19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B 11 HAZİRAN 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR [email protected] ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sözcükleri Yeni Kıyılara Taşıyan Bir Sal Olmak… Günlerden 4 Haziran Cuma. Öğlen vakti, Galata’daki Sankt Georg Avusturya Lisesi’nin tarih yüklü salonundayız. Avusturya Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanı Dr. Claudia Schmied, Altın Liyakat Nişanı’nı vermezden önce benim için yaptığı, bilgiyle ve inceliklerle örülü konuşmayı şöyle noktalıyor: “İzin verirseniz, sizin için bir yazardan alıntı yapmak istiyorum …Siz, bir edebiyat çevirmeni olarak sözcükleri hep yeni kıyılara taşıyan bir salsınız…” O anda, bu alıntının kırk yılını geride bıraktığım bir uğraşı verilen nişan kadar süsleyebildiğini, asıl önemlisi, bu uğraşın anlamını gerçek anlamda vurgulayabildiğini hissediyorum. Birkaç yıl önce sevgili Yıldırım Türker, bir yazısında beni ‘Çeviri Arkeoloğu’ diye nitelendirmişti. Okuduğum andan beri bu nitelendirmeyi yakamda -ya da boynumda- hep bir nişan gibi taşıyordum. Ve yıllar sonra onun yanına bir yenisi eklendi: “…sözcükleri hep yeni kıyılara taşıyan bir salsınız…” ‘Sal’ sözcüğü, edebiyat çevirisi açısından burada son derece anlamlı. Çünkü sal, suda giden taşıtların en ağır tempolusudur. Hiçbir zaman hız yapmaya kalkışmaz. Kendini akıntıların ağır temposuna bırakarak, gerektiğinde iyice hız keserek, duraklayarak, kimi zaman da akıntıya karşı suyu yararak ilerler. Amacı, karşı kıyılarda belli bir noktaya varabilmek, yükünü oraya olabildiğince az hasarla ulaştırabilmektir. Sal bilir ki, aşırı hız taşıdıklarını da, kendisini de tehlikeye sokabilir; hıza önem verdiği takdirde, daha önce -neden önce?- varabilir, ama taşıdıkları, vardığı yerde bekleyenlerin işine yaramaz hale gelebilir. Tıpkı, sözcükleri başka kültür iklimlerinin kıyılarına taşımak gibi. Sözcüklerin evreninde geçerli olan, ağır tempolu işçiliktir, dikkattir, kılı kırk yarmadır, karınca çabasıdır, bir uğraşın tüm anlamını yine o uğraşta bulmaktır. Bir salın üstünde başka kıyıların yolculuğuna çıkarılan sözcükler, boşlukta asılı incecik billur çubuklardan farksızdır. Dikkatsizlik yüzünden suya acele daldırılan her kürek, biraz savrukça her dümen hareketi, o çubuklardan birinin veya birkaçının ötekilere çarpıp ufalanmasına, bu yüzden de ancak birlikte yaratabilecekleri bir dil görkeminin solmasına neden olabilir. Evet, aslında yalnızca salla çıkılabilecek bir yolculuktur her edebiyat çevirisi ve bu yolculuktan sonra ortaya çıkacak sözcük senfonilerinin değerini takdir edebilmek de, okumayı salt yazıya bakma eylemi olmaktan çıkartıp, varolan bir dünyanın bütün olabileceklerine uzanan bir yola dönüştürebilenlere özgü bir ayrıcalıktır. Bu yüzden edebiyat çevirisi, kitap basım sayılarıyla bazen çoğunluğa, fakat niteliği bağlamında hep azınlığa seslenebilen bir uğraş olmaya yargılıdır. 4 Haziran Cuma günü bazı Türk dostlar ile yabancı konuklar, basının o toplantıya -haberi çıktığı halde- neden ilgi göstermediğini sordular. Özellikle yabancı konuklara, artık neredeyse bütün olup bitenlerin magazin diline çevrildiği bir iklimde, üstelik de benim gibi -varlığı ve gücü kendinden menkul, ama gürültücülüğü de pek malum!- bir ‘aydınlar oligarşisi’nin dışında kalıp, sessizliğin sesi olarak çalışmayı sürdürmeyi seçmiş birine basının ilgisizliğinin nedeni nasıl açıklanabilir diye epey düşündüm. İnsan, söyledikleri ve yazdıkları kadar, çevirdiklerinin de arkasında durmayı göze alabilmeli. Stefan Zweig’ın “Erasmus” biyografisini çevirirken yazarın hümanistlerin en büyüğü için kullandığı “Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnız…” nitelendirmesini kendi uğraşım bağlamında da bir yazgı olarak benimseyen, ben değil miydim? Yalnızlık ve yalnız bırakılmak, kimi yaşamlarda sadece bir durum olmaktan çıkıp mutlaka ödenmesi gereken bir bedele de dönüşebilir! [email protected] İstanbul: 2010 Avrupa Kültür Başkenti! Yağõşlara teslim olmuş, dereleri taşmõş, yollarõ kilitlenmiş, evlerini su basmõş, ya- şamõ felç olmuş, yağmur yüzünden okul- larõ kapatõlmõş, insanlarõ sular altõnda ka- lõp ölmüş kentim İstanbul… “Alın görün işte 2010 kültür başkentinizi!” yazõ ve fotoğraflarõna baktõkça ben utanõyorum; acaba bu kenti yönetenler hiç utanmõyor mu? Çõrağan Sarayõ’nda Asya liderleri- ne ev sahipliği yapanlar utanmõyor mu? O yağmurlu günlerde postadan çõkan, utancõma gülümseme, acõ, ironi, kõskançlõk, sonra kahkahalarla gülme, hayranlõk, anõla- rõn keyfi, sevgi, sevinç ve saygõ katan, dev bir kitaba yumuldum… Büyük boyutlu 280 say- falõk, muhteşem bir kitap. Katalog-kitabõn adõ “Huma Kabakçı Koleksiyonu.” Anõmsayacaksõnõz. Geçen yõlõn sonunda yi- tirdiğimiz sanat koleksiyoncusu Nahit Ka- bakçı, eşsiz değerdeki koleksiyonuna, en sev- diği varlõğõn, kõzõnõn adõnõ vermişti. Onun ara- mõzdan ayrõlõşõndan sonra, o hazine Hu- ma’ya emanet… MÜKEMMELİ YAKALAYAN KATALOG Kitabõn sayfalarõnõ çeviriyorum: Türk resim, heykel ve fotoğraf sanatõnõn son 60 yõllõk serü- veninden bir kesit... 56 sanatçõdan 141 yapõt… Ön kapağõnda Erinç Seymen’in “İsimsiz” ad- lõ eseri. Arka kapağõnda Ardan Özmenoğ- lu’nun bir işi... Kitap üç dilde, Türkçe, İngiliz- ce, Almanca olarak, “Editions Braus” (Berlin) tarafõndan yayõnlanmõş. Kâğõt kalitesinden renk ayrõmõna, baskõ tekniğine tümüyle mükemmeli yakalamõş... Kitabõn yayõnlanma nedeni, “Hu- ma Kabakçı Koleksiyonu”ndan seçmelerin 2010 yõlõnda Avrupa’nõn 3 kentinde sergileniyor olmasõ... Bu üç müzeden ikisi Almanya’da, bi- ri Macaristan’da... Anõmsayõn: 2010 yõlõnda üç kent ya da bölge, Avrupa Kültür Başkenti seçilmişti. Bunlar İs- tanbul, Pecs ve Essen-Ruhr Bölgesi’ydi. Ruhr 2010 ve Pecs 2010 resmi programlarõna Huma Kabakçõ Koleksiyonu’ndan oluşan sergileri al- dõlar... İstanbul 2010 ise sergi önerisini geri çe- virdi. Ah benim zavallõ çelişkiler ülkem, kendini ha bire arkadan vuran, kendine kurşun sõkan ül- kem! Avrupa’daki üç sergi şöyle: Almanya’da Ha- gen Osthaus Müzesi (9 Mayõs 2010’da açõlan ser- gi 25 Haziran’da kapanõyor.) Goslar Monchehaus Müzesi (sergi tarihi: 8 Ağustos- 19 Eylül 2010) ve Macaristan’da Pecs Uluslararasõ Modern Macar Gallery’de (8 Ekim- 22 Kasõm 2010). Kitabõn önsözünde üç kurumun müdürlerinin imzasõ var. Ortak yazõlarõnda iki noktaya dikkati çekiyorlar: Hem çok geniş bir yelpazeye yayõ- lan serginin olağanüstü cazibesine, hem de Na- hit Kabakçõ’nõn koleksiyonculuğuna... Nahit Kabakçõ’nõn özellikle genç sanatçõlara verdiği önem vurgulanõyor. “Koleksiyonun daha genç sanatçılara yö- nelik bu açılımı, kızı Huma tarafından da sür- dürülüyor. Koleksiyonun gelecekteki gelişi- mini keyifle bekliyoruz.” (Ben de, ben de, ke- yifle ve merakla diye ekliyorum…) BOŞA GİTMEYEN ÇABA Hagen Osthaus Müzesi Müdürü Tayfun Belgin’in “Türklerin Yolu - İslami Kitap Resimlerinden Gü- nümüzün Resim Sanatına” başlõklõ geniş kapsamlõ yazõsõ başlangõcõndan günümüze resim tarihimiz üzerine bir ders niteliğinde… Fikret Mualla, Sabri Berkel, Ci- hat Burak, Aliye Berger, Abidin Di- no, Nuri İyem, Erol Akyavaş’tan başlayõp Sarkis, Yüksel Arslan, Aza- de Köker, Selma Gürbüz’den geçe- rek Burcu Perçin, Güçlü Öztekin, Hayal İncedoğan’a ve daha nicelerine uzanan bir seçki… Koleksiyonda ve sergide Ara Gü- ler fotoğraflarõ önemli bir yer tutuyor. Goslar Monchehaus Müzesi Müdürü Bettina Ruhrberg “İstanbul’un İç Gözü” başlõklõ yazõsõnda, Orhan Veli’nin “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” şiirini alõntõlayõp şöyle diyor. “Ara Güler’in fotoğraflarından bazıla- rı, Türk şairinin İstanbul’a yönelik ilan-ı aşkında/saygı ifadesinde bir ses kazan- dırdığı içsel gözün görselleştirilmesi gibi- dir adeta...” Katalog kitapta beni yüreğimden yakalayan bir de Huma Kabakçõ’nõn yazõsõ var. “Babam Nahit Kabakçı yalnızca sevgi dolu bir ba- ba, sadık ve vefalı bir insan, büyük bir işa- damı değil, aynı zamanda benzersiz bir viz- yonu olan bir sanat koleksiyoncusuydu. Bir koleksiyonun en az dört kuşak boyunca ak- tarılması gerektiğine inanırdı” diye başlayõp sorumluluğunun bilincinde olmasõyla süren bir yazõ. “Şimdi bana düşen görev, (babamın) 2010 Kültür Başkentlerine kabul edilecek ni- telikte bir koleksiyon yaratmak için sarf et- miş olduğu bütün çabalarının ve girişimleri- nin boşa gitmemesini sağlamak.” “Daha şimdiden boşa gitmediğini görüyo- ruz” dedikten sonra, genç Huma Kabakçõ’ya, bu “bayrak yarışında”, bu maratonda güç, ce- saret, sabõr diyorum; başta Ruhr 2010 ve Pecs 2010 olmak üzere sergilere ve kataloğa emeği geçen herkesi kutluyorum. [email protected] Faks: 0212 - 257 16 50 İstanbul 2010 reddetti, Ruhr 2010 ve Pecs 2010 kucakladõ… ÜçdildeHumaKabakçõKoleksiyonu Nahit Kabakçı ve kızı Huma Kabakçı, Venedik 2009. (Fotoğraf: Tayfun Belgin) Kültür Servisi - Ankara Üniversitesi, uluslararasõ katõ- lõmla gerçekleştirdiği Resim ve Heykel Sempozyumu’nun 5.’sini 14-26 Haziran tarihleri arasõnda Tandoğan Yerleşke- si’nde yer alan Sanat Galeri- si’nde gerçekleştirecek. 2005 yõlõndan bu yana düzenlenen ve 1936 yõlõndan beri oluşturduğu koleksiyonuna Türk resim ve heykel sanatõndan ustalarõn eserlerini kazandõran Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nce, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte- si Sanat Tarihi Bölümü tarafõn- dan organize edilen sempozyu- ma bu yõl İbrahim Çiftçi, Ek- rem Kahraman, Habip Ay- doğdu, Adrian Martınez, Adem Genç, Saim Erken, Onay Akbaş, Aysel Alver, Oğuzhan Demir, Bünyamin Özgültekin katõlacak. 150x150 cm boyutlarõndaki tu- vallerin atölye ortamõnda çağ- daş resimlere dönüştüğünü be- lirten Prof. Dr. Kıymet Giray düzenledikleri sempozyum için, “Dünyanın ve Türki- ye’nin sanatçıları bir arada aynı atölye ortamında çalışa- cak, sanat ve kültür üzerine konuşmalar yapacaklar. Sempozyumun amacı üni- versitemizin gençlerinin sa- nat eserlerinin seçkin ve saygın ortamından yararla- narak öğrenim görmelerini sağlamak” dedi. Sempozyum geçmişten bugüne aralarõnda Mustafa Ata, Zahit Büyükiş- leyen, Yusuf Taktak, Oktay Anılanmert, Henk Lassche, Antero Kare, İvan Tsıskad- ze’õn da bulunduğu farklõ ül- kelerden birçok sanatçõyõ bir araya getirdi. ‘Dünyanõn sanatçõlarõ bir arada’ ANKARA RESİM ve HEYKEL SEMPOZYUMU LANG LANG İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ’NDE Kültür Servisi - New York Ti- mes’õn “Klasik müzik gezegeninin en ateşli sanatçısı” ilan ettiği Çin- li piyanist Lang Lang, Uluslarara- sõ İstanbul Müzik Festivali’ndeki konseri öncesinde düzenlenen basõn toplantõsõnda “Lang Lang etki- si”nden bir “stil ikonu” olarak ni- telenmesine kadar pek çok konuya değindi. 27 yaşõndaki piyanistin 2008 Pe- kin Olimpiyat Oyunlarõ’nõn açõlõş tö- renindeki performansõnõn ardõndan 40 milyon Çinli çocuğun klasik pi- yano eğitimi almaya başlamasõ, mü- zik literatürüne “Lang Lang etki- si” olarak girmişti. “Gencim, o yüzden de yaşıma uygun kıyafet giymeyi seviyorum. İzleyici kitlem karma bir grup ama yine de izleyici kitlem pop, rock müzik takip edenlerden fark- lı. Klasik müzik herkesi mutlu edebilecek bir müzik.” “Müzisyen olarak çok şanslıyız çünkü çaldığımız parçalar çok uzun süredir var. Bizim için önem- li olan, onları yeniden anlamak ve müziğin anını yeniden yaratabil- mek. Bestecinin zihniyetini öğren- mek şart.” “Chopin’in 24. Etüdü ile ilgili bir animasyon film yapıyoruz, önü- müzdeki yıl gösterilecek. Filmdeki dört oyuncudan biriyim, çekimler yeni bitti. Piyano sihirli bir uçan makineye dönüşüyor. Çocuklar bu makine ile uçuyorlar ve bütün dünyaya Chopin’i tanıtıyorlar. Londra, Paris, Çin’e gidiyorlar. Kim bilir, belki İstanbul’a da uğ- ruyorlardır! Arkada bütün Chopin etüdlerini duyabiliyorsunuz. Ben Chopin ile bir düet yapıyorum.” ‘Klasik müzik herkesi mutlu eder’ David Grossman’a barış ödülü BERLİN (AA) - İsrailli yazar ve gazeteci David Grossman, Alman Yayõncõlar Birliği’nin bu yõlki Barõş Ödülü’ne layõk görüldü. Alman Yayõncõlar Birliği tarafõndan dün Berlin’de başlayan Kitap Günleri çerçevesinde yapõlan açõklamada, İsrail ve Filistinliler arasõnda yakõnlaşma sağlanmasõ için harcadõğõ çabalardan dolayõ Grossman’õn Barõş Ödülü’ne layõk görüldüğü bildirildi. Açõklamada, Grossman’õn, roman ve hikâyelerinde, sadece kendisinin değil, farklõ düşünen insanlarõn duygu ve düşüncelerini de anlamaya ve yansõtmaya çalõştõğõ kaydedildi. Grossman, ödülünü ekim ayõnda düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarõ’nõn sonunda Paulskirche adlõ kilisede düzenlenecek törenle alacak. Orange Edebiyat Ödülü Kingsolver’ın Kültür Servisi - İngiltere’nin en prestijli edebiyat ödüllerinden “Orange Edebiyat Ödülü”, “The Lacuna” romanõyla ABD’li yazar Barbara Kingsolver’õn oldu. Jüri, ödül sebebine dair yaptõğõ açõklamada, kitabõn “nefes kesici olduğunu ve dokunaklõ anlardan oluştuğunu” belirtti. Daha önce PEN/Faulkner ve Pulitzer ödüllerine de aday gösterilen 55 yaşõndaki Kingsolver’õn “The Poisonwood Bible” kitabõ da 1999 yõlõnda bu ödülün adaylarõ arasõnda yer almõştõ. Orange Edebiyat Ödülü, İngiliz dilinde ve İngiltere’de yayõmlanmõş, kadõn yazarlara ait romanlara veriliyor. Müze çok, ziyaretçi yok ANKARA (ANKA) - Kültür ve Turizm Bakanlõğõ tarafõndan açõklanan müze ziyaretçi istatistiklerine göre Anadolu’daki bazõ müzeler, ücretsiz olmalarõna rağmen 2010 yõlõ Ocak-Mayõs aylarõ içinde hiç ziyaretçi çekemedi. Ziyaretçi sayõlarõ sõfõr olarak görünen bu müzelerin arasõnda “Bitlis Ahlat Müzesi” ve “Bitlis Etnoğrafya Müzesi”, Malatya’nõn tek müzesi olan “Malatya Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi”, “Rize Müzesi” ve “Rize Atatürk Evi Müzesi”, “Çorum Boğazköy Müzesi”, “Van Müzesi” ve “Samsun Atatürk Müzesi” var. Bakanlõk yetkilileri, ziyaretçi sayõlarõnõn sõfõr görünmesinin nedeni olarak, söz konusu müzelerden düzenli veri alõnamamasõnõ gösteriyor.  Aya İrini Müzesi’nde saat 20.00’de şef Cem Mansur yönetimindeki Akbank Oda Orkestrasõ “Schumann & Pärt’e Saygõ.” İSTANBUL MÜZİKFESTİVALİ’NDE BUGÜN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle