01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Tarım Gıda Hayvancılık 48 / 12 Ağustos 2008 Küresel açlığa çare için çlıkla ve yükselen gıda fiyatlarıyla baş etmek için Japonya’nın Toyaka kentinde yapılan G8 zenginler zirvesinin galası tam bir ziyafete dönüştü. 25 aşçının hazırladığı 19 çeşit yemekten oluşan mönü, havyar ve somon füme ile başladı, lavanta ballı fıstıklarla sona erdi. İngiliz The Guardian “Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin diyen Marie Antoinette’den bu yana böyle duyarsızlık görülmedi” dedi. Bu bilgiler, 9 Temmuz 2008 tarihli gazetelerden alındı. Temmuz’un ilk haftasında Japonya’da toplanan G8’lerin gıda krizine karşı aldıkları kararlar suya tirit gibi. Bu nedenle İngiliz gazetesi’nin “duyarsızlık” nitelemesi çok hafif kalıyor. G8’ler dünya halklarıyla alay ediyor. Adeta “biz efendiyiz, dünyayı biz tüketiyoruz, tüketmeye devam edeceğiz” diyorlar. Açlığı önleDünyada çiftçilerin mek için tarımda yeni yapılanküresel politikalara manın zorunlu olduğu konusunda ve açlığa karşı hiçbir karar yok. eylemleri sürüyor. Dünyada yaşanmakta olan gıda krizi gökten zembille inmedi. Bunun en önemli nedeni, küreselleş(tir)me politikaları bağlamında, yoksul ülkelere dayatılan, hakkaniyetten uzak, sözde serbest piyasa politikalarıdır. Bu politikalarla Batı ülkeleri, ihracata dayalı tarımsal üretim modelleri için tarım sektörlerini olağanüstü desteklemişlerdir. Bu destekler, 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde 80 milyar dolar, Avrupa Birliği ülkelerinde 50 milyarı bulmuştur. Buna karşılık, örneğin Türkiye’de tarımsal desteklemeler işletme başına Avrupa Birliği ülkelerine göre ancak sekizde bir düzeyinde kalmıştır. Kısaca, Batı ülkelerinde tarımsal üretim desteklenirken üçüncü dünya ülkelerinde bu destekler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların denetimiyle en az düzeyde tutulmuştur. Üretim aşamalarına yeterince yatırım yapılamamış, üreticilerin örgütlenmeleri ihmal edilmiş, Küresel kapitalizm günümüzde salt insanları değil, ürün pazarlamasında aracıların ve ulusötesi tekellerin içinde yaşadığımız dünyayı da ölüme sürüklüyor. Geeline geçen şirketlerin egemenliği başat olmuş, buna lişen teknolojiyi sonuna dek kullanarak yeraltında ve koşut olarak ulusal stoklama olanakları geriletilmiştir. yerüstünde ne varsa sömürüyor. En kirli teknolojileri, Örneğin, Türkiye’de Toprak Mahsulleri Ofisi sıra çoğunlukla üçüncü dünya ülkelerine aktarmış. Kimi danlaştırılmıştır. Oluşturulan bu ortamda, üçüncü zamanlar atıkları, başka ülkelere atıyor ya da satıyor. dünya ülkeleri zengin ülkelerle rekabete zorlanmakta Irmakları salt kendi ülkelerini değil, başka komşuladır. Bu rekabet ortamında, gıda borsalarını tekeline rında da hayatı öldürüyor. Örneğin, Tuna nehri atıklaalan Batı ülkeleri, spekülasyon yaparak gıda fiyatları, akıntılarıyla Marmara Denizi’nde hayatı öldürmüş rıyla istediği gibi oynamaktadır. Söz gelişi Şikago durumda. Kısaca, çevresel koşullar geri dönülmez bir Borsası’nda gıdayla ilgili işlemler 2000 yılında 10 biçimde değişikliğe uğramış, iklimsel ısınma fark edimilyar düzeyinden, Mayıs 2008’de 175 milyara ulaşlir bir düzeye gelmiş. mıştır. Borsadaki alımsatımların büyük bölümü, yeKüresel kapitalizm, çıkmış olduğu Batı ülkelerindisekiz ulusötesi şirketin denetimindedir. Ancak bun de ise çalışanlarına orta sınıf hayatı ile susturuyor, onların Batı merkezli şirketler olduğu unutulmamalıdır. ları yoksul ülkelerin acımasızca sömürmesine ortak çiftçilerin örgütlenmesi şart A Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda krizinin ikinci tali nedeni, bioyakıt üretimidir. Yakın zamanlara değin insan ve hayvan besini olan mısır, tahıl ve yağlı bitkiler bioyakıta dönüştürülmeye başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde mısır hasadının üçte biri bioyakıt olarak kullanılmıştır. Avrupa Birliği’nde 2020’de yakıt tüketiminin yüzde 20’sinin bioyakıttan sağlanması planlanmıştır. Belirtelim; Bir Batı aracının yakıt deposuna konulan 50 litre bioyakıt için 300 kg mısır gerekiyor. Bu kadar mısır bir üçüncü dünya ülkesinde yaşayan bir çocuğu tam bir yıl süreyle besleyebilir. Bütün bunlar niçin oluyor? Bütün bunlar küresel kapitalizmin doymaz bilmez niteliğinden kaynaklanıyor. Bugün küresel kapitalizmin insanlığı açlığa mahkum ediyor. Son gıda krizinden önce bile, 2007 yılında açlık çeken ve yetersiz beslenen insanların sayısı 900 milyona yaklaşıyordu. Altı milyondan fazla çocuk açlıktan ölüyordu. ediyor. Sıcak para hareketiyle, milyarlarca dolar bir ülkeden bir ülkeye aktarılıyor. Böylece bir ülkeyi batırıp binlerce kişiyi işsiz bırakıyor. Teknoloji olanaklarını, bütün dünya uluslarının tepesinde bir tehdit gibi kullanıyor. Dünyada renkliliği yok ediyor, tek boyutlu egemen kültür ideolojisini dayatıyor. Aslında bütün bunlar, kendileri dahil, tüm dünyayı uçuruma sürüklüyor. Küresel kapitalizmin zorladığı ortamda, tarımda yeni bir model şart. Aslında bu model yeni de değil. Uygun model; kimi zamanlar horlanan, ancak özellikle üçüncü dünya ülkelerinde varolan küçük ve orta ölçekli çiftçi/köylü üretim modeli. Dünyada kırsal kesimin büyük çoğunluğunu bunlar barındırıyor. Bu işletmelerde çoluğuyla çocuğuyla insanlar üretimin içinde. Bu anlamda işgücünü en rasyonel anlamda kullanıyorlar. Genelde iç pazara yönelikler. Doğal kaynakların sürdürebilirliğini savunuyorlar. Ancak bu işletmelerin üretim girdilerinin ucuza getirilmesi, çıktılarında değerlendirilmesi amacıyla örgütlenmeleri zorunlu. Buna koşut olarak üreticilerin, sanayici de olması gerekiyor. Katma değerin üretici de kalması, böylelikle olanaklı. Aslında Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde uygulanan model ağırlıklı olarak bu değil mi? Görenler bilir, AB ülkelerinde mekanizasyon ile birlikte işletmelerde aile işgücü egemendir, gerekli görüldüğü koşul ve zamanda işletmeler tarım işçisi kullanır. Tarımda büyük ölçekli işletmeler modeli ise ağırlıklı olarak Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya , kimi Güney Amerika ile kimi Afrika ülkelerinde geçerli. İç tüketimden daha çok ihracata dayalı üretimler var. Patronları genellikle ulusötesi tarım ve gıda şirketleri. Doğal kaynaklarının sürdürebilirliği konusu gündemlerinde değil. Dev işletmelerde GDO’lu tohum kullanma giderek yaygınlaşıyor, biyoçeşitlilik giderek azalıyor. Şimdi, dünyada ve Türkiye’de bu iki model çekişiyor. Acaba çekişme sonucu tarım nereye gidecek? Küresel kapitalizmin tarımdaki yansıması olan büyük ölçekli işletmeler modeli sosyal ve ekonomik olarak insanlığın hayrına değil. Öncelikle tarım işçisi açısından yabancılaşmayı ve yalnızlaştırmayı yaratıyor ve verimliliği düşürüyor. Yoğun girdi kullanımıyla çevreyi kirletiyor. İç tüketimden ziyade ihracata yönelik olması üçüncü dünya ülkelerinin tarımını yok ediyor. Bu olumsuzluklar artırılarak sıralanabilir. Sonuç olarak, küçük ve orta ölçekli işletmelerin teknik, sosyal, ekonomik ve siyasal örgütlenmeleri şart. Bu bağlamda, dünya da olduğu üzere Türkiye’de de çiftçilerin sendikal örgütlenmeleri geleceğe ait umutlarımızı artırıyor.. Sendikalaşmada emeği geçenleri kutluyorum. 29
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle