18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bir Şair Kendinden Başka Nereye Gidebilir ki! “Bağımsızlık savaşlarının yiğitleri, dövüşenleri, ölenleri, yurdumdaki sınıf çatışmaları içinde beliren durumlar, yengiler, yenilgiler, işsizlik, yoksulluk, sömürü, mutlu bir düzene duyulan özlem, ilgi alanlarımdır.” Bu sözleri ancak bir şair söyleyebilir. Hem de tüm yaşantısını bu uğurda harcamış, acılarla, yoksunluklarla, hapisliklerle, sürgünlüklerle savaşarak, direnerek geçirmiş bir şair... Onun adı Arif Damar... Benim kuşağımın, Arif Barikat’ı! Seksen beş yaşına girmiş! Önümüzdeki cumartesi günü dostları, sevenleri, okurları yeni yaşını birlikte kutlayacaklar... Hem Barikat Arif’i, hem Damar Arif’i... Niye ayrı iki isimle anıyorum. Türk toplumunda bir huzur, bir güven, bir hoşgörü, bir sevgi ortamı bir türlü kurulmadığından... Barikat, gençlik günlerinin adıdır. Bakmayın şiirlerini Arif Damar diye yayımladığına, o her zaman Barikat’tır! Savaşımcı, insandan, emekten, barış için direnmeden yana. Yaşamı ile yapıtları birbirini destekleyen, okuruna inanç, güven, dostluk, yaşama tadı duyuran bir şair... “Günden Güne”, “İstanbul Bulutu”, “Seslerin Ayak Sesleri”, “Ölüm Yok ki”, “Alıcı Kuş” “Ay Kar Toplamaz ki” gibi nice kitaplarda toplanmış şiirleriyle son elli altmış yılın edebiyatına renk, anlam kazandırmış bir insan... Kitaplarını açtım. Birçok şiirini, birçok dizesini çizmişim. Kendimi bulmuşum! Uzun mu uzun bir dostluğu olabildiğince yaşatmak, yaşamak istemişim. Kişiliği olan, kolayca beğenilmek istemeyen, her dizesiyle topluma bir katıda bulunmayı en üst amaç bilen bir şair, bir dost... Şairi en iyi kendi şiiri anlatmaz mı? İşte “Büyük Hüner”’i birlikte okusak daha iyi olmaz mı?: “İnsanları sevmek kolay değil / bir hürriyet bu / çetindir memleketimde Ben ille varım dersen / bir gün pusuya düşersen / insanları sevmek, büyük hüner Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl / gerçekten, güzellikten, yiğitlikten payına düşeni alabilmişsen / vermişsen payına düşeni / gerçek için, güzellik için / gücüne karşı konmaz / korkusuz direnişin. Bilirsin / bir kere korku düşerse adamın içine / bir kere koparsa sevdiklerinden / mümkünü yok / gitti gider. / Söner gözlerinde güzelim ışık / kararır çirkinleşir yüzü / önceleri utanır belki / sonra vızgelir / umurunda olmaz dünya İnsanları sevmek büyük hüner / insanlarla beraber.” Bir tek şiiri bile, Arif Damar’ı, daha da çok adı unutulmuş Arif Barikat’ı anlatıyor... Seksen beş yılı boşa geçirmediğini!.. Her türlü acıyı, yokluğu, zaman zaman yengiyle, umutsuzluklara düşüp, yeni bir güçle dirilişini, kendini de, toplumunu da, bir mutluluk arayışına, bir güzel eşitliğe, birlikteliğe, güzelliklere çağırışını... Evet, Sevgili Arif, dediğin gibi: “Bir şair kendinden başka Nereye gidebilir ki.” Yeni yıllara, yeni şiirlerle... Sevgili Mücap, acın bizim de acımız. Filiz Ofluoğlu, çok sevilen bir aydın insan, bir dost idi. Yokluğunu hep duyacağız. Başın sağ olsun. Ayla-Oktay Akbal. PENCERE Tıpış Tıpış... Dolmuş mizah dergisinin ilk sayısı 5 Ocak 1956’da çıktı. İmtiyaz sahibi Osman Asaf Kermen, Yazıişleri Müdürü İlhan Selçuk... 6-7 Eylül olaylarının daha dumanı tütüyor... Derginin ilk sayısında Şinasi Nahit Berker yazıyor: “Ulus gazetesi ilk defa kapatılmıştı. Sebep İsmet İnönü’nün ‘Çetin İmtihan’ başlıklı makalesiydi. Aradan iki gün geçmişti... Büyük odada kapının ağzına yakın oturmuş, yeşil masa üzerinde, neşrine müsaade edilen gazetelere, yarı gıpta, yarı lakaydi ile bakıyordum... Birden İsmet Paşa içeri girdi. Girmesiyle de çıkışması bir oldu: - Tembel tembel ne oturuyorsun?.. Hemen ayağa fırladım, hazırol vaziyeti aldım, yüksek sesle cevap verdim: - Sayenizde Paşam!” Derginin 3’üncü sayısında “Birisinden Mektup” başlığı altında bir yazı yayımlanmıştı, kimin yazdığı açıklanmıyor, imza yok... Mektubun giriş bölümü: “Azizim İlhan, Dolmuş’a başarılar dilerim. ‘Dolmuş’ sahiden tıka basa dolmuş, doldurulmuş...” Kim yazmıştı mektubu?.. Aziz Nesin!.. Nereden yazmıştı?.. Hapishaneden.. 6-7 Eylül olaylarıyla İstanbul baştan aşağı talan edilip Hıristiyan yurttaşların canlarına kastedilmişti; şehir yağmalanınca ilan edilen sıkıyönetimin komutanı, Aziz’le birlikte solcuları (onların deyişiyle komünistleri) toplayıp içeri atmıştı... Aziz Nesin içerden Dolmuş’a yazı göndermeye başladı; kuşkusuz adını açıklayamıyorduk. Bir ülkenin en büyük kenti yağmalandığı zaman baştaki hükümet ne yapar?.. Dünya çapında ünlü İstanbul’da Hıristiyanlara dönük saldırıyı “komünistler yaptı” diye geçiştirmek isteyen Başbakan kimdi?.. Adnan Menderes!.. İsmet Paşa’nın makalesi yüzünden Ulus gazetesini kapatıp İstanbul’daki yağma yüzünden Aziz Nesin’i içeri attıran Menderes birazcık sorumluluk üstlenip çekildi mi?.. Yok canım... Milletvekillerine “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” deyip koltuğunda oturdu. Oktay Ekşi yeni TCY’nin (Türk Ceza Yasası) yürürlüğe girmesi üzerine (Dünya Basın Konseyleri Birliği Başkanı sıfatıyla) Başbakan Erdoğan’a gönderdiği mektupta demiş ki: “Merhum Adnan Menderes de sizin gibi ve çevrenizde bulunanlar gibi ‘gazetecilerin yalan yazdığından, insanların şereflerine, özel yaşamlarına haksız saldırıda bulunduğundan’ şikâyetçiydi. Buna çare olarak, o da, aynen şimdi sizin izlediğiniz yolu izledi ve 1956 yılında 6733 sayılı Yasa’yı çıkarttı.” Adnan Menderes de Recep Tayyip gibi karikatürlere bozulurdu; 1956’da İstanbul Basın Savcısı Hicabi Dinç ‘Dolmuş’u üst üste toplatmaya başlayınca görüşmeye gittim... Dedim ki: - Bu böyle gitmez, sürekli toplatacaksanız, söyleyin!.. O zaman dergiyi çıkarmayalım, kapatalım!. Hicabi Dinç babacan adamdı; gözlerime baktı.. - Sen, dedi, akıllı bir gence benziyorsun, söylediğimi anlarsın, Başbakanın karikatürlerini derginin kapağına koymayın!.. Dostum Oktay Ekşi’nin mektubunu okuyunca aklım geçmişe takıldı, Erdoğan karikatüristlere ilişkin tepkilerinde Menderes’e benziyor. Fransızların ünlü karikatürcüsü Plantu referandumdan bir gün önce Le Monde’da çıkan karikatüründe Başbakan Raffarin’i köpek gibi çizmişti... Aklıma Musa’nın karikatüründeki kedi biçimiyle Recep Tayyip geldi... Plantu’nun başına bir şey geldi mi?.. Haaa.. bu arada “Yeni TCY” yalaka medyamıza mübarek olsun!.. AKP’nin eline böyle bir araç geçti mi, “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne doğru tıpış tıpış gider.. miyiz?.. (3 Haziran 2005 tarihli yazısı) T ürkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan arasõnda imzalanmõş olan proto- kollerin, Ermenistan Anayasa Mah- kemesi’nce denetimden geçirildi- ğini ve uygun bulunmadõğõnõ öğ- renmiş bulunuyoruz. Bu durum karşõsõnda, bi- zim Anayasa Mahkememizin, uluslararasõ antlaşmalar konusundaki yetkisi (daha doğrusu yetkisizliği) konusunu açõklamak yararlõ ola- caktõr. Burada amacõmõz, ilişkilerde sõkõntõ ya- ratacağõ anlaşõlan Ermenistan Mahkemesi ka- rarõnõn içeriğini tartõşmak değil, bizim huku- kumuzun durumunu eleştirmektir. Anayasaya göre, “Usulüne Göre Yürür- lüğe Konulmuş” uluslararasõ antlaşmalar “kanun hükmündedir”. Bunlar hakkõnda, anayasaya aykõrõlõk iddiasõyla Anayasa Mah- kemesi’ne başvurulamaz (m.90/son f.). Antlaşmalarõn “kanun hükmünde” oldu- ğunu ve bunlar hakkõnda “anayasaya aykı- rılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacağı”nõ belirten tümcelerin 1961 Anayasasõ’nõn 65. maddesine ve bu- günkü 90. madde metnine nasõl girdikleri hak- kõnda bilgi vermek aydõnlatõcõ olacaktõr. 1961 Anayasasõ’nõn hazõrlanmasõ evresin- de, anayasanõn bütününü kapsayan, sistema- tik üç tasarõ (taslak) ortaya çõkmõştõ: Kõsa ad- larõyla, “Ön Tasarı”(Onar Tasarõsõ), “S.B.F. Tasarısı” ve “Temsilciler Meclisi Tasarısı”. Antlaşmalarõn kanun hükmünde olduğuna ilişkin tümce (ya da benzer bir anlatõm) bu üç tasarõnõn (taslağõn) hiçbirinde yoktu. Usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş antlaşmalar hakkõnda, anayasaya aykõrõlõk iddiasõyla Anayasa Mahkemesi’ne başvuru- lamayacağõna ilişkin hüküm de bu üç tasarõ- nõn hiçbirinde yoktu. Antlaşmaların ‘öndenetim’den geçirilmesi Antlaşmalarõ Anayasa Mahkemesi’nin de- netim alanõ dõşõna çõkaran böyle bir hükmün olmamasõna karşõlõk, Anayasa Mahkeme- si’ne bu konuda bir tür öndenetim yetkisi ta- nõyan bir düzenleme, üç tasarıda da yer al- mıştı. Bu düzenlemelerin öngördüğü usule gö- re, onaylanmasõ söz konusu olan bir antlaş- manõn anayasaya aykõrõ olduğu TBMM üye- lerinin belli bir oranõnca (örneğin üye tamsa- yõsõnõn beşte biri) ileri sürülürse onaylamayõ uygun bulma kanununun kabulüne ilişkin işlemler, Anayasa Mahkemesi’nin kararõna ka- dar durdurulacaktõ. Anayasa Mahkemesi, söz konusu antlaşmayõ anayasaya aykõrõ bulursa, o antlaşma onayla- namayacaktõ. Temsilciler Meclisi Anayasa Ko- misyonu’nun gerekçesinde, bir antlaşmanõn yürürlüğe girmesinden sonra anayasaya ay- kõrõlõk nedeniyle iptali halinde, devletin ulus- lararasõ sorumluluğu söz konusu olacağõndan, anayasaya uygunluk denetiminin önceden yapõlmasõnõn zorunlu bulunduğu belirtilmiş- ti. Madde, Temsilciler Meclisi’nde böylece ka- bul edilmiş, fakat o zamanki Kurucu Meclis’in üst meclisi durumunda olan ve askerlerden olu- şan Milli Birlik Komitesi’nce, ilgili maddeye köklü değişiklikler getiren bir düzenleme yapõlmõş ve antlaşmalarõn, onaylanmadan önce, Anayasa Mahkemesi’nce, anayasaya uy- gunluk denetiminden geçirilmesine olanak ve- ren hüküm, metinden çõkarõlmõş; bu yol ka- patõlmõştõr. Askeri kanat Bunun üzerine, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda yeniden yapõlan görüşmede, da- ha önce kabul edilmiş olan madde metnini - deyim yerindeyse “tersyüz eden”- yeni me- tin üzerinde hiçbir üye söz istememiş, böyle- ce “askeri kanat”tan gelen yeni metin, üze- rinde görüşme yapõlmaksõzõn, aynen kabul edilmiştir. Bu durum, Temsilciler Meclisi dõ- şõndan gelen güçlü bir etkinin rol oynadõğõnõ düşündürmektedir. Durumu bilenlerin, bu konuyu açõklamalarõ tarihe karşõ bir görevdir. 1961 Anayasasõ’na, deyim yerindeyse “son dakikada” giren bu yeni düzenleme üstelik anayasanõn gerek yasama gerekse yürütme or- ganlarõnõn işlemlerini yargõ denetimine sõkõ sõ- kõya bağlayan genel eğilimine açõkça ters düşmüştür. Günümüzde yürürlükte bulunan anayasanõn, 90. maddesi hazõrlanõrken 1961 Anayasa- sõ’nõn 65. maddesi, birkaç küçük ve anlamõn özünü etkilemeyen sözcük değişikliğiyle ak- tarõlmõştõr. Bu metin, 1982 Anayasasõ’nõ ha- zõrlayan Kurucu Meclis’in, tüm üyeleri askeri kanadõ oluşturan Milli Güvenlik Konseyi’nce atanan “Danışma Meclisi”nden görüşmesiz geçmiş; 4 general ve 1 amiralden oluşan “Konsey” de, maddede herhangi bir değişiklik yapmamõştõr. Türkiye Barolar Birliği önerisi Aralarõnda bulunduğum bir grup hukukçu tarafõndan Türkiye Barolar Birliği’nin isteği üzerine 2007 yõlõnda hazõrlanan ve 400 say- fayõ aşan hacimde bir kitap olarak basõlan (TBB yayõnõ, 1 basõ Ekim 2007) TC Anaya- sa Önerisi, uluslararasõ antlaşmalarõn onay- lanmadan önce “öndenetim”den geçirilme- sini öngörmüştü. Önerinin ilgili hükmüne gö- re: “Uluslararası antlaşma niteliğindeki metinler, onaylanmadan önce Türkiye Bü- yük Millet Meclisi’ne sunulur. Genel Ku- rul’un bilgisine sunuluşundan başlayarak otuz gün içinde Cumhurbaşkanı, metnin anayasa ile bağdaşmazlığını ileri sürerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir. Bir siyasal parti grubu veya en az yirmi mil- letvekili de aynı gerekçeyle Anayasa Mah- kemesi’ne başvurabileceği gibi konu hak- kında görüşme açılmasını isteyebilir. Hak- kında Anayasa Mahkemesi’ne başvurul- mayan veya görüşme açılması isteminde bu- lunulmayan metinlerin onaylanması uygun bulunmuş sayılır. Anayasa Mahkeme- si’nce, anayasayla bağdaşmaz bulunan uluslararası antlaşma niteliğindeki metin- ler onaylanamaz. Anayasa Mahkemesi’nce anayasayla bağdaşmaz bulunmayan veya hakkında görüşme açılmış olan metinlerin onaylanması, onaylanmanın bir kanunla uygun bulunmasına bağlıdır” (Öneri m.103). Öneriye göre, Türkiye Büyük Millet Mec- lisi içinde oluşan belli bir uyum ve uzlaşma sonucunda, onaylanmasõ konusunda görüş birliği sağlanmõş olan uluslararasõ antlaşma- larõn onaylanmasõ için “kanun” çõkarõlmasõ gerekmeyecektir. Böylece, tartõşma yarat- mayan konularda Meclis gündeminin boş yere işgal edilmesi ve kõsa sürede onaylana- bilecek antlaşmalarõn onay işleminin gerek- siz yere uzamasõ gibi, uygulamada sõkõntõ ya- ratan bir durum önlenecekti. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde, onaylanmasõ için görüş birliği bulunmayan antlaşmalarla ilgi- li olarak, onaylamanõn uygun bulunduğunun “kanunla” belirtilmesi gerekli olacaktõ. Ama, anayasaya uygunluğu konusunda duraksama olan antlaşmalar, Anayasa Mahkemesi’nin de- netiminden geçmeden onaylanamayacaktõ. Sonuç Uluslararasõ antlaşmalarõn, onaylandõktan sonra “anayasaya aykırılık” nedeniyle iptal edilmesi, devletin uluslararasõ sorumluluğu- nu doğurabilir. Ancak, Türk Anayasasõ’yla bağdaştõğõ konusunda duraksama olan an- tlaşmalarõn onay aşamasõndan önce, “önde- netim”den geçirilmesi “hukuk devleti” il- kesinin bir gereği sayõlmalõdõr. Kanunlarõn ve belli koşullarla anayasa de- ğişikliklerinin anayasaya uygunluğunu de- netlemek durumunda olan Anayasa Mahke- mesi’nden, uluslararasõ antlaşmalarõn denet- lenmesi yetkisinin esirgenmesi kabul edilemez. Bu konuda bir “öndenetim” düzeninin ku- rulmasõ gerekir. Ermenistan örneğinin de gös- terdiği gibi, çeşitli yabancõ anayasalarda da bu yöntem benimsenmiştir. Daha önce, çeşitli ve- silelerle dile getirdiğimiz bu durumu, yeni ana- yasa hazõrlõklarõnõn yine gündemde olduğu bu günlerde bir kez daha anõmsatmak istedik. Ermenistan Mahkemesi’nin Kararõ Prof. Dr. Rona AYBAY Uluslararasõ antlaşmalarõn, onaylandõktan sonra “anayasaya aykõrõlõk” nedeniyle iptal edilmesi, devletin uluslararasõ sorumluluğunu doğurabilir. Ancak, Türk Anayasasõ’yla bağdaştõğõ konusunda duraksama olan antlaşmalarõn onay aşamasõndan önce, “öndenetim”den geçirilmesi “hukuk devleti” ilkesinin bir gereği sayõlmalõdõr. T ürk halkõnõn dörtte üçünün köylerde yaşadõğõ, kitle iletişiminin gelişmediği, sözlü kültürün belirleyici oldu- ğu dönemin Aleviliği ile günü- müzün metropol Aleviliği üze- rine karşõlaştõrmalõ sosyolojik çalõşmalarõn, bilimsel incele- melerin zamanõdõr artõk. Kõrsal kesimde tüketime yö- nelik tarõmsal ağõrlõklõ kapalõ ekonomik yapõda durağanlõk esastõr. Toplumsal değişim yavaş seyreder. Değer yargõlarõ, inanç dünyasõ, kültürel algõ kuşaklar arasõnda yarõlmalara neden ol- madan sürdürülür. Alevi inancõ ve Alevi kültü- rüyle yetişmiş insanlarõmõz da Anadolu’da bu sosyolojik tanõ- ma uygun bir süreci yaşadõlar. Bin yõlõ aşkõn bir zaman dili- minde birbirinden ayrõşmasõ olanaksõz inanç ve kültür sar- malõna dönüşmüş, Horasan’dan Anadolu’ya uzanan Türkmen Aleviliği kendi hiyerarşisini de oluşturdu. Metropol Aleviliği Alevi inanç ve kültürünün manevi otoriteleri de bin yõlõ aşkõn bir sürecin damõtõlmõş say- gõnlõğõyla inanç önderliklerini sürdüregeldiler. Anadolu Al- eviliğinin anlatõlan inanç kültür sentezinin yaşatõlarak geçmişten geleceğe taşõnmasõ büyük ölçü- de geleneksel hiyerarşinin de- vamõna bağlõdõr. İçe dönük tarõmsal yapõnõn çözülmesi, sanayileşmeyle koşut olarak kõrsaldan kentlere göçün yoğunlaşmasõyla ortaya çõkan metropol Aleviliği günümüzün gerçeğidir. Anadolu’da saygõn- lõk katsayõsõ yüksek manevi hi- yerarşinin metropollerde aynen devamõ mümkün müdür? Dede- lik-babalõk geleneği, ocaklõ olma, ocaktan gelme, manevi silsile, kent Aleviliğinde kõrsaldaki gi- bi mi sürecektir? Yoksa yeniden mi tanõmlanacaktõr? Bir başka söylemle Anadolu Alevliğinin bin yõlda oluşturulan değerler dizgesi, metropol Aleviliğinin sosyolojik sürecinde ciddi deği- şimlere mi uğrayacaktõr? Hiyerarşik konumu Kent Aleviliğinin örgütlenişi, kimlik söylemiyle ortaya çõkõşõ ve yeniden oluşum sürecinin öncüleri kimlerdir? Dernek, va- kõf, federasyon ve konfederasyon önderleri arasõnda Anadolu Ale- viliğindeki geleneksel hiyerar- şinin mensuplarõnõn oranõ nedir? Kent Aleviliğinin geleneksel manevi kaynaklardan gelmeyen önderleri ile manevi kişilikler arasõndaki ilişkiler ve hiyerarşik konum nasõl olacaktõr? Anadolu Aleviliğinin coğrafi dağõlõmõndaki nüfus oranlarõ ile metropol Aleviliği önderliği ör- tüşmekte midir? Yoksa metropol Aleviliği örgütlenişinde bir ters orantõ mõ söz konusudur? Alevi tabanda sahip olmadõğõ sayõsal oran ve itibarõ, örgütlü kent Ale- viliği piramidinin tepesini he- defleyerek sağlamak isteyen ör- tülü bir patronaj girişimi söz konusu mudur? Alevi nüfusun yoğun olduğu köy ve kasabalarda, bin yõlõ aş- kõn inanç-kültür sentezinin bi- çimlendirdiği sosyolojik hiye- rarşinin kent Aleviliğinde sür- dürülmesi mümkün müdür? Farklõ bölgelerden metropollere göçmüş olan Aleviler arasõnda- ki en geniş payda nasõl oluştu- rulabilir? Selçuklu’dan Osmanlõ’ya, Os- manlõ’dan Cumhuriyete Ana- dolu Aleviliğinin tarihsel ka- rakterli hiyerarşisi ile günümüz metropol örgütlenmesi örtüş- mekte midir? Metropol örgüt- lenmesiyle paralellik arz eden politikleşme sürecinin olasõ so- nuçlarõ neler olabilir? Örgütlen- me önderlerinin politik kimlik- leri, politik tercihleri metropol Aleviliği üzerinde ne ölçüde et- kili olacaktõr? Anadolu’nun geleneksel Al- eviliğini temsil eden manevi merkezlerin ve inanç önderleri- nin etki ve saygõnlõğõ metropol Aleviliği üzerinde ne ölçüde sürdürülebilir? Metropol Alevi- liğinde günümüzün örgütlenme modeli mi, yoksa gelenek mi da- ha etkili olacaktõr? Ayrışmalara yol açar Metropol Aleviliğinin sosyo- lojik dengelerini bulmasõ, olu- şumunun tamamlanmasõ sonuç- lanmadan bu sorulara sağlõklõ ce- vap verilemez. Bu süreçte Al- eviliğin çoğunluğunu oluşturan, geleneksel kültür ve inanç kod- larõnõ sürdürenlerin ortak pay- dalarõnõn çõkõş noktasõ olarak alõnmamasõ durumunda yeni ya- rõlmalar gündeme gelecektir. Aleviliğin uzun, acõlõ, sancõlõ tarihsel yolculuğunda yaşanan- larõn, deneyimlerin, damõtõlmõş inanç kültür sarmalõnõn oluştur- duğu hiyerarşinin ve dengelerin sarsõlmasõ, örselenmesi, tartõşma söylemiyle değersizleştirilmesi yeni acõlara, yeni ayrõşmalara yol açacaktõr. Hacõbektaş’õn manevi mer- kez, Hacıbektaşı Veli’nin man- evi önderliği Anadolu Alevili- ğinin tartõşõlmazõdõr. Metropol Aleviliğini politik tercihlerin ve örtülü etnisitenin kaldõracõ yap- maya çalõşanlarõn inisiyatif ka- zanmasõ durumunda uzun ince yolda yaşanacak yeni acõlar ka- çõnõlmazlaşacaktõr. ‘Yol düşkünleri’ AB ilerleme raporlarõnda Ale- viliğin inanç-kültür ekseninden çõkarõlõp, etnik azõnlõk temelin- de yeniden tanõmlamasõnõn arka planõ üzerinde düşünülmelidir. AB’nin içerdeki kimi müttefik- lerince, Aleviliğin etnik azõnlõk çerçevesinde, ulus devlet, Tür- kiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve Atatürk’le kavga te- melinde yeniden kurgulamasõ sürecini yaşõyoruz. Aleviliği ta- rihin imbiğinden süzülmüş çile- li, onurlu uzun ince yolundan çõ- karmaya niyetli bu “yol düş- künlerinin” çabalarõ da sonuç- suz kalacak elbette! Yurtdõşõ örgütlenmeler ayrõ bir yazõnõn konusudur. Metropol Aleviliği için söylediklerimiz dõşarõsõ için de geçerlidir. Ta- rihten, gelenekten, coğrafyadan, inanç köklerinden koparõlarak Avrupa laboratuvarlarõnda üre- tilecek, kendi çõkarlarõna göre programlanacak, bizim olma- yan, fabrikasyon bir Alevilik Türkiye’nin önüne konulmak istenmektedir. Türk ulusuna, Türkiye Cum- huriyeti’ne, Hacõ Bektaşõ Ve- li’ye, Atatürk’e yabancõlaşmõş, genetiği ile oynanmõş, bizim ol- mayan bir Alevilik imali için AB laboratuvarlarõnda epeydir yoğun bir çalõşmanõn varlõğõ saklana- maz hale gelmiştir. Yunus’tan Pir Sultan’a, Fu- zuli’den Şah Hatayi’ye, Vey- sel’den Mahzuni’ye el veren, dil veren, gönül verenlerin manevi mirasçõlarõna epey iş düşüyor an- laşõlan. Elden ele, dilden dile, gönül- den gönüle taşõnan manevi mi- rasõn metropollerde kurda kuşa yem edilmemesi için sorumluluk düşüyor hepimize... Aleviliğin Tarihsel Yol Ayrõmõ Av. Hüseyin ÖZBEK Yurtdõşõ örgütlenmeler ayrõ bir yazõnõn konusudur. Metropol Aleviliği için söylediklerimiz dõşarõsõ için de geçerlidir. Tarihten, gelenekten, coğrafyadan, inanç köklerinden koparõlarak Avrupa laboratuvarlarõnda üretilecek, kendi çõkarlarõna göre programlanacak, bizim olmayan, fabrikasyon bir Alevilik Türkiye’nin önüne konulmak istenmektedir. SAYFA CUMHURİYET 21 OCAK 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle