Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
PENCERE
Lafız ve Ya Hafız!..
Kimdir hafız?..
Kuran’ı tümüyle ezberleyen kişiye hafız denir
ki bu işin başlangıcı İslamın çıkışıyla bağıntılı...
14 yüzyıl önce Arabistan çöllerinde okur-
yazar kişiyi ara ki bulasın...
Aradan yaklaşık dokuz yüzyıl geçecek,
Avrupa’nın göbeğinde Gutenberg adında bir
kefere çıkacak, matbaayı bulacak ki kitaplar
çoğaltılıp elden ele geçebilsin, tezgâhlarda
satılabilsin...
İsa’dan sonra 600’üncü yılda Mekke ile
Medine dolayında belleği güçlü olmak,
Tanrı’nın bir insana verebileceği pahalı
armağan gibiydi...
Okur yazar; devede kulak, el yazması kitap
altın pahası, Kuran nasıl yayılacak?..
Hafızlarla...
Müslümanlıkta hafızın değeri o çağın
koşullarıyla beslenip büyüyor.
Hem Kuran yalnız öteki dünyanın kitabı
değil, yaşamın ta kendisi!..
Müslüman; devlette, mirasta, ailede,
alışverişte, alacakta, borçta, evlenmede,
yatakta, yemekte, hayatın her aşamasında ve
ayrıntısında Kuran’ın düzenlediği koşullara
bağlıyken hafızın önemi anlaşılabilir...
Peki, okuma-yazma yaygınlaştıktan, Kuran
basılıp çoğaltıldıktan, her dile çevrilip her
ulustan insanların anlayabileceği bir kitaba
dönüştükten sonra hafızlığın anlamı nasıl
açıklanabilir?..
Tek sözcükle:
Gelenek!..
Günümüzde ülkemizi saran ‘Kuran ve hafız
kursları’nda kaç çocuğumuz hafızlaşıyor?..
El kadar çocuğumuzu, Kuran’ı başından
sonuna ezberlemek yolunda neden
zorluyoruz?..
Yanıt yine tek sözcük:
Görenek!..
Kuran ve hafız kurslarıyla imam ve hatip
okullarına kimsenin diyeceği olamaz. Ne var ki
çocukları küçük yaştan “eti senin, kemiği
benim” diye kimse kimseye teslim edemez.
Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde ve hiçbir
demokrat devletinde küçüklerin yazgısı
başıboş bırakılamaz.
İmamlık bir meslek mi?..
Ya hafızlık?..
İslamda her yetişkin erkek imamlık işlevini
yerine getirebilir, çünkü Müslümanlıkta
biçimden çok içerik önemli, laftan çok inanç
geçerlidir.
İmamlığı ömrü billah Müslümanlara hizmet
için gönülden yapmak isteyenlerin, bağımsız
istençleriyle karara varıp, bu yoldaki meslek
okullarına erişkin yaşta özgürce yönelmeleri
doğal sayılmalı...
Yetmiş yıllık Cumhuriyet tarihinde,
ibadetinden ötürü en küçük bir baskıya
uğramış bir tek Müslüman yoktur. Tapınmanın
özgürlüğü, bütün tarihimiz süresinde, en çok
Cumhuriyet döneminde kutsal sayıldı.
Ama İslamı politikaya alet etmek isteyen
çifte kimlikli Müslümana da özgürlük verilmedi.
Çünkü dini politikaya alet etmek, dine
saygısızlıktır, aşağılıktır; laiklik, dinsel
özgürlüğün güvencesi; demokrasinin ‘olmazsa
olmaz’ koşuludur.
2000’e 2.5 kala, Türkiye’de Müslümanlık,
Refahçıların saldırısı altındadır.
Ülkemizde bugün İslamın özgürlüğünü
savunanlar, dinciler değildir...
Laiklerdir.
(25 Temmuz 1997 tarihli yazısı)
9
5. yõlõnõ kutladõğõmõz Ça-
nakkale Savaşlarõ zaferi-
nin en önemli sonuçla-
rõndan bir tanesi, kişisel
olarak Churchill’in ve
ülkesel olarak da İngiltere’nin ba-
şõnõ yediğidir. Zira, Çanakkale’de
Mustafa Kemal ve Türk ordusu
karşõsõnda tam bir düş kõrõklõğõ ya-
şayan İngiltere savaş sonunda dün-
yanõn stratejik ağõrlõk merkezi olan
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz hav-
zasõndaki üstünlüğünü Amerika’ya
kaptõrmõş; Churchill ise görevini bõ-
rakmak zorunda kalmõştõr. İngi-
lizlerin Çanakkale’de yaşadõğõ bu
düş kõrõklõğõ, savaşa Akdeniz Seferi
Ordularõ Başkomutanõ olarak katõ-
lan İngiliz General Ian Hamil-
ton’õn anõlarõnda açõk bir biçimde
görülmektedir.
18 Mart 1915 saat 10.00’da müt-
tefik ordularõ boğaz kõyõlarõndaki
tabyalara ateş açtõğõnda Hamilton,
ordusundan emindi. “Boğaza giren
gemilerimizin müthiş salvoları
gökleri titretiyor. Queen Elisabeth
zırhlısı ağır yolla manevra yapa-
rak boğazın dar koyunda topla-
rından Türklere tonlarca cehen-
nem ateşi yağdırıyor. Alçıtepe
alev ve duman içinde... Ancak
Türk bataryalarından tek bir ce-
vap yok!” Gerçekten Türk topçusu
bu atõşlara cevap vermiyordu, zira
müttefik gemileri menzil dõşõnday-
dõ. Hatta bu durumdan cesaret alan
Fransõz gemileri ileri bile atõlmõş-
lardõ. Ancak yine Hamilton’õn ifa-
desiyle; “Saat 16.00’da Tekke
Burnu’nu döndük ve birdenbire
dehşet içinde kaldık... Cehennemi
bir ateşin ortasındayız. Dev zırh-
lılarımızın ağır topları hep bir
ağızdan alev saçıyor. Yer gök
birbirine giriyor. Türklerin gizli
seyyar toplarının mermileri bo-
ğazın her iki yakasından yağmur
gibi tepemize yağıyor.” Ama Ha-
milton için asõl şaşkõnlõk saat 13.45
dolaylarõnda yaşandõ.
Müttefik donanma
boğazı geçemedi
İlk önce Fransõz zõrhlõsõ Bouvet,
daha sonra da kendi donamasõnõn en
gözde zõrhlõlarõndan bir tanesi olan
Inflexible, Nusrat mayõn gemisinin
döşemiş olduğu mayõnlara çarptõlar.
Hamilton’õn ifadesiyle Bouvet,
“küvvete fırlatılmış bir fincan ta-
bağı suda nasıl kayıp giderse dev
zırhlı da boğazın sularında öyle
yok olup gitmişti.” Inflexible ise 45
derece yan yatmõş, batõyordu...
Olay izleyen Hamilton “Kanımız
donmuş, bakışlarımız donuklaş-
mıştı. Gözlerimizi gemiye dik-
miş, batıp batmadığını anlamaya
çalışıyorduk. Mürettebat ana gü-
vertede toplandı ve gemiyi terk et-
ti. (...) Maalesef batmıştı... Kor-
kunç bir şaşkınlık ve ilk kurba-
nımızdı.” Müttefik donanmasõ 18
Mart’ta boğazõ geçemedi ve geri
Bozcaada açõklarõna döndü. Do-
nanmanõn dönüşünü Hamilton şöy-
le anlatõyordu: “Dev cüsseli mağ-
rur gemilerimizden, boğazın her
iki yakasına da hışımla saldıran o
koca filodan meydana gelen kor-
tej, şimdi tabut nakleden bir ce-
naze arabasının arkasından gider
gibiydi.”
Çanakkale denizden geçileme-
mişti ve Londra’dan gelen emirler
kara harekâtõna başlanmasõ yönün-
deydi. 24-25 Nisan gecesi çõkartma
ve arkasõndan kara savaşlarõ başla-
dõ. Hamilton aynen 18 Mart günü sa-
bahõ olduğu gibi yine kendinden
emindi:
“Harekât planımız Türkler üze-
rinde tam öldürücü bir etki ya-
pacaktır. Toplarımız, hayatı tem-
sil eden her varlığı öldürmek için
yeri göğü inletecek ve Türkler ge-
ri çekilmek için bile vakit bula-
mayacaklardır... Çanakkale ge-
çilmezmiş! Göreceğiz bakalım,
göreceğiz!..” Saat 5.15 civarõnda fi-
likalar dolusu İngiliz askeri Geli-
bolu’ya ayak bastõ.
Queen Elisabeth’in güvertesin-
den dürbünle çõkartmayõ izleyen
Hamilton, “Karaya ulaşanlar sa-
hil boyunca mevzileniyorlar...
Bravo... Çok başarılı bir çıkart-
ma yaptık ve bu bir gerçek” de-
mek suretiyle ordusuyla övün-
mektedir.
Müttefikler çõkartmayõ giderek
yoğunlaştõrdõlar ve yarõm adaya
yaklaşõk 30 bin kişilik bir kuvvet çõ-
kardõlar. Hamilton ordusuna güve-
niyordu ve mutluydu:
“Artık Türk toprakları üzerin-
deyiz... Türkler çok cesurlar ve gö-
rüldükleri yerde korku saçıyorlar.
Ancak dünyada bizim askerleri-
mizden daha iyi yetiştirilmiş asker
yoktur. Bizimkiler askerliğin ru-
huna vâkıftırlar ve tam bu meslek
için yaratılmışlardır. Belki de
hepsi ölecektir ama Türkleri de
yola getireceklerdir.” Böylesine bir
gönül rahatlõğõ içinde olan Hamilton
artõk zaferden emindi:
“Şifreli anahtarımızı Helles (İl-
yas) Burnu’nun yüzyıllardır pas-
lı ve tozlu bir şekilde duran kili-
dine soktuk... Kanla, ateşle ve
ölümle çıktığımız bu topraklarda
ne pahasına olursa olsun kalıp za-
fere ulaşacağız” diyor ve “Tanrım
o kilidi açmak için bize kuvvet
ver... Ta ki kapı açılsın ve İngiliz
İmparatorluğunun zırhlıları bo-
ğazı geçip Haliç’e ulaşsın” diye dua
ediyordu.
Karada kan gövdeyi götürürken
“Çarpışma devam edecek ve bir-
likler hayatta kalmak için dövü-
şecekler... Onları can pazarında
bıraktım... Belki hiçbiri bir daha
İngiltere’ye dönemeyecek... Ama
ben uyumalıyım... Başka ne ya-
pabilirim ki?” deyip uykuya dalõ-
yordu.
Uyumayan komutan
Ancak Çanakkale’de uyumayan
bir komutan vardõ: Mustafa Ke-
mal... Moorhead’õn dediği gibi M.
Kemal’in orada bulunmasõ Hamil-
ton’õn en büyük şansõzlõğõydõ.
Yarbay M. Kemal, savaşõn en
can alõcõ anõnda, o korkunç önsezi-
si ile tarihe geçen emrini vererek sa-
vaşõ Türklerin lehine çevirmişti.
Nihayet 1 Mayõs’õ 2 Mayõs’a bağ-
layan gece Hamilton’õn deyişiyle
“Türklerin Allah Allah bağrışları
altında o korkunç saldırısı başla-
dı... Bizimkiler hurra diye karşı-
lık veriyorlardı... Şaşkınlıktan
kurtulamıyordum... Zifiri ka-
ranlıkta ve gemide iki elim bağlı
sadece savaşanların bağırışlarını
dinledim... Türklerin taarruzuna
dayanamadığımızı ertesi gün öğ-
rendim.”
Son bir deneme
Savaş, Arõburnu çõkartmasõnõn
başarõsõzlõğa uğramasõndan sonra
bir siper savaşlarõ haline dönmüş ve
eski şiddetini nispeten kaybetmişti.
Bu süre içinde İngilizler kuvvetle-
rini pekiştirmişler, 25 bin kişilik ye-
ni bir kuvveti savaşa dahil etmiş-
lerdi. Henüz pes etmeyen Hamil-
ton’õn dualarõndan da anlaşõlacağõ
üzere, niyetleri son bir deneme yap-
maktõ.
Şöyle diyordu Hamilton: “Yar-
dımına sığındığımız Tanrım..
Senden pek ender bir dilekte
bulunuyorum... Biz bu kayalık-
larda Osmanlı sultanının kara
kalbine hançerimizi sapladık.
Hançer eti henüz deldi ve yara-
sından yeni yeni kan akmaya
başladı. Her gün ölümden kur-
tulmak için debeleniyor. Şimdi
çok uzun bir zamandır bekledi-
ğimiz bir günün arifesindeyiz. 6
Ağustos günü güneyden taarru-
za geçeceğiz.” İlk başta Hamil-
ton’õn dualarõnõn kabul edildiğini
söylemek mümkündür.
Zira 8 Ağustos tarihinde, kara ve
deniz topçusunun attõğõ 15 bin mer-
minin desteği ile İngiliz ordusu
Conkbayõrõ tepesini ele geçirmişti.
Yüzü gülen Hamilton hayal gör-
meye başlamõş ve “Türk ordusu-
nu boğazından yakaladığını ve
General Hamilton’õn Yaşadõğõ Düş Kõrõklõğõ...
Prof. Dr. Turgut TURHAN
Müttefikler çõkartmayõ giderek yoğunlaştõrdõlar ve yarõm adaya
yaklaşõk 30 bin kişilik bir kuvvet çõkardõlar. Hamilton ordusuna
güveniyordu ve mutluydu: “Artõk Türk topraklarõ üzerindeyiz... Türkler
çok cesurlar ve görüldükleri yerde korku saçõyorlar. Ancak dünyada
bizim askerlerimizden daha iyi yetiştirilmiş asker yoktur. Bizimkiler
askerliğin ruhuna vâkõftõrlar ve tam bu meslek için yaratõlmõşlardõr.
Belki de hepsi ölecektir ama Türkleri de yola getireceklerdir.”
SAYFA CUMHURİYET 18 MART 2010 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
İngiliz donanmasını İs-
tanbul önlerindeki si-
lüetini gözünün önüne
getirmeye” başlamõştõ.
Ama şanssõzlõk bu ya,
Anafartalar Cephesi
Grup Komutanlõğõ’na
atanan Mustafa Kemal
yine karşõsõna çõkmõştõ.
Haftalardõr yatak yüzü
görmeyen, bir siperden
diğerine koşan, askerin
devamlõ yanõnda olan,
üç aydõr kan, barut ve
kokmuş ceset kokusu te-
neffüs ederek neredeyse
sağlõğõnõ kaybetmiş olan
Mustafa Kemal, o ha-
liyle sabaha karşõ geldi-
ği cephede yaptõğõ kõsa
bir toplantõdan sonra 10
Ağustos’ta gerçekleşti-
rilen meşhur taarruzu
yöneterek Conkbayõrõ te-
pesini geri almõş ve İn-
gilizleri kovalamõştõ.
Hamilton artõk pes et-
miş ve bu hücumu anõ-
larõna şu şekilde kay-
detmişti: “Bu kutsal hü-
cumda ezici düşman
yığını tepeden aşağı sel
gibi inerek birliklerimi
silip süpürdü... Gene-
rallerin er saflarında
dövüştüğü, erlerin el-
lerindeki silahları bı-
rakıp gırtlak gırtlağa
boğuştuğu bir çarpış-
maydı bu... Türkler
Tanrı’nın adını ana-
rak şahane bir şekilde
dövüşüyorlardı...”
Hamilton yanõlõyor-
du... Bu hücum esnasõn-
da eratõn önünde savaşa
katõlan bir general yok-
tu. Ama artõk albaylõğa
yükseltilmiş olan ve hü-
cumdan önce askerlerine
yaptõğõ konuşmada, “Ev-
vela ben ileri gideyim.
Siz, ben kırbacımla işa-
ret verdiğim zaman
hep birden ileri atılır-
sınız” diyerek askerleri-
nin önünde giden bir
Mustafa Kemal vardõ.
Hamilton’õn ifadesiyle
“İngilizlerin eline çok
iyi bir şans geçmişti
ama Osmanlı Banka-
sı’nı soyamamışlardı!”
İngilizlerin Çanakka-
le’den çekilirken Ha-
milton’õn halefi General
Monro’ya söylediği son
söz ise “Çok başarılı
bir çekilme yaptık!”
olmuştu..
Nereden nereye değil
mi? İngiliz ordusunun
Çanakkale’de düştüğü
acõklõ durumu ve Ha-
milton’õn yaşadõğõ ha-
yal kõrõklõğõnõ bundan
daha iyi anlatan bir söz
bulabilmek herhalde
mümkün değildir.