19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Görmek İçin Yaşamak... “Keşke bu kadar uzun yaşamasaydım” diyenlerden misiniz? Yoksa “İyi ki bu kadar uzun yaşadım” diyenlerden mi? İki ters düşünce ve iki ters hesap... İki ters sonuç!.. Ben “Yazmak Yaşamak” dedim bir kitabımda. Yaşamın anlamını, yaşamakta arayıp bulmak gerektiğini düşünerek... Şimdi farkına varıyorum, yazmak yalnız yaşamak değil! Yazmak, görmek demek... Görmek için biraz uzun yaşamak gerek! Bilerek, anlayarak, okuyarak, yazarak, anlatarak, duyarak, bilgilenerek... Yaşarsanız neler göreceksiniz? Yaşadık ve gördük diyenler vardır? Gördükleriyle yetinenler, gözlerini kapatıp görmek istemeyenler, gördüklerinden ürkenler, görmemek için gözlerini sımsıkı kapatanlar!.. Ülkenin adım adım ilerlemesine, çağdaşlığın yarattığı bir uygarlığı, bir aydınlığı, bir insanlık anlayışını yaşayabilmek umudunu korumak! Bir gün bütün bu çirkinlikler gider, güzellikler gelir diye... Bırakmalı her şeyi, diyorum. “Yazıyorsun da ne oluyor?” dememiş miydi bir sevgili arkadaşım. Kendini umutsuzluğa kaptıranlardan biri olarak... Ama bu söz yıkmadı beni, gücümü de yok etmedi... Daha çok oku, daha çok gör, daha çok anlat, daha çok düşün demek gibi oldu o söz... Daha ne desem ki? PENCERE İlkel Dünya Üzerinde Din... Batı dünyasıyla İslam arasında gittikçe derinleşen bir “uygarlık savaşı” mı var?.. Haçlı Seferleri’nden bu yana, iki dinsel dünyanın pek barışık olmadığı biliniyor. Türklerin dışında bütün İslam ümmeti, vaktiyle Hıristiyanların sömürgeleştirdiği toplumlardan oluşur. Uzak Asya’dan Afrika’nın Batı ucuna değin uçsuz bucaksız bir coğrafyanın tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüren Hıristiyanlar, kapitalizmin sanayi uygarlığına ulaştılar. Ne var ki bu işi özellikle “İslama düşmanlık olsun” diye yapmadılar. Yeryüzünde hiçbir ırk, soy, ulus, halk, din kapi- talizmin sömürüsünden kurtulamadı; emperyalizminin buyurganlığına başkaldıramadı. Eskimo, Kızılderili, karaderili, Müslüman, Hindu, Budist yeryüzünde kim varsa, Batılının üstünlüğü- ne karşı direnemedi; kapitalizmin evrenselliği, 21’inci yüzyıla girerken, ‘Yeni Dünya Düzeni’ adı altında yer yuvarlağının tüm enlem ve boylamlarında tek yaşama biçimi olarak dayatılıyor. Bu durumda temel çelişkiyi İslam ile Hıristiyanlık arasında aramak yanıltıcı olur. Peki, bu dünyada Türklerin durumu ne?.. Çok ilginç... Tarih sahnesine geç çıkıyor Türkler, İsa’dan üç yüzyıl önce Orta Asya’da boy gösteriyorlar. Üstelik bu tarihte göçebedirler. Oysa tarım, İsa’dan 8-9 bin yıl önce başlamış, toplumlar yerleşik düzene geçme olanaklarına kavuşmuşlar. İsa’dan önce 6250 yılında Anadolu’da ilk kent kuruluyor. Türkler tarih sahnesine çıktıktan 1000 yılı aşkın bir süre sonra İslamlaşmaya başlıyorlar. 1071’de Malazgirt savaşıyla Anadolu’ya göç başlıyor. Ancak Türklerin ilginç yetileri var. Bu nitelikleri olmasaydı, Anadolu ve Rumeli’deki Hıristiyan halkları nasıl egemenlikleri altına alıp Viyana’ya dek Avrupa’yı yüzlerce yıl yönetebilirlerdi?.. Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnız kılıç zoruyla yürüdüğünü söylemek yanılgıdır; her askeri gücün arkasında incelenmesi gereken gerçekler yatar. Türkler 1453’te İstanbul’u fethettiler. Tarihçilere göre İsa’dan sonra 476 ile 1453 arası, ‘Ortaçağ’dır. 1453 ile 1789 arası ‘Yeniçağ’ diye adlandırılıyor. Çünkü fetihle birlikte Avrupa’ya kaçan Bizanslı sanatçılar ve bilim adamları Rönesans’ın itici gücünü Batı’da oluşturdular. ‘Yeniçağ’da Rönesans’la birlikte ‘Reform’ ve ‘Aydınlanma Devrimi’ Batı uygarlığını yarattı. Ne var ki Avrupa 1453’ten beri İstanbul’u unutamadı. Yunanistan için Konstantinopol ‘Megali İdea’nın gereğidir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı, fırsatı yakalamıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam coğrafyasındaki tüm ‘mülk’ünü paylaşırken Türkleri Avrupa’dan kovacak, İstanbul’u Müslümanların buyruğundan kurtaracaktı. Avrupa, İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgal etti. 6 Ekim 1923’te İstanbul kurtarıldı. İstanbul’un işgal altında kaldığı yaklaşık 3 yıl, hangi iki çağın arasındaki parantezdir?.. İstanbul Türklerin eline düştü diye ‘Yeniçağ’ açılıyorsa, üzerinde düşünmek gerekir: Atatürk’ün İstanbul’u 1923’te yeniden Hıristiyanların elinden kurtarması da yeni bir çağın başlangıcı mıydı?.. Bu soruya yanıt ararken güncel bir olayı da yaşıyoruz. Ortadoğu’da dinler açısından iki büyük kutsal kent var: Biri İstanbul... Öteki Kudüs!.. Dünya Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın altına tünel kazılıyor diye hop oturup hop kalkıyor... İnsanlık ilkel mi ilkel... (11 Ekim 1996 tarihli yazısı) İ şyeri hekimi, işyerinde sade- ce çalõşanlarõn çok önemli ol- mayan sağlõk sorunlarõnõ çö- zümleyen değil, işyerinde ça- lõşanlarõn işe bağlõ sağlõk sorun- larõndan korunmalarõ, meslek has- talõklarõnõn, kazalara bağlõ yara- lanmalarõn ve maluliyetlerin ön- lenmesi, işyerinde çalõşma koşul- larõnõn iyileştirilmesi, çalõşanlarõn sağlõğõnõn ve sağlõk bilincinin ge- liştirilmesi amacõyla tam bir mesleki bağõmsõzlõk içinde bilgi ve becerilerini kullanmasõ gereken, mesleki faaliyetlerini işyerinde sürdüren hekimdir. İşyeri hekim- leri bu görevlerini iş güvenliği uz- manlarõ ile birlikte yürütür. Daha önceleri iş hijyenisti, iş ergono- misti, işyeri hemşiresi kavramla- rõndan da söz edilirken artõk bu kavramlar akla bile getirileme- mektedir. Ülkemizde işyeri hekimliği ya- põlabilmesini sağlayan yasal dü- zenlemeler 1930 yõlõnda çõkarõlan 1593 sayõlõ Umumi Hõfzõssõhha Kanunu’nun 180. maddesi, daha sonra 506 sayõlõ SSK yasasõnõn 114. maddesi ve İşçi Sağlõğõ ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün 91. mad- desinde ifade edilmektedir. Bu düzenlemeler en az 50 çalõşanõ olan bir işyerinin hekim bulun- durma zorunluluğundan söz et- mektedir. Ancak işyeri hekimli- ğinin tanõmõ ve pratik uygulama- sõ ise 1980 yõlõnda çõkarõlan “İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri” hakkõn- daki yönetmelikle açõklõğa ka- vuşmuştur. Bu yönetmelik işyeri hekimliği yapõlabilmesi için “yet- kili bir makam tarafından ve- rilmiş olan sertifika” zorunlulu- ğu getirmekte ve işyeri hekimle- rinin atanmasõnda tabip odalarõnõ yetkili kõlmaktadõr. Bu yönetme- liğin çõkarõlmasõndan iki ay sonra gerçekleşen 12 Eylül 1980 müda- halesi sonucunda tabip odalarõnõn kapatõlmasõ ile süreç kesintiye uğramakla birlikte Türk Tabiple- ri Birliği 35. Büyük Kongresi, “yetkili makam tarafından ve- rilen sertifika” tanõmõ ve kendi yasasõnda tarif edilen mezuniyet sonrasõ eğitim görevini birleştire- rek, eğitim programlarõ başlatma ve sertifikalandõrma işlevini üst- lenmiştir. Halen işyeri hekimliği kurslarõnõ TTB üniversitelerle iş- birliği yaparak yürütmekte ve iş- yeri hekimleri TTB yasasõ gereği illerdeki tabip odalarõ yönetim kurullarõ tarafõndan yetkilendiril- mektedirler. 5760 sayılı yasa Tabip odalarõnõn bu yetkilerini ellerinden almak üzere Çalõşma ve Sosyal Güvenlik Bakanlõğõ 2003 yõlõnda çõkarõlan “İşyeri Sağlık Bi- rimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetme- lik” ile başlayan süreçte 5763 sa- yõlõ yasa ile teşkilat yasasõnda ya- põlan bazõ düzenlemeler sonra- sõnda çõkarttõğõ “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik” hüküm- lerine göre özel kuruluşlar işyeri hekimliği ve iş güvenliği sertifikasõ kurslarõ düzenlemek ve bu alanda taşeronluk faaliyeti göstermek üzere kurulup Çalõşma Bakanlõğõ tarafõndan yetkilendirilmesi ile faaliyete başlamõşlardõr. Ancak özel kuruluşlarõn eğitim kurumu ve taşeron hizmet kuruluşu olarak yetkilendirilmesinin hukuka ay- kõrõlõğõnõn yanõ sõra hizmet gerek- lerine de aykõrõ olmasõ, hekimle- rin lisans sonrasõ uzmanlõk eğiti- mi benzeri bir eğitimle işyeri he- kimi olmasõnda Çalõşma ve Sosyal Güvenlik Bakanlõğõ’nõn herhangi bir yetkisinin bulunmamasõ kar- şõsõnda Türk Tabipleri Birliği ta- rafõndan açõlan davada Danõştay yönetmeliğin pek çok hükmünün yürütmesinin durdurulmasõna ka- rar vermiştir. Daha önce yapõlan yasa ve yö- netmelik düzenlemeleri ile istedi- ği sonucu elde edemeyen ve bu alanda yetkisi bulunmadõğõ yargõ kararlarõyla tespit edilen Çalõşma ve Sosyal Güvenlik Bakanlõğõ bu kez yeni bir yasa teklifi ile söz ko- nusu yetkileri kazanmaya çalõş- maktadõr. Komisyonlara gönderi- len teklifte işyeri hekimlerinin eğitimlerinin ve işyeri hekimlik hizmetlerinin taşeron şirketler ara- cõlõğõ ile özel sektörden sağlanmasõ konusunda Çalõşma Bakanlõğõ’nõn yetkilendirilmesi söz konusudur. Türkiye’de Tuzla tersanelerin- de ve madenlerde olanlar başta ol- mak üzere meslek kazalarõ sõklõk- la tüm çarpõcõlõğõ ile medyada yer almaktadõr. Öncelikle saptamak gerekir ki 2008 yõlõ verilerine gö- re ülkemizde, sigortalõ işçi çalõş- tõran 1.170.248 işyeri bulunmak- tadõr. Bu işyerlerinin 1.148.287’sinde (yüzde 98) 1-49 arasõ işçi çalõştõrõlmaktadõr. Çalõ- şanlarõn ise yüzde 62’si 1-49 işçi çalõştõran işyerlerinde istihdam edilmektedir. Yine 2008 yõlõ SGK verilerine göre, meydana gelen iş kazalarõnõn yüzde 60.5’i 1-49 iş- çi çalõştõran işyerlerinde meydana gelmiştir. İş Yasasõ’nõn 81. mad- desinin birinci fõkrasõndaki dü- zenleme uyarõnca işyeri sağlõk bi- rimi kurulmasõ yükümlülüğü elli ve daha fazla işçinin çalõştõğõ iş- yerleri için öngörülmüş olduğuna göre mevcut işyerlerinin yüzde 98’i, çalõşanlarõn da yüzde 62’si kapsam dõşõnda kalmaktadõr. Meslek hastalıkları İş kazasõ ve meslek hastalõkla- rõna ilişkin sayõsal veriler göster- mektedir ki, personel ve altyapõ ek- sikliklerinin de etkisiyle Bakanlõk ilgili yasa ile kendisine verilen gö- revleri tam olarak yerine getire- memektedir. Zira ülkemizde mes- lek hastalõklarõna ilişkin güvenli veriler bulunmadõğõndan buna iliş- kin değerlendirme yapõlamamak- la birlikte Türkiye Cumhuriyeti Ulusal İş Sağlõğõ ve Güvenliği Politika Belgesi (2009-2013) baş- lõklõ raporda “Bir ülkede meslek hastalıklarının görülme sıklığı çalışan nüfusun yüzde 4-12’si arasında değişmektedir. Buna göre Türkiye’de 30.000 - 100.000 arasında meslek hastalığı bek- lenmektedir. Ancak SGK ista- tistiklerine göre 2007 yılında 1.208 meslek hastalığı vakası tespit edilebilmiştir” saptamasõ yapõlarak belirlenemeyen, dola- yõsõyla uygun tedavisi yapõlama- yan on binlerce işçinin varlõğõ iti- raf edilmiştir. Öte yandan, yine ka- yõt dõşõ istihdam ve eksik veriler- le oluşturulmuş SGK istatistikle- rine göre ülkemizde SSK İstatis- tiklerine göre, 2007 yõlõnda toplam 80.602 iş kazasõ ve 1208 meslek hastalõğõ sonucu 1044 kişi yaşa- mõnõ yitirmiş, 1956 kişi ise sürekli sakat kalmõştõr. Ülkemizde günde ortalama üç işçi yaşamõnõ yitir- mekte, beş işçi sürekli iş göremez duruma gelmektedir. Bütün iş kazalarõnõn yarõsõndan çoğunun, ölümcül iş kazalarõnõn neredeyse tamamõnõn küçük iş- yerlerinde meydana geldiği de dikkate alõndõğõnda, koruyucu sağ- lõk hizmetlerinden yararlanamayan bu büyük çalõşan kesiminin koru- yucu sağlõk hizmetlerine gereksi- nimlerinin boyutu daha iyi anla- şõlmaktadõr. Bu alanda sorun iş ka- zalarõndan daha çok önlenemeyen ve açõğa çõkarõlamayan meslek hastalõklarõndadõr. Meslek hasta- lõklarõnõn yõllar sonra ortaya çõk- masõ süreci zorlaştõrmakta ancak işyeri hekimine olan gereksinimi arttõrmaktadõr. Ancak işyeri yö- neticileri işyeri hekimine ödenen ücretin gereksizliğine inanmakta ve maliyetleri arttõrdõğõna inan- maktadõr. Söz konusu tasa teklifi ile işyeri hekimliği eğitimi ve hiz- metleri taşeronlaştõrõlarak daha da örselenmektedir. Yapõlmasõ gereken asõl düzen- leme, elli ve daha fazla işçi çalõş- tõran işyerlerinde işçi başõna ayda en az 15 dakika süre ayõracak şe- kilde işyeri hekimi istihdamõnõn zorunlu tutulmasõ, elliden az işçi çalõştõran işyerlerinin ise doğrudan istihdam ya da bir araya gelmek suretiyle kuracaklarõ ortak sağlõk birimlerinden işyeri hekimliği hiz- meti almak konusunda seçme hak- kõna sahip olmakla birlikte mutlak surette işyeri hekimliği hizmetine erişmelerinin sağlanmasõdõr. İşçi Sağlõğõ ve İş Güvenliğinin Taşeronlaştõrõlmasõ Prof. Dr. A. Özdemir AKTAN TTB İkinci Başkanõ Yapõlmasõ gereken asõl düzenleme, elli ve daha fazla işçi çalõştõran işyerlerinde işçi başõna ayda en az 15 dakika süre ayõracak şekilde işyeri hekimi istihdamõnõn zorunlu tutulmasõ, elliden az işçi çalõştõran işyerlerinin ise doğrudan istihdam ya da bir araya gelmek suretiyle kuracaklarõ ortak sağlõk birimlerinden işyeri hekimliği hizmeti almak konusunda seçme hakkõna sahip olmakla birlikte mutlak surette işyeri hekimliği hizmetine erişmelerinin sağlanmasõdõr. SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER tebtotalcard.com 444 0 666 AKARYAKITA ANINDA iNDiRiM YAPAN iLK KREDi KARTI: TEB TOTAL CARD TOTAL yaz, 4466’ya SMS gönder, TEB TOTAL Card’a hemen sahip ol! Söze Su Verenler... Ç eliğe su verilir de söze verilmez mi? Neden olmasõn? Bu, sözü sulandõrmak an- lamõna gelmiyor. O ayrõ. Suyunu alan çeliğin nite- liği yükselir. Söze su ve- rildiğinde ise, söz kõva- mõnõ alõr, güzelliğin ka- põsõnõ açar. İnce anlatõ- mõn örneği olur. Bir dilin derinliği, söze su verildi- ği oranda artar, sulandõrõ- lõrsa sõğlõğa dönüşür. Her sözcüğün doğal bir õsõsõ vardõr. O õsõyõ arttõr- mak da azaltmak da eli- mizde. Emekli ilköğretim mü- fettişi Cavit Alpaslan an- latmõştõ. Denetimini yap- tõğõ ilçede seksenlik bir amca, ilçeye atanan her memura bir ad takarmõş. Yeni gelen kaymakam da dedenin bu özelliğini öğ- renmiş. Sokakta ilk kar- şõlaştõğõnda kaymakam dedeye takõlõr: “Siz, ilçe- nize gelene bir ad takı- yormuşsunuz. Bakalım bana ne ad vereceksi- niz?” Dede, kaymakam beye bakar bakar, derin derin düşünür. Ardõndan yanõtlar: “Kaymakam Bey, sana ne diyeyim? Orman tosunu gibisin!” Kimileri de söze su ka- tar. Söze su vermenin tam karşõtõ, çiğlik, ilkellikle eş. 1950’de yönetim de- ğişmişti. O yõllarda sokağa tü- küren birisini uyarmõşlar: “Beyefendi, yaptığın ya- saktır” diyecek olmuşlar. Adamdan özür dileme beklenirken üste çõkmõş: “Artık yasak yok! Mem- lekette demokrasi var!” karşõlõğõnõ vermiş. O gün- den sonra, düzeysiz si- yasilerden benzeri örnek- lere bol bol tanõk oluyo- ruz. Anõlan yõllarda yö- neticilerden, “İsmet Paşa asker kaçağıdır!” sözü- nü sõk sõk duyduk. Geçen yõl bir vali bey, çağdaşlõ- ğõn ‘saçmalık’ olduğu- nu söyledi de nereye gel- diğimizi gözümüze soktu! Her gün sayõsõz benzerle- ri... Söze su vermede Kara- denizlilerin hakkõnõ ye- meyelim. Fadime’ye, “Senin Temel kadınlar- la dolaşıyormuş. Habe- rin var mı” diye sorarlar. Fadime hiç oralõ değildir: “Eee, ne olmuş kadın- larla gezmişse? Benim Temel sadık köpek gi- bidir; dışarıda et koku- sunu alınca dolaşır do- laşır da gelir yemeğini evde yer!” Kadõnõn adõ imamla söylenmeye başlayõnca, oğlu bundan son derece rahatsõz olur. Babasõna konuyu açar. Babasõ işi ağõrdan alõr; “Tanrı ce- zasını verir!” der. Bir, iki, üç... Hep aynõ yanõt. Oğlunun burasõna gelmiş. Bir sabah, ezan okuyacak imamõn arkasõndan mi- nareye çõkmõş. İmam, eza- na başlar başlamaz, oğul imamõ minareden aşağõ atmõş. Kimselere görün- meden oğul evine dön- müş. Çevre õşõklanõnca haber yayõlmõş, hocanõn minareden düştüğü du- yulmuş. Baba, sevinç için- de oğluna: “Ben sana dememiş miydim? Tan- rı cezasını verir diye...” Oğlu, ötede kendi ken- dine mõrõldanmõş: “İşi Tanrı’ya bıraksay- dım...” Parmak uçurumu gös- terirken, budala parma- ğa bakarmõş... Aziz Nesin, bizim ‘fık- ra’ dediğimize ‘güldü- şün’ derdi. Onlar oku- nurken, dinlenirken sa- dece gülünürse, eksik ka- lõr. Düşünmeyle, söze ve- rilen su beynimize ulaşõr... Nusret ERTÜRK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle