19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
itaplar Adası H.SAMKASLANKARA "R tomansana- tı" denilen şey, dar köprünün biryakasındanöte yakaya geçmek Için sergilenen hüner... Alacaksınız bu yaka- nın olgusal yaşantıia- nnı, yaşamsal ger- çeklikleri, yığınla kişi- yi, sonra bunlan so- yutlayıp dönüştürüp, kendi gerçekliklerin- den anndırarak kur- maca evrene oturtul- muş roman düzle- minde sağ salim öte yakaya çıkaracaksı- nız... Böylesine sıkın- tılı bir geçide "Sırat Köprüsü" denilmez de ne denir? Hem köprü dediğiniz ille öte dünya bilgisi için- deyeralacakdeğil ya? Keçilerin geçmek + için çabaladığı köprü de anımsanabilir bu arada. Hani iki inatçı keçi karşılaşmış ya köprüde... Bunlardan biri "roman keçisi" ise. öteki "eleştiri ke- çisr... Ya birbirlerine geçitverecekler, ikisi de sağ salim ulasa- cak karsı yakaya, ya da biri ötekini atacak köprüden, belki ikisi birden yuvarlanacak aşağıya... Romanlan okumakla onlar üze- rine yazmak, iki inat- çı keçiyi böylesi bir Sırat Köprüsü üzeıin- de karsılaştırmaya benziyor... Bu çerçe- vede mutsuz okuma- lar kadar mutluluk verici okumalar da olabiliyor... üzerine yazılan her romanın ille beğenilmiş kitap- lar olacağı düşünül- memeli yine de. ör- neğin Fethi Naci. "va- sat" diye nitelediği kitaplara eğilmez, sı- ra dışı romanlar üze- rine yazardı, bu yak- laşımını apaçık dile getirmişti. Onun için sıra dışı, beğendiği roman da olabilirdi, hoşlanmadığı, hatta yazannı okumaya "tövbe" edeceği kötü bir roman da... SAYFA 20 Sırat köprüsündeki roman sanatı üzerine...Okuduklanm üzerine yazarken, kendi payıma bunlan "eleştiri disiplini" içinde değerlendirmek yerine yazarla, okuria kol kola girilmiş birer ki- tap yazısı biçiminde alıyorum. Onun için de he- men her romana, öyküye, oyuna, denemeye, eleştiriye vb. uzanmaya, düşünce savrulmala- nndan oluşan "kitapça" yazılar kaleme almaya çalışıyoaım. Bu arada görmediğim için yazamadığım, gör- düğüm halde bir türlü yazma fırsatı bulamadı- ğım çok roman oluyor. Nitekim yazamadıklanm, yazabildiklerimin kat kat üzerinde. Beğensem, beğenmesem de beğendiklerimin beğenmedi- ğim, beğenmediklerimin beğendiğim yanları çı- kabiliyor karşıma... Sanat yapıtlan, yalnızca gü- zelin -iyinin ya da çirkinin- kötünün değil bütün bunların birlikte harman olduğu bir yapı konu- mu taşıyor. Herhangi romanı, roman eleştirisiyle Sırat Köprüsü'nde karşı karşıya getirmek tek bir keze özgü iş de değil! Çünkü romana bağlı yüzyıllara yayılarak süregidecek eleştiri de öngörülebilir. Hangi kavrayışa, hangi okula dayalı olursa ol- sun değişen düşünceyle, insanla birlikte roman eleştirisi de değişiyor. Estetik alanın temel öl- çütleri varlığını korusa da... Bundan ötürü değerlendirmelerimde yargıla- yan değil sorgulayan bir tutum izliyorum daha çok. Bunlardaki göreceliğin altını çizmeyi sav- saklamadan... Bu çerçevede görebilmekte geciktiğim iki ro- mana getireceğim sözü. Ferhan Şaylıman'dan Zaman Geriye Dönmez (Merkez, 2006), Ibra- him Dizman'dan Başka Zaman Çocuklan (He- yemola; 2006). ROMANDAKİZAMANDAN ZAMAN KAVRAMINA... Ferhan Şaylıman'ın ilk romanı Zaman Geriye Dönmez, ibrahim Dizman'ın Başka Zaman Çocukları'yla birlikte gerek yapılandırılan kah- ramanlarla izlek, konu, gerekse yararlanılan ge- reçleri kullanma biçimleri bağlamında farklı açı- lardan, aralarında koşutluklar kurulabilecek iki roman. En başta "zaman"a yönelik sorgulayıcı yakla- şımla dikkati çektikleri söylenebilir yapıtlann. Gerçekten roman zamanı olarak günümüz öne serilirken, yaşananlar günce ya da anı yoluyla yaklaşık seksen-yüz yıl öncesine geri giden ak- sa dönük kaymalarla, başanlı karşıtlıklarla geti- riliyor yapıtlarda. Şaylıman, tüm yaşamını artık gözler önüne sermekten, çınlçıplak kalmaktan korkmayan, yaşı doksanı aşmış ressam Mişon'un çevresin- de, bir müzede gezinircesine hem meraklı hem de bu yaşamın aynntılarına, kuytularına bakışıy- la tutkulu yangınlar yaşayan bir devlet memuru- nun özöyküsel anlatımıyla kurup örüntülediği bir evren getiriyor Zaman Geriye Dönmez'de. Üşütücü bir yalnızlık sürdürdüğü halde, yine de kendini ısıtabilmek için çabalıyor sürekli Mişon. Görünenle görünme- yenin sisler içinde bir- birine girdiği, bulanık görüntüler eşliğinde bu doksanlık Mişon'un yaşamına yönelirken düzeyli bir romanla bu- luşuyoruz. Küçük Salih olarak çocukluktan gü- nümüze taşınan bu yaşamın tanıklıkları, özellikle aşk sarmalı, bunun ulandığı toplumsal yaşayış, farklı dönemlerden süzülüp gelen ekonomik iş- leyiş, göçler, kurulan, dağılan yuvalar, cumhuri- yetçiler, bu idealizmle yorulan insanlar, bireysel çıkarlann iştah kabartan çekimi... BAŞtA ZAMAN ÇOCVKLARt Mişon'un ilişkilendiği insanlann yaşamı trage- dik oluntularla kesilirken bu hüzünlü burkulma- lar gerek kendisinin gerekse ötekilerin yaşamın- daki toplumsal uğraklarla durakların daha iyi açılımını sağlıyor romanda. Dizman ise genç öğretim üyesi arkeolog Si- nan'ın, dedesinden kalma günceyi temele ala- rak, gerek kendisinin gerekse dedenin ilk genç- lik yıllanna dönüp adeta bu dönemlerie hesap- laşmak üzerine temellendirerek yazmaya koyul- duğu bir iç romanla harmanlıyor yapıtını. Bir açıdan roman kahramanları aracılığıyla söz ko- nusu dönemleri, bunların yaşandığı uzamlan yeniden kurmaya girişiyor Başka Zaman Ço- cuklan'nda. Proust gibi geçmiş zamanın peşine düşüyor bir bakıma. Yarattığı ro- man kahramanları özcan'la Reyhan'a dayanarak sorguluyor kendisini. Şaylıman, belki ge- nel olarak toplumsal dinamikler yönündeki hareketlenişimiz üze- rinde duruyor denebi- lir, Dizman ise bu yönde ama daha çok bir kentlilik bilinci, kültürü izleğine dayanarak yapılandınyor roma- nını. Sözgelimi Mişon, anlatıcıya göre, "zamana meydan okuduğunun bilincinde"dir. (17) Ama "hayatın alfabesinde değinilmedik ne kal(mıştır ki)?" (101) Sinan'ın roman kahramanı özcan ise ilk gençlik çağının sevgilisine, "Biz başka za- man çocuklarıyız Reyhan; unutulmaya yüz tut- muş bir zamanın çocuklarıyız" (33) diyecektir. "Bir kent, yaşananları bu kadar çabuk unutabilir mi, yaşanmamış sayabilir mi?" (132) Bir türlü cesaret edilemese de başka zamanları deşen romanlar olarak da alınabilir bu bağlamda andı- ğım yapıtlar. OLGUSAL GEREÇLERİ ROMANDA YENİDEN KURMAK Her iki romanda da olgusal gereçlerin roma- na yerleştirilişinde anımsayıştan, daha çok da roman kahramanlarının tuttuklan günlükten ya- rarjanıyor yazariar. Bu doğrultuda birer sözlü tarih belgesi olarak alınabilecek pek çok veriyle, anıyla karşılaşıyoruz yapıtlarda... Kuşku yok ki bu belgelerden çok daha fazla, bunların romana yerieştirilme biçimleri ilgilendi- riyor bizi. Bu açıdan bakıldığında romanlann "belgesel roman" ömeğine uyup uymadıklan tartışılabilir elbette. Mişon'la dedenin roman kahramanları olarak soyutlanıp dönüştürülen ki- şiliği gerek cumhuriyet öncesi, cumhuriyetin ilk yıllan gerekse Izmir, Karadeniz kenti özelindeki yaşamları büyük örtüşrne sergiliyor. Bir belgesel roman için en uygun biçemler- den biri bu. Ne var ki bu yaklaşım, romanlann bir yerden sonra anlatımcı yanlarla kendilerini dışa vurma olasılığıyla bir tehlikeyi de içinde ta- şıyor. Bu ise sanattan yayılan büyünün roman evreniyie kahramanlardan yansıyacak uzantısı- nın zaman zaman yitip yok olmasına yol açabi- liyor. Peki, nedir belgesel roman, bundan neyi an- lamak gerekir? Roman gerçekliği olarak yapıtta kurgusallığın ya da kurmacanın gerektirdiği ger- çekliği değil olgusal, yaşanmış, yaşanmakta olan gerçekliği almak, roman evrenini buna da- yandırmak demek! Böyle olması, belgenin öne geçmesi, roman estetiğinin bir ölçüde geri çekilmesi anlamına gelmiyor. Belgesel film, belgesel oyun, belgesel resim vb. türlerde ilk önce nasıl sinemasai, ti- yatral, görsei estetik bağlamında gerekliliklerin tamamlanması beklenirse bir belgesel roman- dan da yazınsallık beklenecektir ilkin. Bir belgesel romanda yazar belgeyi bozamaz elbette, ne var ki bunun yeni bir yorumla, bakış- la ele alınmasını sağlayabilir. Sağlamalıdır da aynca. Bu anlamda bozulmamış belge, kullan- malık iletişim dilinin, örneğin gazeteciligin bir nesnesi olabilir. Sanatçı belgesel romanındaki belgeye, yalnızca kendisinin yorumladığı, saltık anlamda kendisinin olan bir biçem kazandır- makzorunda... Işte o zaman biz, belgeyi, o şeyin -nesnesi- nin- gerçekliğin kendisi olarak almakla birlikte buna dönük bakışımızda, yazann bizde farklı kanallar açtığını, yeni çevrenlere doğru bizi kış- kırttığını görebiliriz. Şaylıman'la Dizman'ın, sözlü tarih tanıklıkları- nı, belge niteliği taşıyan anıları, ustalıkla roman- larına harç yaptığı söylenebilir. Gerçekten bu öğelerin birer dolgu gereci biçiminde kullanıl- madığı, yamalı bohça eklentiiere dönüşmediği görülebiliyor ilk bakışta. Yapıtlar, evrenlerdeki belirsizlikle, karakteri açıklamak yerine onların ruhsal katmanlarıyla bizi tanıştırmakla, geçmiş- ten bugüne yaşadıklan serüveni çok daha iyi alımlamamızı sağlıyor. Bu yanlarıyla bıçak sırtı yapı sergilediği düşü- nülebilir romanlann. Ancak bütün bu olumlu yanlar bir yana, zaman zaman belgelerin, anısal aktarımlann sıralandığı, bir çalım anlatımcıhkla yetinildiği izlenimi doğmuyor değil. O zaman ro- manın, yığma ayrıntılaria yol aldığı sanısına kaptırabiliyor insan kendini elinde olmadan. Kahramanlar gerçektenliklerini yitiriyor hemen- ce. Nitekim bu insanlann psikolojik oluntulannı, iç fırtınalannı, ruhsal çalkantılarını alımlamak ye- rine bunlan okuyup öğrendiğimiz "hanım ha- nımcık" anlatı yayvanlığına kayabiliyor hızla ro- manlar... ROMAN SANATININ O ALTIN TERAZİSİ... Bana göre sıcak ama soğukkanlı, içten ama enikonu mesafeli, çıraklıklarla kotanlmış ama matematiksel denge üzerinde ilerleyen bir usta- lıkla verimlenmeli yapıtlar. Bu bağlamda her iki romanı da bunun alçakgönüllü örnekleri olarak almak olası... Anlatımcı roman yapıları kurul- muş görünse de bununla örtüşen soyutlayım, dönüştürüm bağlamında kendini gösteren çok- sesli yapı, karakterlerden yayılan inandıncılık hemen dikkati çekiyor çünkü. Her ikisi de yaşamöyküsü izleği temele alına- rak verimlenmiş romanlar. Bu çerçevede Şaylı- man, enikonu polisiye biçeminden yaraıian- makla birlikte Zaman Geriye Dönmez'i serü- ven sarmalıyla ilişkilendirmekle yetiniyor, o ka- dar. Buna dayalı olarak okur, heyecanla roma- nın peşinden seğirtiyor denebilir. Bununla örtüşen bir tutumu İbrahim Diz- man'ın Başka Zaman Çocuklan'nda da gözlü- yoruz. Yazar, roman evrenini, kentlilik kültürü temelinde yapılandırırken Cemil Kavukçu'nun ilk romanlannda görülen izlek, evren, karakter koşutluğu da çıkıyor karşımıza. Ne ki Dizman, Kavukçu'dan farklı olarak kentlilik bilinciyle kül- türünün de üzerine gidiyor görebildiğimce. Ka- sabadaki yaşamı didik didik ederken bunlan deşmeye girişiyor. Herhangi romanın duyabileceği gereksinirlik- leri yerine getirmiş görünen bu kitaplar, yeterin- ce ilgi gördü mü peki? Roman okurlarından ka- çı haberli bu romanlardan? Ne ki roman, ille de okurun ilgisiyle orantılı değer kazanıyor değil! Bir romanın, türe özgü kurallarla yapılandınlmış Sırat Köprüsünden ka- zasız belasız geçmesi yeterli... Bunu başaran bir roman, okurun ilgisini sonra da çekebilir... Eleştiri bu bağlamda bir görev üstlenebilir mi? Bana sorarsanız eleştiri, okur arttırmaya yönelik bir işlev taşımıyor. Eleştiri, Sırat Köprüsü'nden geçen romanın Deli Dumrul'u, o kadar... • C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1065
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle