05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Atilla Keskin 'Çiçekler Susunca'yı anlatıyor ‘Duvarların’ yıkıldığı dünyada sorunlarımızı tartışmalıyız... yaşattığı vahşeti konu ediniyorum. Ancak bununla da yetinmeyip aynı zamanda sol hareketin kimi kadroları üzerinden bir öz sorgulama yapıyorum. Bildiğiniz gibi ‘kol kırılır yen içinde kalır’ sözü bizim sevilen bir atasözüdür. Sevilmekten de öte, aynı zamanda sağcısından solcusuna her kesimce benimsenen bir geleneğe işaret eder. Oysa bu yaklaşım sosyalist gelenekler için söz konusu olmamalı. Bizde ve dünyada sosyalist örgütler, eleştiri, özeleştiri mekanizmasını neredeyse salt içsel bir sorun olarak ele almışlardır. Ki bunu bile layıkıyla yerine getirebildiklerini, örneğin yüzleştikleri sorunları yeterince tartışıp kavrayabildiklerini söylemek olanaksız. Bu ise sorunların köklü olarak tartışılmasını engellemiştir. Oysa ‘duvarların’ yıkıldığı dünyamızda sorunlarımızı açıkça ve tüm yönleriyle tartışmak zorundayız.. "Çiçekler Susunca" adlı bu yeni kitabımda tam da bunu yapmaya çalışıyorum. Benim romanımda yazdığım kimi örgütsel ilişkiler ve kişilik deformasyonları bazı okurlara abartılı gelebilir. Ama kişi olarak bu tür olayların çok daha fazlasını gördüğümü söylemeliyim. Kendi adıma gelecek nesillere yararlı olmak, onların önünü gerçekten açmak istiyorsak, yaşananı olduğu gibi aktarmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Sosyalist bir özgüvenin de gereğidir bu. Romanınızdaki kimi kahramanların yaşadığı deformasyon, mevcut sistemin marifeti değil mi? Elbet esas olarak sistemin marifeti. Ama sistemin önüne attığı yemlere rağmen dik kalabilmiş birçok insanın da var olduğunu biliyoruz. Demek ki salt sistemi suçlayarak işin içinden çıkamayız. Geçmişte çok sekter kimi sosyalistlerin, bugünkü yeni hayatlarında, sigortasız sendikasız işçi çalıştırarak vahşi bir sömürü çarkı işlettiğini, geçmişte adına kavga ettiği emekçileri sömürdükleri veya medyada sistemin ideologluğunu, pazarlamasını yaptıkları da bir gerçek. Elbet bizim jenerasyonumuz çok ezildi. Ama bu ezilme dönekliği, sistemin uzantısı haline gelmeyi meşrulaştırmaz, en azından meşrulaştırmamalı. Romanınızın kahramanlarından Mazlum, o eylemde olmadığı halde, örgütün talimatıyla banka soygununa katıldığını kabul edip, hak etmediği kadar ağır bir ceza alıyor. Bu gerçekçi bir mizansen midir? Kesinlikle. Örgütün çıkarları kişisel çıkarların hep üstünde tutulmuştur. Doğrusu da budur zaten. Ortak davanın çıkarıdır aslolan. Sorun burada değil, davanın, örgütün çıkarı adı altında yapılan hak ihlallerinde. Devrimin çıkarı adı altında devrimci hukuk ve ahlakın çiğnendiği, konumların istismar edildiği bir dizi örnek de yaşanmıştır ne yazık ki. SABIRLI VE İNATÇI KADINLAR... Fidan’ın, kocasını çok sevmesine rağmen onu bırakıp dağa çıkmasını nasıl açıklıyorsunuz? Kadınlar daha mı gözükaraydılar? Bence daha gözükara, istikrarlı ve daha tutarlıydılar. Birçok kadın arkadaş devrimci kavgaya salt teorik birikimleri nedeniyle değil, duygularını da işin içine katarak katıldı. Daha sabırlı, daha inatçıydılar, Fidan da bu tür kadınlardan bir örnek. Bir okur olarak Koray’ın intiharını kabul etmediğimi belirtmeliyim. Romanınızda ilginç bir teknik uygulayarak onu adeta zorunlu olarak öldürmüşsünüz. Buna niye gerek duydunuz? Bu romanım bütünüyle kurgu. Buna rağmen romanda geçen birçok olay gerçeklikle örtüşen şeyler. Romanın kahramanlarından Koray giderek sistemin parçası oluyorsa da, aslında insan olarak kötü birisi değil. Romanın gelişim süreci içinde kendisine haksızlık ettiğimi düşünmeye başladım. Bu nedenle de intiharı kaçınılmaz oldu. 12 Eylül’ün üzerinden 25 sene geçmiş. Bu, kitabınızı güncellikten koparmıyor mu? Ben 12 Eylül’ü özel olarak seçtim. Ne yazık ki 12 Eylül hâlâ güncel. Askeri diktatörlüklerle ülkede hesaplaşılamadığı sürece, aradan elli yıl da geçse 12 Eylül güncelliğini koruyacak. 12 Eylül ülkenin doğasını, insanımızın doğasını değiştirmiş, müthiş bir deformasyona neden olmuştur. Değer yargıları neredeyse kökten değişmiştir. Böylesi önemli bir toplumsal savrulmaya karşı her alanda mücadele edilmeli ve biz bunu hakkıyla yapamadık. Bu bağlamda edebiyat, sinema ve güzel sanatların tümünü bu amaçla, elbette bu alanların gerektirdiği estetiği göz ardı etmeden kullanmalıyız. Ama ne yazık ki 12 Eylül öylesine bir korku toplumu yarattı ki, darbeye karşı çok az film yapılabildi, çok az roman yazılabildi. Gönül isterdi ki kendini dünya çapında kabul ettirmiş yazarlarımız bu yaraya parmak bassın. Yine de kötümser değilim, aradan 25 yıl geçtikten sonra bu konuda çevrilen filmlerin, yazılan kitapların çoğalması beni sevindiriyor. ? Çiçekler Susunca/ Atilla Keskin/ Gendaş Yayınları/ 320 s. KİTAP SAYI 852 Atilla Keskin 70'li yılların öğrenci liderlerinden biriydi. THKO Davası'ndan yargılandı. 12 Eylül sonrasında da yurtdışına çıktı. Yaşadıklarını dört ayrı roman halinde yazdı. 'Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler', 'Dostluk', 'Otuz Yıllık Hasret' ve ‘Çiçekler Susunca' adlarını taşıyor bu romanlar. Keskin son romanı 'Çiçekler Susunca'da 12 Eylül'ün dağıtıp parçaladığı hayatlara bakıyor. Keskin'le bu son romanını konuştuk. ? Erdoğan AYDIN eçen günlerde "Çiçekler Susunca" isimli yeni bir romanınız çıktı. Öncelikle kitaplarınız hakkında kısaca bilgi verir misiniz... "Çiçekler Susunca" dördüncü kitabım. İlk kitabım "Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler"di. Bu kitabım anıroman türünde bir kitaptır. İçinde yer aldığım sosyalist mücadele ve yitirdiğim arkadaşlarıma ilişkin anılarımın kitabı. İkinci kitabım "Dostluk" adıyla yayımlanan bir tür otobiyografik roman. Elli beş yaşındaydım o romanı yazdığımda. Türkiye ve Almanya’daki yaşantıma, devrimci mücadeleye, politik düşüncelerime, sosyalist örgütlenmelerdeki örgüt ve insan ilişkilerine dair gözlemlerimden hareketle kurguladığım bir romandı. Üçüncü kitabım ise "Otuz Yıllık Hasret" adıyla yayımlandı. Tüm uğraşıma rağmen 27 yıl dönemediğim, döndüğümde de gözaltına alındığım ülkemde yaşadıklarıma dair tuttuğum günlükten oluştu. Son kitabınıza geçmeden önce genel bir soru olarak, ülkemizde toplumcu gerçekçi edebiyatın sorunlarına dair fikrinizi almak istiyorum... Altmış yaşıma girdim. Benim kuşaSAYFA 10 G ğımdaki insanlar, özellikle sanat ve edebiyata meraklı insanlar; gerek ülkemiz gerekse dünyanın diğer yörelerindeki toplumsalgerçekçi yazarların eserlerini okuyarak büyüdük. Toplumcu bir düşünceye sahip olmamızın da önemli nedenlerinden birisidir bu eserler. Son yıllarda ise gerek dünyada gerekse ülkemizde insanlığın yaşadığı sorun ve acılar çok yoğun olmasına rağmen toplumsalgerçekçi eserler, postmodern denilen hiçbir zaman ısınamadığım eserlerin gerisine düşmeye başladı. Kuşkusuz bunda dünyayı değiştirme umudunun gerilemesinin de büyük payı var. Ancak egemenlerin elinde olup halkı önemli oranda etkileyen medya kuruluşlarının bu postmodern, insanlığı ayrıntılarda boğan eserleri pompalamasının da temel bir rolü olduğu kanısındayım. Dünyanın yeni koşullarının, insanlığı tahrip etme konusundaki bilinçli bir tercihi ve maalesef başarısı ile karşı karşıyayız. Bununla birlikte dünyaya, doğaya, topluma karşı sorumluluk duyan yazarlar da, kendilerini yenilemeye, toplumsal gerçekçi eserler üreterek, egemenlerin bu hegemonyasını bozmak için çalışıyorlar. Sanıyorum ki bu toplumsalgerçekçi eserler edebi estetiği yükseltebildiği ve toplumsal sorunların dilini yakalayabildikleri oranda durumu tersine çevirmeyi başaracaklardır. YAŞANAN ÇÖZÜLME Son kitabınızda, 12 Eylül’ü, devrimci örgütler içindeki insan ilişkilerini ve yaşanan çözülmeyi konu ediniyorsunuz. 12 Eylül sonrası romanların düştüğü savrulmadan kendinizi koruyabiliyor musunuz? Elbette! Öncelikle 12 Eylül’ün sosyal hayatta ve tabii cezaevlerinde CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle