak zorunda kalıyorlar yaşamda bunlarla karşılaştıkları zaman. Tabii bunu kendilerine dönüp yaşama bakma fırsatı verdikleri zaman yapabiliyorlar. Olağanın içinde gizil olan olağandışıyı görme zamanını ve şansını kendilerine tanıdıklarından bunları görebiliyorlar. 'Keşke Gerçek Olsa'da hiçbir şekilde romanın teması koma değil. Koma kentsel yalnızlığın bir metaforu. Aşkın koma hali diyebiliriz yani? Kesinlikle. 'YAZAR TANRI DEĞİL, SANATÇIDIR' Roman ve yazarı yaşamla bütünüyle başa çıkmada bize nasıl el uzatır? Levy bakışında romanın işlevini nasıl tanımlamalı? Roman, yazma eylemi özgürlüğün çok önemli vektörlerinden, itici güçlerinden biridir. Romanın toplulukları birbirine yaklaştırmak, birleştirmek için çok önemli bir güç olduğunu düşünüyorum. Tarih boyunca roman sorunları paylaşmanın bir aracıdır, böyle olagelmiştir. Öte yandan bir yazarın eline kalemi aldığı zaman birtakım soruların yanıtını bildiği tuzağına düşmemesi gerekir. Ama bir romancı çok zevk alabilir, sorunları paylaşmaktan zevk alabilir. Yarattığı kişilere, kahramanlarına, okuyucunun yapmaktan zevk alacağı şeyleri seçme hakkını tanır. Bu müthiş bir şeydir. Ben yazarın yapıtının Tanrısı olduğunu varsayarak soruyorum.. Ya da bir filmin yönetmeni gibi.. Hikâyeyi yazmış, her şeyi kafasında çekip bitirmiştir oysa. Öyküsü bağlamında nasıl bilmesin? Ne olursa olsun yazar Tanrı değil bir sanatçıdır. Benim için Tanrı’nın tam tersi bir şey. Sandalye ya da masa üreten bir zanaatkârı düşünün, o da yarattığı nesnenin bütün sorumluluğunu taşır. O sandalyeye oturacak yaşlıdan da, çocuktan da sorumludur. Aynı zamanda o masanın etrafında yapılacak bütün yemeklerden de sorumludur. Ama atölyesinde o sandalyelerde ve masalarda yemek yiyecek insanların hiçbirisini görmez. Ama aşk ile sevgi ile o toplumun içindeki işlevini yerine getirir. Bu da masasını, sandalyesini yapma arzusunu veren şeydir. Romancı da bir hikâye anlatır, eğer aşkla, sevgiyle ve insani duygularla anlattığı bir hikâyeyse, aynı zamanda insanların biraz kafasını dağıtmaya, heyecan duyurtmaya izin veren nitelikteyse yazdıkları, ya da artık inanılmak istenmeyen şeylere KİTAP SAYI ? Gamze AKDEMİR “İnsan her şeyi yaşayamaz, o zaman esas olanı yaşamak önemlidir; ve her birimiz için esas olan önemlidir.” Arthur ('Sizi Tekrar Görmek'ten) apıtlarınızda öne çıkan sinematik yapıya değinerek başlamak isterim söyleşimize. Bunu bana düşündüren sadece sıradan insanların başına gelen sıra dışı olaylar değil, gerek karakter yapılarında gerekse olaylar arasındaki bağlantılarda, betimlerde ekonomik olma hali. Yani olayı dönüp dolaştıran, ayrıntıya boğan bir izlek söz konusu değil. Nasıl değerlendirirsiniz bu iskeleti, bu biçemi.. Derin tasvirleri tercih etmememin SAYFA 16 Y ana nedeni bir romancının işlevini farklı yorumlayış şeklim. Bana göre bir romancının işlevi mesela roman kişisinin üzgün olduğunu söylemek değil, yaptığı eylemlerle, hareketlerle onun üzgün olduğunu dile getirmektir diye düşünüyorum. Etraftaki manzaranın ya da ortamın tasviri de aynı şekilde yazarın oraları tanıdığını göstermek için yapılmış olmamalıdır. Okuyucuyu o manzaranın o ortamın içine sokabilmek adına başarılabilmeli bu. Hatta sadece o yüzden yazılır diye düşünüyorum. Zor olan sözcüklerle görüntüler yaratmak. Dolu, nitelikli ama zihni yormayan, anında diyeceğini deyiveren bir dille bunu başarmak yalın olana dolu dolu ulaşmak yapıtlarınızda ilk dikkatimizi çeken nokta. Formül mü demeli bilmiyorum ama yazarın insani tarafının çok fazla olması önemli hatta bu şart. Yazarın yarattığı roman kişileriyle okur arasından çekilmesi, onları baş başa bırakması lazım. Kuklaları oynatırken başı gözüken bir kuklacı olmamak gerekir... ya da yanlışlıkla filminde gözüken bir yönetmen.. Ben daha yazarken bile aradan çekilmeyi denerim. Bu, okurun daha rahat okumasına benim de daha rahat yazmama neden oluyor. Daha doğrusu okuyucunun dili kolay anlaşılır bulmasının asıl sebebi budur bence. 'YAŞAMIN HAYAL GÜCÜNE DAHA SADIĞIM' Tuhaf tesadüfler ama yaşamın içinden, sahici.. Bunun sadece bir romanı ilginç kılacağı düşüncesiyle hareket etmediğinizi bilmekle beraber, yaşamın hiç ummadığımız anlarını tercih etme ? CUMHURİYET 921
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle