18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
T/~ itaplar Adası j \ M.SADIKASLANKARA son on yıl için- de, öykücü- lüğümüzde verimleriyle öne çıkmış, yaygınlaş- mış, okurun artık benimsediği öy- kücüler arasına katılmış ne denli ad varsa, bunların neredeyse büyük bölümünün ro- man yayımlama- ya başladığı da gözleniyor... Kim- ler kimler yok bu adlar arasında? Birkaç hafta son- ra kimi öykücü- romancılarımız üzerine karşılaş- tırmalı bir çalış- maya yer açaca- ğımdan şimdilik bu adtara girmi- yorum "Kitaplar Adası"nda. öykü- cü yazarlarımızın geçmişte de ro- mana uzandıkları, ötesinde başarılı örnekler verdikle- ri unutulabilir mi? SözgelimiHalitZi- ya Uşaklıgil, Reşat Nuri Cüntekin, Yakup Kadri Kara- osmanoğlu, Saba- hattin Ali, orhan Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılganilk ağızda anımsana- cak adlar arasın- da... Bunların ya- nı sıra 1950 Kuşa- ğının tüm yazar- lanna uzanan bir çizgide romanda da kendilerini gösteren pek çok ada ulaşabiliriz el- bette. Erdal öz, Leylâ Erbil, Tahsin Yücel, Ferit Edgü, Demirözlü.öteki- ler... Hatta sonra- sında da... öyle ya 1960-70 evre- sinde Necati To- suner, Selim lleri, Hulki Aktunç, Ne- dim Cürsel vb. anılabilir bu adlar arasında. SAYFA 20 Oykünün rahlesinden romanın kolanına...öykücülerimizin romana yönelişinde çeşitli nedenler öngörülebilir elbette. Ama bunun bir gereksinimden doğduğu çok açık. Nedenler ne olursa olsun, hiçbiri bu ölçüde il- gilendirmiyor beni diyebilirim. Beni ilgilendiren şu: öykücülerimiz, öyküde bir daralma olduğu, bir düşme yaşandığı kaygısından yola çıkarak romana yöneliyor olmasın sakın? Doğrusu buna dayanamam işte... Çünkü bir durum var; romanlar çoksatar kitaplar sıralama- sına giriyor da öykünün adı anılmıyor bunlar arasında... Bu nedenle öykücü romancıya oran- la hem okura göre gözden uzak kalıyor hem de gördüğü ilgi örtük, ötesinde sönük kalıyor... Uzun yıllar eylemli tiyatro yapmış biri olarak ti- yatronun çok önemli dalı çocuk tiyatrosu ala- nında üretimlerini sürdürenlerin yalnızca çocuk- ların sevgisini görmekten ötürü yaşadığı do- yumsuzluğa tanık olmuşumdur pek çok kez. Umarım öykücüler, romancıların yanında böyle- si doyumsuzluk örneği yaşamıyordur, ne diye- yim... Bu bağlamda son dönem roman yayımlayan öykücüler halkasına katılanlardan biri de Faruk Duman... ÖYKÜYE DÖNÜK EMEKLE ROMANA TAŞ DÖSEMEK... Faruk Duman, günümüz öykücülüğünün önemli bir adı. Onun öyküleri, bu alanda kendi- ne belirgin yer yapmış örnekler arasında göste- rilebilir kuşkusuz. Nitekim "Kitaplar Adasfnda onun bütün öyküleri üzerinde durmuştum, bu kez yalnızca romanlanna yöneleyim istiyorum... Bir yazann hüneri, ilkin dilde kendini göster- meli değil mi; sözdizimlerine giydirdiği büküm- de, tümcelerinin kıvamında, sözcüklere yükledi- ği tınıda?... İşte Faruk Duman, böylesi sorular için doğru yanıt oluşturan bir yazar... Çok geniş dil, biçem yelpazesinin, öyküleme tayfının, ezginin, rengin, uçsuz bucaksızlık da- ğannın biçimlendirdiği onca öykü kitabının ar- dından iki roman yayırnladı Faruk Duman: Pîrf (Can, ikinci basım, 2005), Kırk (Can, 2006). Daha okunurken her iki romandan da yoğun dil tadı sağılıyor. lyi ki okuyorum bu kitaplan di- ye düşünüyorsunuz. Çünkü öylesine emek ve- rerek örüntülediği bir dille yapılandınyor ki ro- manlarını yazar, bırakıyorsunuz şunu bunu, bir büyünün peşine düşmüşçesine hatta hurafeye kaptırmışçasına kendinizi, sözcüklerin ardına takılıyorsunuz, onlann yaydığı sesle yıkıyorsu- nuz gönlünüzü... Çok usta bir anlatıcı olduğunu hemen ilk sa- tırlarda ortaya koyup bizi karşılıyor Faruk Du- man. Kaldı ki, romanlannı özel bir dille yapılan- dınyor o. Sözdizimlerinde sözcüklere getirdiği farklı yerleştirme düzeni, bununla kazandırdığı akış, bambaşka bir yere taşıyor roman evrenini, karakterleri. Bir öykü ustası olarak roman kahramanlanna biçtiği gömleğin de doğrusu panmak ısırtacak yetkinlik yansıttığını söyleyebilirim... Onun romanlannda gerçeküstü ögeler, durma fantezileıie örtüşerek büyülü bir anlatıya dönü- şüyor. Üstelik bu, sürekli birbirine ilmeklenen tümcelerle sağlanıyor. Okuru uzakta tutan, ama aynı zamanda onu yoğuran alaysamalı anlatı- mıyla romanlanna güç katarken, bunların kaba birer felsefe metni gibi anlaşılması olasılığını-da ortadan kaldırıyor. Ancak Duman, romanda Hasan Ali Toptaş gi- bi bağlaç oluşturarak ilmekler yaratıp sıklıkla kullandığı "elbette", "tabii" gibi sözcükleriyle de dikkati çekmiyor değil! Romanlannı, öykülerinde olduğu gibi, lekeler- le geliştirerek ileriye sürüyor yazar. Ancak imge yoğun anlatım, her yana duyulan yoğun ilgiye nasıl olanak tanıyorsa, doğru seçim sayılsa bile, böyle bir anlatım da okurun buna takılı kalması olasılığını bir biçimde güçlendiriyor. Çünkü dön- güsel anlatım, zaman zaman iç uğultuya yol açıyor. Ritüel, büyü, inanç, hurafe tüm yaşamımızla içlidışlı gerçeklikler olarak, Faruk Duman'ın ro- man evrenlerinde kendine yeniden yer buluyor, yerler buluyor denebilir. Doğuya özgü yaşam biçimiyle buna kaynaklık yapa yaşam kültürünü didikleyen metinler gö- züyle de bakılabilir romanlara. Bu nedenle anla- tının söylen, masal, mesel vb. biçemiyle içli dışlı sürmesi kaçınılmazlaşıyor bir bakıma. Böylesi içrek metinler oluştururken yazarların özellikle dinsel metinlere, söylenlere, tansıklara uğraması kaçınılmazlaşıyor elbette. O zaman yazar, gizemle, bunun öğeleriyle gide gide sar- mal hale gelen bir anlatıdan kurtaramıyor kendi- ni. O halde romancı, yapıtında her ne kadar okur eğlentisini öngörse de, insanları kitlesel olarak bu düşünceye yöneltici rüzgâr estiren tu- tumuna dikkat etmeli derim kendi payıma... Çünkü bu durumda şöyle bir soruyla karşılaş- maması olanaksız bir romancının: Bir romanı kutsal metinden ayıran şey nedir? Romanlardaki eğlence öğesi üzerinde biraz durmak gerekiyor kanımca. Bu anlayışın, bir "vakit geçirici okuma" kavrayışına indirgenme- mesi gerekiyor. Binbir Gece Masalları izlekleri- nin heyecanlı serüvenlerini anıştıran bir yaklaşı- mı dirilterek, ama bu arada okurda herhangi bir tortuya, çökeltiye yol açmadan saman alevi gibi parlayıp sönen roman verimlemenin bir yarar sağlamayacağı ortada. Sanat yapıtlan bir estetik tortu, duygusal çö- kelti bırakmalı içimizde, değil mi? Bu çerçevede bizde üretilen romanlar hep laboratuvar yapıntı- sı olarak kendini koyuyor. örneğin Dostoyevs- ki'nin, Tolstoy'un, Kafka'nın, Faulkner'ın vb. bı- raktığı tortuya benzer özsel değerle sıklıkla kar- şılaştığımız söylenebilir mi romanımızda? Nedir onlann bıraktığı tortu? Yapıntı romanlardaki iz- leksizliği de bu sorunsala ekleyerek sorgulamak daha doğru bir yaklaşım olsa gerek! O zaman okur eğlencesine çanak tutan ro- manlann, güncellik sarmalına bağlı kalarak çok- satarlaşıp farklı bir düzleme kaymış romanlaria örtüşmesi güçlü olasılık biçiminde gelmiyor mu önümüze? Kırk için değil ama Pfrfde böylesi kimi kaygı- lara kapı aralandığı öne sürülebilir kanımca. FARUK DUMAN'IN ROMANLARI ARASINDA... Kırk, bambaşka bir roman doruğu olarak çı- kıyor karşımıza. Yalnız öykücülüğünü yansıtmı- yor Faruk Duman, Kırk'la romancı olarak da birdenbire çok yükseklere çıkarak bir doruk ya- pıt koyuyor ortaya. önemli bir izlekle bizi yüz yüze getirdiği de düşünülebilir öte yandan yaza- nn. Gerçekten insanı tutsak eden temel korku- lannın, onu başkalanna köle olmaya yöneltişi, Duman'ın kendine özgü biçemle yoğurup kotara- rak önümüze getirdiği önemli bir izlek biçiminde alınabilir pekâlâ. Derken bunun "aşk"la ilintilendiri- lerek "kapanma" kavramı- na ulaşılması da ilginç... Şimdi biraz daha yakın- laşarak kapı aralamaya çabalayalım romanlara doğru... Pîrî'de kendi ağzından bir gemiciyi anlatıyor bize Duman. Osmanlı donanması kaptanı Yusuf Paşa'nın, kendi haritasını yapmaya dönük tut- kusuyla çıktığı uçsuz bucaksız, bilinmesiz yol- culukları... Sonuçta yine bir yolculuk anlatısı denebilir bunun için. Duman da ayırdında bu- nun: "Odysseus, senin yolculuğun andaç olsun bize." (15) Roman, anlatıcı kaptanın günlüğü ya da seyir notları, sefer raporu havasında kurulu- yor. Yanındaki iki levende, tutsak Seferis de ka- tılıyor, hep birlikte kendi haritalarının yolculuğu- na çıkıyor sanki bu insanlar. Osmanlı'nın Aden'deki kuşatmasını bir yana bırakarak. Ama tutku bu işte, bir bilinmezin peşine takıl- mak, ölüm pahasına aşkla bağlanmak ona. Aşk, yanılsama, sanrı; bunlann yönîendirdiği bir tut- ku... Insan, bilmediği karanlıkların yaratığı halin- de; yaratıldığı karanlığa doğru süzülüyor bir ba- kıma. Bir eski metin havasında yapılandınrken yazar romanını, günün diliyle örüntülemeye, o günün anlatım koşullarına uygun bir metni diriltmeye girişmiyor kesinlikle. Ne ki biz yine de, sanki o günün ortamında yazılmışçasına okuyoruz ro- manı. Bunu yazar başarısı saymak gerek! Yazar başansının bir başka yanı da, o günün diliyle örüntülemeye girişmek gibi müsamereci tutumdan uzak durması. Soğukkanlı yaklaşımla bugünün diline, anlatımına yaslanıp, ama bu dil- de, anlatımda bizim gözümüzde o günleri yeni- den kurabilmek... Başan burada işte! Kırk'ta ise korkunun, güvensizliğin, gelecek- sizliğin, bir yanıyla kuşdilini konuşsa da insanı nasıl tutsak, köle yaptığının olağanüstü güzel dönüştürümü bence... Nitekim anlatıcı Hasan Efendi de zaten ürkek, sinik bir anlatıcı, her an- lamda korkular içinde. Hem yaşadığı eksiklik, hem de kendini geliştirememişlik... Bir hüznün ağır işçisi olarak da görünür bu haliyle anlatıcı. Duman, PîrTyi de Kırk'ı da özöyküsel akta- nmla kuruyor. Ancak her iki romanını da içlek metinler olarak getiriyor önümüze. Bireyin ken- dine dönüşü bu; ben kimim, varlığım nereden geliyor, bilgilerimin kaynağı ne gibisinden soru- lara kişinin kendi içinden kalkarak yöneliyor. Romanlarda dikkat çekici bir "anne" öğesinin gezindiği görülüyor. Bu arada kadına bakışımıza yönelik eleştirel tutumuyla da öne çıkıyor yazar. ÖYKÜCÜNÜN ROMANDAKİ DİK DURUŞU... Faruk Duman, öykücülüğünden gelen dene- yimle romana yerleştirdiği bütün aynntılan, sonradan birleştirip roman evreninde ucu açık bir yan bırakmamaya çabalıyor. Her iki romanda da anlatıcısını konuştur- makta, Yusuf'u tarihsel kişi, Hasan Efendi'yi günümüz insanı olarak karaktere dönüştür- mekte, ağırdan gelişen bir tartımla romanın çarkını döndürüp yapıta yol aldırmakta başanlı bir romancı izlenimi bırakıyor insanda. Buyurganlann önünde el pençe durma, kor- kuyla köleleşme, kafeste papağana dönme eğretilemesinde, darbeci ressam generalle günümüz gerçekliği arasında kurulan koşut- luklar da hoş, esintili koridorlar açıyor roman- da. Günümüz romancılığından söz edildiğinde, Kırk'ı okumamış olmayı eksiklik sayanm doğ- rusu...• C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1040
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle