25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B PENCERE Lafız ve Ya Hafız!.. Kimdir hafız?.. Kuran’ı tümüyle ezberleyen kişiye hafız denir ki bu işin başlangıcı İslamın çıkışıyla bağıntılı... 14 yüzyıl önce Arabistan çöllerinde okur- yazar kişiyi ara ki bulasın... Aradan yaklaşık dokuz yüzyıl geçecek, Avrupa’nın göbeğinde Gutenberg adında bir kefere çıkacak, matbaayı bulacak ki kitaplar çoğaltılıp elden ele geçebilsin, tezgâhlarda satılabilsin... İsa’dan sonra 600’üncü yılda Mekke ile Medine dolayında belleği güçlü olmak, Tanrı’nın bir insana verebileceği pahalı armağan gibiydi... Okur yazar; devede kulak, el yazması kitap altın pahası, Kuran nasıl yayılacak?.. Hafızlarla... Müslümanlıkta hafızın değeri o çağın koşullarıyla beslenip büyüyor. Hem Kuran yalnız öteki dünyanın kitabı değil, yaşamın ta kendisi!.. Müslüman; devlette, mirasta, ailede, alışverişte, alacakta, borçta, evlenmede, yatakta, yemekte, hayatın her aşamasında ve ayrıntısında Kuran’ın düzenlediği koşullara bağlıyken hafızın önemi anlaşılabilir... Peki, okuma-yazma yaygınlaştıktan, Kuran basılıp çoğaltıldıktan, her dile çevrilip her ulustan insanların anlayabileceği bir kitaba dönüştükten sonra hafızlığın anlamı nasıl açıklanabilir?.. Tek sözcükle: Gelenek!.. Günümüzde ülkemizi saran ‘Kuran ve hafız kursları’nda kaç çocuğumuz hafızlaşıyor?.. El kadar çocuğumuzu, Kuran’ı başından sonuna ezberlemek yolunda neden zorluyoruz?.. Yanıt yine tek sözcük: Görenek!.. Kuran ve hafız kurslarıyla imam ve hatip okullarına kimsenin diyeceği olamaz. Ne var ki çocukları küçük yaştan “eti senin, kemiği benim” diye kimse kimseye teslim edemez. Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde ve hiçbir demokrat devletinde küçüklerin yazgısı başıboş bırakılamaz. İmamlık bir meslek mi?.. Ya hafızlık?.. İslamda her yetişkin erkek imamlık işlevini yerine getirebilir, çünkü Müslümanlıkta biçimden çok içerik önemli, laftan çok inanç geçerlidir. İmamlığı ömrü billah Müslümanlara hizmet için gönülden yapmak isteyenlerin, bağımsız istençleriyle karara varıp, bu yoldaki meslek okullarına erişkin yaşta özgürce yönelmeleri doğal sayılmalı... Yetmiş yıllık Cumhuriyet tarihinde, ibadetinden ötürü en küçük bir baskıya uğramış bir tek Müslüman yoktur. Tapınmanın özgürlüğü, bütün tarihimiz süresinde, en çok Cumhuriyet döneminde kutsal sayıldı. Ama İslamı politikaya alet etmek isteyen çifte kimlikli Müslümana da özgürlük verilmedi. Çünkü dini politikaya alet etmek, dine saygısızlıktır, aşağılıktır; laiklik, dinsel özgürlüğün güvencesi; demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ koşuludur. 2000’e 2.5 kala, Türkiye’de Müslümanlık, Refahçıların saldırısı altındadır. Ülkemizde bugün İslamın özgürlüğünü savunanlar, dinciler değildir... Laiklerdir. (25 Temmuz 1997 tarihli yazısı) 9 5. yõlõnõ kutladõğõmõz Ça- nakkale Savaşlarõ zaferi- nin en önemli sonuçla- rõndan bir tanesi, kişisel olarak Churchill’in ve ülkesel olarak da İngiltere’nin ba- şõnõ yediğidir. Zira, Çanakkale’de Mustafa Kemal ve Türk ordusu karşõsõnda tam bir düş kõrõklõğõ ya- şayan İngiltere savaş sonunda dün- yanõn stratejik ağõrlõk merkezi olan Ortadoğu ve Doğu Akdeniz hav- zasõndaki üstünlüğünü Amerika’ya kaptõrmõş; Churchill ise görevini bõ- rakmak zorunda kalmõştõr. İngi- lizlerin Çanakkale’de yaşadõğõ bu düş kõrõklõğõ, savaşa Akdeniz Seferi Ordularõ Başkomutanõ olarak katõ- lan İngiliz General Ian Hamil- ton’õn anõlarõnda açõk bir biçimde görülmektedir. 18 Mart 1915 saat 10.00’da müt- tefik ordularõ boğaz kõyõlarõndaki tabyalara ateş açtõğõnda Hamilton, ordusundan emindi. “Boğaza giren gemilerimizin müthiş salvoları gökleri titretiyor. Queen Elisabeth zırhlısı ağır yolla manevra yapa- rak boğazın dar koyunda topla- rından Türklere tonlarca cehen- nem ateşi yağdırıyor. Alçıtepe alev ve duman içinde... Ancak Türk bataryalarından tek bir ce- vap yok!” Gerçekten Türk topçusu bu atõşlara cevap vermiyordu, zira müttefik gemileri menzil dõşõnday- dõ. Hatta bu durumdan cesaret alan Fransõz gemileri ileri bile atõlmõş- lardõ. Ancak yine Hamilton’õn ifa- desiyle; “Saat 16.00’da Tekke Burnu’nu döndük ve birdenbire dehşet içinde kaldık... Cehennemi bir ateşin ortasındayız. Dev zırh- lılarımızın ağır topları hep bir ağızdan alev saçıyor. Yer gök birbirine giriyor. Türklerin gizli seyyar toplarının mermileri bo- ğazın her iki yakasından yağmur gibi tepemize yağıyor.” Ama Ha- milton için asõl şaşkõnlõk saat 13.45 dolaylarõnda yaşandõ. Müttefik donanma boğazı geçemedi İlk önce Fransõz zõrhlõsõ Bouvet, daha sonra da kendi donamasõnõn en gözde zõrhlõlarõndan bir tanesi olan Inflexible, Nusrat mayõn gemisinin döşemiş olduğu mayõnlara çarptõlar. Hamilton’õn ifadesiyle Bouvet, “küvvete fırlatılmış bir fincan ta- bağı suda nasıl kayıp giderse dev zırhlı da boğazın sularında öyle yok olup gitmişti.” Inflexible ise 45 derece yan yatmõş, batõyordu... Olay izleyen Hamilton “Kanımız donmuş, bakışlarımız donuklaş- mıştı. Gözlerimizi gemiye dik- miş, batıp batmadığını anlamaya çalışıyorduk. Mürettebat ana gü- vertede toplandı ve gemiyi terk et- ti. (...) Maalesef batmıştı... Kor- kunç bir şaşkınlık ve ilk kurba- nımızdı.” Müttefik donanmasõ 18 Mart’ta boğazõ geçemedi ve geri Bozcaada açõklarõna döndü. Do- nanmanõn dönüşünü Hamilton şöy- le anlatõyordu: “Dev cüsseli mağ- rur gemilerimizden, boğazın her iki yakasına da hışımla saldıran o koca filodan meydana gelen kor- tej, şimdi tabut nakleden bir ce- naze arabasının arkasından gider gibiydi.” Çanakkale denizden geçileme- mişti ve Londra’dan gelen emirler kara harekâtõna başlanmasõ yönün- deydi. 24-25 Nisan gecesi çõkartma ve arkasõndan kara savaşlarõ başla- dõ. Hamilton aynen 18 Mart günü sa- bahõ olduğu gibi yine kendinden emindi: “Harekât planımız Türkler üze- rinde tam öldürücü bir etki ya- pacaktır. Toplarımız, hayatı tem- sil eden her varlığı öldürmek için yeri göğü inletecek ve Türkler ge- ri çekilmek için bile vakit bula- mayacaklardır... Çanakkale ge- çilmezmiş! Göreceğiz bakalım, göreceğiz!..” Saat 5.15 civarõnda fi- likalar dolusu İngiliz askeri Geli- bolu’ya ayak bastõ. Queen Elisabeth’in güvertesin- den dürbünle çõkartmayõ izleyen Hamilton, “Karaya ulaşanlar sa- hil boyunca mevzileniyorlar... Bravo... Çok başarılı bir çıkart- ma yaptık ve bu bir gerçek” de- mek suretiyle ordusuyla övün- mektedir. Müttefikler çõkartmayõ giderek yoğunlaştõrdõlar ve yarõm adaya yaklaşõk 30 bin kişilik bir kuvvet çõ- kardõlar. Hamilton ordusuna güve- niyordu ve mutluydu: “Artık Türk toprakları üzerin- deyiz... Türkler çok cesurlar ve gö- rüldükleri yerde korku saçıyorlar. Ancak dünyada bizim askerleri- mizden daha iyi yetiştirilmiş asker yoktur. Bizimkiler askerliğin ru- huna vâkıftırlar ve tam bu meslek için yaratılmışlardır. Belki de hepsi ölecektir ama Türkleri de yola getireceklerdir.” Böylesine bir gönül rahatlõğõ içinde olan Hamilton artõk zaferden emindi: “Şifreli anahtarımızı Helles (İl- yas) Burnu’nun yüzyıllardır pas- lı ve tozlu bir şekilde duran kili- dine soktuk... Kanla, ateşle ve ölümle çıktığımız bu topraklarda ne pahasına olursa olsun kalıp za- fere ulaşacağız” diyor ve “Tanrım o kilidi açmak için bize kuvvet ver... Ta ki kapı açılsın ve İngiliz İmparatorluğunun zırhlıları bo- ğazı geçip Haliç’e ulaşsın” diye dua ediyordu. Karada kan gövdeyi götürürken “Çarpışma devam edecek ve bir- likler hayatta kalmak için dövü- şecekler... Onları can pazarında bıraktım... Belki hiçbiri bir daha İngiltere’ye dönemeyecek... Ama ben uyumalıyım... Başka ne ya- pabilirim ki?” deyip uykuya dalõ- yordu. Uyumayan komutan Ancak Çanakkale’de uyumayan bir komutan vardõ: Mustafa Ke- mal... Moorhead’õn dediği gibi M. Kemal’in orada bulunmasõ Hamil- ton’õn en büyük şansõzlõğõydõ. Yarbay M. Kemal, savaşõn en can alõcõ anõnda, o korkunç önsezi- si ile tarihe geçen emrini vererek sa- vaşõ Türklerin lehine çevirmişti. Nihayet 1 Mayõs’õ 2 Mayõs’a bağ- layan gece Hamilton’õn deyişiyle “Türklerin Allah Allah bağrışları altında o korkunç saldırısı başla- dı... Bizimkiler hurra diye karşı- lık veriyorlardı... Şaşkınlıktan kurtulamıyordum... Zifiri ka- ranlıkta ve gemide iki elim bağlı sadece savaşanların bağırışlarını dinledim... Türklerin taarruzuna dayanamadığımızı ertesi gün öğ- rendim.” Son bir deneme Savaş, Arõburnu çõkartmasõnõn başarõsõzlõğa uğramasõndan sonra bir siper savaşlarõ haline dönmüş ve eski şiddetini nispeten kaybetmişti. Bu süre içinde İngilizler kuvvetle- rini pekiştirmişler, 25 bin kişilik ye- ni bir kuvveti savaşa dahil etmiş- lerdi. Henüz pes etmeyen Hamil- ton’õn dualarõndan da anlaşõlacağõ üzere, niyetleri son bir deneme yap- maktõ. Şöyle diyordu Hamilton: “Yar- dımına sığındığımız Tanrım.. Senden pek ender bir dilekte bulunuyorum... Biz bu kayalık- larda Osmanlı sultanının kara kalbine hançerimizi sapladık. Hançer eti henüz deldi ve yara- sından yeni yeni kan akmaya başladı. Her gün ölümden kur- tulmak için debeleniyor. Şimdi çok uzun bir zamandır bekledi- ğimiz bir günün arifesindeyiz. 6 Ağustos günü güneyden taarru- za geçeceğiz.” İlk başta Hamil- ton’õn dualarõnõn kabul edildiğini söylemek mümkündür. Zira 8 Ağustos tarihinde, kara ve deniz topçusunun attõğõ 15 bin mer- minin desteği ile İngiliz ordusu Conkbayõrõ tepesini ele geçirmişti. Yüzü gülen Hamilton hayal gör- meye başlamõş ve “Türk ordusu- nu boğazından yakaladığını ve General Hamilton’õn Yaşadõğõ Düş Kõrõklõğõ... Prof. Dr. Turgut TURHAN Müttefikler çõkartmayõ giderek yoğunlaştõrdõlar ve yarõm adaya yaklaşõk 30 bin kişilik bir kuvvet çõkardõlar. Hamilton ordusuna güveniyordu ve mutluydu: “Artõk Türk topraklarõ üzerindeyiz... Türkler çok cesurlar ve görüldükleri yerde korku saçõyorlar. Ancak dünyada bizim askerlerimizden daha iyi yetiştirilmiş asker yoktur. Bizimkiler askerliğin ruhuna vâkõftõrlar ve tam bu meslek için yaratõlmõşlardõr. Belki de hepsi ölecektir ama Türkleri de yola getireceklerdir.” SAYFA CUMHURİYET 18 MART 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İngiliz donanmasını İs- tanbul önlerindeki si- lüetini gözünün önüne getirmeye” başlamõştõ. Ama şanssõzlõk bu ya, Anafartalar Cephesi Grup Komutanlõğõ’na atanan Mustafa Kemal yine karşõsõna çõkmõştõ. Haftalardõr yatak yüzü görmeyen, bir siperden diğerine koşan, askerin devamlõ yanõnda olan, üç aydõr kan, barut ve kokmuş ceset kokusu te- neffüs ederek neredeyse sağlõğõnõ kaybetmiş olan Mustafa Kemal, o ha- liyle sabaha karşõ geldi- ği cephede yaptõğõ kõsa bir toplantõdan sonra 10 Ağustos’ta gerçekleşti- rilen meşhur taarruzu yöneterek Conkbayõrõ te- pesini geri almõş ve İn- gilizleri kovalamõştõ. Hamilton artõk pes et- miş ve bu hücumu anõ- larõna şu şekilde kay- detmişti: “Bu kutsal hü- cumda ezici düşman yığını tepeden aşağı sel gibi inerek birliklerimi silip süpürdü... Gene- rallerin er saflarında dövüştüğü, erlerin el- lerindeki silahları bı- rakıp gırtlak gırtlağa boğuştuğu bir çarpış- maydı bu... Türkler Tanrı’nın adını ana- rak şahane bir şekilde dövüşüyorlardı...” Hamilton yanõlõyor- du... Bu hücum esnasõn- da eratõn önünde savaşa katõlan bir general yok- tu. Ama artõk albaylõğa yükseltilmiş olan ve hü- cumdan önce askerlerine yaptõğõ konuşmada, “Ev- vela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işa- ret verdiğim zaman hep birden ileri atılır- sınız” diyerek askerleri- nin önünde giden bir Mustafa Kemal vardõ. Hamilton’õn ifadesiyle “İngilizlerin eline çok iyi bir şans geçmişti ama Osmanlı Banka- sı’nı soyamamışlardı!” İngilizlerin Çanakka- le’den çekilirken Ha- milton’õn halefi General Monro’ya söylediği son söz ise “Çok başarılı bir çekilme yaptık!” olmuştu.. Nereden nereye değil mi? İngiliz ordusunun Çanakkale’de düştüğü acõklõ durumu ve Ha- milton’õn yaşadõğõ ha- yal kõrõklõğõnõ bundan daha iyi anlatan bir söz bulabilmek herhalde mümkün değildir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle