Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Görmek İçin Yaşamak...
“Keşke bu kadar uzun yaşamasaydım”
diyenlerden misiniz? Yoksa “İyi ki bu kadar
uzun yaşadım” diyenlerden mi?
İki ters düşünce ve iki ters hesap... İki ters
sonuç!..
Ben “Yazmak Yaşamak” dedim bir kitabımda.
Yaşamın anlamını, yaşamakta arayıp bulmak
gerektiğini düşünerek...
Şimdi farkına varıyorum, yazmak yalnız
yaşamak değil! Yazmak, görmek demek...
Görmek için biraz uzun yaşamak gerek!
Bilerek, anlayarak, okuyarak, yazarak,
anlatarak, duyarak, bilgilenerek...
Yaşarsanız neler göreceksiniz? Yaşadık ve
gördük diyenler vardır? Gördükleriyle
yetinenler, gözlerini kapatıp görmek
istemeyenler, gördüklerinden ürkenler,
görmemek için gözlerini sımsıkı kapatanlar!..
Ülkenin adım adım ilerlemesine, çağdaşlığın
yarattığı bir uygarlığı, bir aydınlığı, bir insanlık
anlayışını yaşayabilmek umudunu korumak! Bir
gün bütün bu çirkinlikler gider, güzellikler gelir
diye...
Bırakmalı her şeyi, diyorum. “Yazıyorsun da
ne oluyor?” dememiş miydi bir sevgili
arkadaşım. Kendini umutsuzluğa
kaptıranlardan biri olarak... Ama bu söz
yıkmadı beni, gücümü de yok etmedi... Daha
çok oku, daha çok gör, daha çok anlat, daha
çok düşün demek gibi oldu o söz...
Daha ne desem ki?
PENCERE
İlkel Dünya
Üzerinde Din...
Batı dünyasıyla İslam arasında gittikçe
derinleşen bir “uygarlık savaşı” mı var?..
Haçlı Seferleri’nden bu yana, iki dinsel
dünyanın pek barışık olmadığı biliniyor. Türklerin
dışında bütün İslam ümmeti, vaktiyle
Hıristiyanların sömürgeleştirdiği toplumlardan
oluşur. Uzak Asya’dan Afrika’nın Batı ucuna
değin uçsuz bucaksız bir coğrafyanın tüm yeraltı
ve yerüstü kaynaklarını sömüren Hıristiyanlar,
kapitalizmin sanayi uygarlığına ulaştılar.
Ne var ki bu işi özellikle “İslama düşmanlık
olsun” diye yapmadılar.
Yeryüzünde hiçbir ırk, soy, ulus, halk, din kapi-
talizmin sömürüsünden kurtulamadı;
emperyalizminin buyurganlığına başkaldıramadı.
Eskimo, Kızılderili, karaderili, Müslüman, Hindu,
Budist yeryüzünde kim varsa, Batılının üstünlüğü-
ne karşı direnemedi; kapitalizmin evrenselliği,
21’inci yüzyıla girerken, ‘Yeni Dünya Düzeni’ adı
altında yer yuvarlağının tüm enlem ve
boylamlarında tek yaşama biçimi olarak
dayatılıyor.
Bu durumda temel çelişkiyi İslam ile
Hıristiyanlık arasında aramak yanıltıcı olur.
Peki, bu dünyada Türklerin durumu ne?..
Çok ilginç...
Tarih sahnesine geç çıkıyor Türkler, İsa’dan üç
yüzyıl önce Orta Asya’da boy gösteriyorlar.
Üstelik bu tarihte göçebedirler. Oysa tarım,
İsa’dan 8-9 bin yıl önce başlamış, toplumlar
yerleşik düzene geçme olanaklarına kavuşmuşlar.
İsa’dan önce 6250 yılında Anadolu’da ilk kent
kuruluyor. Türkler tarih sahnesine çıktıktan 1000
yılı aşkın bir süre sonra İslamlaşmaya başlıyorlar.
1071’de Malazgirt savaşıyla Anadolu’ya göç
başlıyor. Ancak Türklerin ilginç yetileri var. Bu
nitelikleri olmasaydı, Anadolu ve Rumeli’deki
Hıristiyan halkları nasıl egemenlikleri altına alıp
Viyana’ya dek Avrupa’yı yüzlerce yıl
yönetebilirlerdi?.. Osmanlı İmparatorluğu’nun
yalnız kılıç zoruyla yürüdüğünü söylemek
yanılgıdır; her askeri gücün arkasında incelenmesi
gereken gerçekler yatar.
Türkler 1453’te İstanbul’u fethettiler.
Tarihçilere göre İsa’dan sonra 476 ile 1453
arası, ‘Ortaçağ’dır. 1453 ile 1789 arası ‘Yeniçağ’
diye adlandırılıyor. Çünkü fetihle birlikte
Avrupa’ya kaçan Bizanslı sanatçılar ve bilim
adamları Rönesans’ın itici gücünü Batı’da
oluşturdular. ‘Yeniçağ’da Rönesans’la birlikte
‘Reform’ ve ‘Aydınlanma Devrimi’ Batı uygarlığını
yarattı.
Ne var ki Avrupa 1453’ten beri İstanbul’u
unutamadı. Yunanistan için Konstantinopol
‘Megali İdea’nın gereğidir. Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Batı, fırsatı yakalamıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam coğrafyasındaki
tüm ‘mülk’ünü paylaşırken Türkleri Avrupa’dan
kovacak, İstanbul’u Müslümanların buyruğundan
kurtaracaktı.
Avrupa, İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgal etti.
6 Ekim 1923’te İstanbul kurtarıldı.
İstanbul’un işgal altında kaldığı yaklaşık 3 yıl,
hangi iki çağın arasındaki parantezdir?..
İstanbul Türklerin eline düştü diye ‘Yeniçağ’
açılıyorsa, üzerinde düşünmek gerekir:
Atatürk’ün İstanbul’u 1923’te yeniden
Hıristiyanların elinden kurtarması da yeni bir çağın
başlangıcı mıydı?..
Bu soruya yanıt ararken güncel bir olayı da
yaşıyoruz. Ortadoğu’da dinler açısından iki büyük
kutsal kent var:
Biri İstanbul...
Öteki Kudüs!..
Dünya Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın altına
tünel kazılıyor diye hop oturup hop kalkıyor...
İnsanlık ilkel mi ilkel...
(11 Ekim 1996 tarihli yazısı)
İ
şyeri hekimi, işyerinde sade-
ce çalõşanlarõn çok önemli ol-
mayan sağlõk sorunlarõnõ çö-
zümleyen değil, işyerinde ça-
lõşanlarõn işe bağlõ sağlõk sorun-
larõndan korunmalarõ, meslek has-
talõklarõnõn, kazalara bağlõ yara-
lanmalarõn ve maluliyetlerin ön-
lenmesi, işyerinde çalõşma koşul-
larõnõn iyileştirilmesi, çalõşanlarõn
sağlõğõnõn ve sağlõk bilincinin ge-
liştirilmesi amacõyla tam bir
mesleki bağõmsõzlõk içinde bilgi ve
becerilerini kullanmasõ gereken,
mesleki faaliyetlerini işyerinde
sürdüren hekimdir. İşyeri hekim-
leri bu görevlerini iş güvenliği uz-
manlarõ ile birlikte yürütür. Daha
önceleri iş hijyenisti, iş ergono-
misti, işyeri hemşiresi kavramla-
rõndan da söz edilirken artõk bu
kavramlar akla bile getirileme-
mektedir.
Ülkemizde işyeri hekimliği ya-
põlabilmesini sağlayan yasal dü-
zenlemeler 1930 yõlõnda çõkarõlan
1593 sayõlõ Umumi Hõfzõssõhha
Kanunu’nun 180. maddesi, daha
sonra 506 sayõlõ SSK yasasõnõn
114. maddesi ve İşçi Sağlõğõ ve İş
Güvenliği Tüzüğü’nün 91. mad-
desinde ifade edilmektedir. Bu
düzenlemeler en az 50 çalõşanõ
olan bir işyerinin hekim bulun-
durma zorunluluğundan söz et-
mektedir. Ancak işyeri hekimli-
ğinin tanõmõ ve pratik uygulama-
sõ ise 1980 yõlõnda çõkarõlan “İşyeri
Hekimlerinin Çalışma Şartları
ile Görev ve Yetkileri” hakkõn-
daki yönetmelikle açõklõğa ka-
vuşmuştur. Bu yönetmelik işyeri
hekimliği yapõlabilmesi için “yet-
kili bir makam tarafından ve-
rilmiş olan sertifika” zorunlulu-
ğu getirmekte ve işyeri hekimle-
rinin atanmasõnda tabip odalarõnõ
yetkili kõlmaktadõr. Bu yönetme-
liğin çõkarõlmasõndan iki ay sonra
gerçekleşen 12 Eylül 1980 müda-
halesi sonucunda tabip odalarõnõn
kapatõlmasõ ile süreç kesintiye
uğramakla birlikte Türk Tabiple-
ri Birliği 35. Büyük Kongresi,
“yetkili makam tarafından ve-
rilen sertifika” tanõmõ ve kendi
yasasõnda tarif edilen mezuniyet
sonrasõ eğitim görevini birleştire-
rek, eğitim programlarõ başlatma
ve sertifikalandõrma işlevini üst-
lenmiştir. Halen işyeri hekimliği
kurslarõnõ TTB üniversitelerle iş-
birliği yaparak yürütmekte ve iş-
yeri hekimleri TTB yasasõ gereği
illerdeki tabip odalarõ yönetim
kurullarõ tarafõndan yetkilendiril-
mektedirler.
5760 sayılı yasa
Tabip odalarõnõn bu yetkilerini
ellerinden almak üzere Çalõşma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlõğõ 2003
yõlõnda çõkarõlan “İşyeri Sağlık Bi-
rimleri ve İşyeri Hekimlerinin
Görevleri ile Çalışma Usul ve
Esasları Hakkında Yönetme-
lik” ile başlayan süreçte 5763 sa-
yõlõ yasa ile teşkilat yasasõnda ya-
põlan bazõ düzenlemeler sonra-
sõnda çõkarttõğõ “İşyeri Sağlık ve
Güvenlik Birimleri ile Ortak
Sağlık ve Güvenlik Birimleri
Hakkında Yönetmelik” hüküm-
lerine göre özel kuruluşlar işyeri
hekimliği ve iş güvenliği sertifikasõ
kurslarõ düzenlemek ve bu alanda
taşeronluk faaliyeti göstermek
üzere kurulup Çalõşma Bakanlõğõ
tarafõndan yetkilendirilmesi ile
faaliyete başlamõşlardõr. Ancak
özel kuruluşlarõn eğitim kurumu ve
taşeron hizmet kuruluşu olarak
yetkilendirilmesinin hukuka ay-
kõrõlõğõnõn yanõ sõra hizmet gerek-
lerine de aykõrõ olmasõ, hekimle-
rin lisans sonrasõ uzmanlõk eğiti-
mi benzeri bir eğitimle işyeri he-
kimi olmasõnda Çalõşma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlõğõ’nõn herhangi
bir yetkisinin bulunmamasõ kar-
şõsõnda Türk Tabipleri Birliği ta-
rafõndan açõlan davada Danõştay
yönetmeliğin pek çok hükmünün
yürütmesinin durdurulmasõna ka-
rar vermiştir.
Daha önce yapõlan yasa ve yö-
netmelik düzenlemeleri ile istedi-
ği sonucu elde edemeyen ve bu
alanda yetkisi bulunmadõğõ yargõ
kararlarõyla tespit edilen Çalõşma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlõğõ bu
kez yeni bir yasa teklifi ile söz ko-
nusu yetkileri kazanmaya çalõş-
maktadõr. Komisyonlara gönderi-
len teklifte işyeri hekimlerinin
eğitimlerinin ve işyeri hekimlik
hizmetlerinin taşeron şirketler ara-
cõlõğõ ile özel sektörden sağlanmasõ
konusunda Çalõşma Bakanlõğõ’nõn
yetkilendirilmesi söz konusudur.
Türkiye’de Tuzla tersanelerin-
de ve madenlerde olanlar başta ol-
mak üzere meslek kazalarõ sõklõk-
la tüm çarpõcõlõğõ ile medyada yer
almaktadõr. Öncelikle saptamak
gerekir ki 2008 yõlõ verilerine gö-
re ülkemizde, sigortalõ işçi çalõş-
tõran 1.170.248 işyeri bulunmak-
tadõr. Bu işyerlerinin
1.148.287’sinde (yüzde 98) 1-49
arasõ işçi çalõştõrõlmaktadõr. Çalõ-
şanlarõn ise yüzde 62’si 1-49 işçi
çalõştõran işyerlerinde istihdam
edilmektedir. Yine 2008 yõlõ SGK
verilerine göre, meydana gelen iş
kazalarõnõn yüzde 60.5’i 1-49 iş-
çi çalõştõran işyerlerinde meydana
gelmiştir. İş Yasasõ’nõn 81. mad-
desinin birinci fõkrasõndaki dü-
zenleme uyarõnca işyeri sağlõk bi-
rimi kurulmasõ yükümlülüğü elli
ve daha fazla işçinin çalõştõğõ iş-
yerleri için öngörülmüş olduğuna
göre mevcut işyerlerinin yüzde
98’i, çalõşanlarõn da yüzde 62’si
kapsam dõşõnda kalmaktadõr.
Meslek hastalıkları
İş kazasõ ve meslek hastalõkla-
rõna ilişkin sayõsal veriler göster-
mektedir ki, personel ve altyapõ ek-
sikliklerinin de etkisiyle Bakanlõk
ilgili yasa ile kendisine verilen gö-
revleri tam olarak yerine getire-
memektedir. Zira ülkemizde mes-
lek hastalõklarõna ilişkin güvenli
veriler bulunmadõğõndan buna iliş-
kin değerlendirme yapõlamamak-
la birlikte Türkiye Cumhuriyeti
Ulusal İş Sağlõğõ ve Güvenliği
Politika Belgesi (2009-2013) baş-
lõklõ raporda “Bir ülkede meslek
hastalıklarının görülme sıklığı
çalışan nüfusun yüzde 4-12’si
arasında değişmektedir. Buna
göre Türkiye’de 30.000 - 100.000
arasında meslek hastalığı bek-
lenmektedir. Ancak SGK ista-
tistiklerine göre 2007 yılında
1.208 meslek hastalığı vakası
tespit edilebilmiştir” saptamasõ
yapõlarak belirlenemeyen, dola-
yõsõyla uygun tedavisi yapõlama-
yan on binlerce işçinin varlõğõ iti-
raf edilmiştir. Öte yandan, yine ka-
yõt dõşõ istihdam ve eksik veriler-
le oluşturulmuş SGK istatistikle-
rine göre ülkemizde SSK İstatis-
tiklerine göre, 2007 yõlõnda toplam
80.602 iş kazasõ ve 1208 meslek
hastalõğõ sonucu 1044 kişi yaşa-
mõnõ yitirmiş, 1956 kişi ise sürekli
sakat kalmõştõr. Ülkemizde günde
ortalama üç işçi yaşamõnõ yitir-
mekte, beş işçi sürekli iş göremez
duruma gelmektedir.
Bütün iş kazalarõnõn yarõsõndan
çoğunun, ölümcül iş kazalarõnõn
neredeyse tamamõnõn küçük iş-
yerlerinde meydana geldiği de
dikkate alõndõğõnda, koruyucu sağ-
lõk hizmetlerinden yararlanamayan
bu büyük çalõşan kesiminin koru-
yucu sağlõk hizmetlerine gereksi-
nimlerinin boyutu daha iyi anla-
şõlmaktadõr. Bu alanda sorun iş ka-
zalarõndan daha çok önlenemeyen
ve açõğa çõkarõlamayan meslek
hastalõklarõndadõr. Meslek hasta-
lõklarõnõn yõllar sonra ortaya çõk-
masõ süreci zorlaştõrmakta ancak
işyeri hekimine olan gereksinimi
arttõrmaktadõr. Ancak işyeri yö-
neticileri işyeri hekimine ödenen
ücretin gereksizliğine inanmakta
ve maliyetleri arttõrdõğõna inan-
maktadõr. Söz konusu tasa teklifi
ile işyeri hekimliği eğitimi ve hiz-
metleri taşeronlaştõrõlarak daha
da örselenmektedir.
Yapõlmasõ gereken asõl düzen-
leme, elli ve daha fazla işçi çalõş-
tõran işyerlerinde işçi başõna ayda
en az 15 dakika süre ayõracak şe-
kilde işyeri hekimi istihdamõnõn
zorunlu tutulmasõ, elliden az işçi
çalõştõran işyerlerinin ise doğrudan
istihdam ya da bir araya gelmek
suretiyle kuracaklarõ ortak sağlõk
birimlerinden işyeri hekimliği hiz-
meti almak konusunda seçme hak-
kõna sahip olmakla birlikte mutlak
surette işyeri hekimliği hizmetine
erişmelerinin sağlanmasõdõr.
İşçi Sağlõğõ ve İş Güvenliğinin Taşeronlaştõrõlmasõ
Prof. Dr. A. Özdemir AKTAN TTB İkinci Başkanõ
Yapõlmasõ gereken asõl düzenleme, elli ve daha fazla işçi
çalõştõran işyerlerinde işçi başõna ayda en az 15 dakika süre
ayõracak şekilde işyeri hekimi istihdamõnõn zorunlu tutulmasõ,
elliden az işçi çalõştõran işyerlerinin ise doğrudan istihdam ya da
bir araya gelmek suretiyle kuracaklarõ ortak sağlõk
birimlerinden işyeri hekimliği hizmeti almak konusunda seçme
hakkõna sahip olmakla birlikte mutlak surette işyeri hekimliği
hizmetine erişmelerinin sağlanmasõdõr.
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
tebtotalcard.com 444 0 666
AKARYAKITA ANINDA
iNDiRiM YAPAN iLK KREDi KARTI:
TEB TOTAL CARD
TOTAL yaz, 4466’ya SMS gönder,
TEB TOTAL Card’a hemen sahip ol!
Söze Su Verenler...
Ç
eliğe su verilir de
söze verilmez mi?
Neden olmasõn?
Bu, sözü sulandõrmak an-
lamõna gelmiyor. O ayrõ.
Suyunu alan çeliğin nite-
liği yükselir. Söze su ve-
rildiğinde ise, söz kõva-
mõnõ alõr, güzelliğin ka-
põsõnõ açar. İnce anlatõ-
mõn örneği olur. Bir dilin
derinliği, söze su verildi-
ği oranda artar, sulandõrõ-
lõrsa sõğlõğa dönüşür.
Her sözcüğün doğal bir
õsõsõ vardõr. O õsõyõ arttõr-
mak da azaltmak da eli-
mizde.
Emekli ilköğretim mü-
fettişi Cavit Alpaslan an-
latmõştõ. Denetimini yap-
tõğõ ilçede seksenlik bir
amca, ilçeye atanan her
memura bir ad takarmõş.
Yeni gelen kaymakam da
dedenin bu özelliğini öğ-
renmiş. Sokakta ilk kar-
şõlaştõğõnda kaymakam
dedeye takõlõr: “Siz, ilçe-
nize gelene bir ad takı-
yormuşsunuz. Bakalım
bana ne ad vereceksi-
niz?” Dede, kaymakam
beye bakar bakar, derin
derin düşünür. Ardõndan
yanõtlar: “Kaymakam
Bey, sana ne diyeyim?
Orman tosunu gibisin!”
Kimileri de söze su ka-
tar. Söze su vermenin tam
karşõtõ, çiğlik, ilkellikle
eş. 1950’de yönetim de-
ğişmişti.
O yõllarda sokağa tü-
küren birisini uyarmõşlar:
“Beyefendi, yaptığın ya-
saktır” diyecek olmuşlar.
Adamdan özür dileme
beklenirken üste çõkmõş:
“Artık yasak yok! Mem-
lekette demokrasi var!”
karşõlõğõnõ vermiş. O gün-
den sonra, düzeysiz si-
yasilerden benzeri örnek-
lere bol bol tanõk oluyo-
ruz. Anõlan yõllarda yö-
neticilerden, “İsmet Paşa
asker kaçağıdır!” sözü-
nü sõk sõk duyduk. Geçen
yõl bir vali bey, çağdaşlõ-
ğõn ‘saçmalık’ olduğu-
nu söyledi de nereye gel-
diğimizi gözümüze soktu!
Her gün sayõsõz benzerle-
ri...
Söze su vermede Kara-
denizlilerin hakkõnõ ye-
meyelim. Fadime’ye,
“Senin Temel kadınlar-
la dolaşıyormuş. Habe-
rin var mı” diye sorarlar.
Fadime hiç oralõ değildir:
“Eee, ne olmuş kadın-
larla gezmişse? Benim
Temel sadık köpek gi-
bidir; dışarıda et koku-
sunu alınca dolaşır do-
laşır da gelir yemeğini
evde yer!”
Kadõnõn adõ imamla
söylenmeye başlayõnca,
oğlu bundan son derece
rahatsõz olur. Babasõna
konuyu açar. Babasõ işi
ağõrdan alõr; “Tanrı ce-
zasını verir!” der. Bir,
iki, üç... Hep aynõ yanõt.
Oğlunun burasõna gelmiş.
Bir sabah, ezan okuyacak
imamõn arkasõndan mi-
nareye çõkmõş. İmam, eza-
na başlar başlamaz, oğul
imamõ minareden aşağõ
atmõş. Kimselere görün-
meden oğul evine dön-
müş. Çevre õşõklanõnca
haber yayõlmõş, hocanõn
minareden düştüğü du-
yulmuş. Baba, sevinç için-
de oğluna: “Ben sana
dememiş miydim? Tan-
rı cezasını verir diye...”
Oğlu, ötede kendi ken-
dine mõrõldanmõş: “İşi
Tanrı’ya bıraksay-
dım...”
Parmak uçurumu gös-
terirken, budala parma-
ğa bakarmõş...
Aziz Nesin, bizim ‘fık-
ra’ dediğimize ‘güldü-
şün’ derdi. Onlar oku-
nurken, dinlenirken sa-
dece gülünürse, eksik ka-
lõr. Düşünmeyle, söze ve-
rilen su beynimize ulaşõr...
Nusret ERTÜRK