26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Adnan Binyazar’la ‘Bozkır Aydınlığında Aşk’ üzerine ‘Duygu günahı işleyenin bağışlayanı yok’ Adnan Binyazar’ın Bozkır Aydınlığında Aşk kitabı, biyografik ve şiirsel anlatımın hâkim olduğu yedi öyküden oluşuyor. Binyazar’ın öyküleri okura bir gerçekliğin kapısını aralıyor. Çünkü “Sevda çekenler birbirlerinin içinden geçeni bilir.” İşte onları bir arada tutan ve insanı insan kılan bu gerçeklik. Öykülerinde, hesapsız, riyasız yüreklere aydınlık salan bir aşkın bulunduğu anlatıyor yazar. Gerçek, yalın ve yüreği aşka çoraklara hayat suyu taşıyan Binyazar’la konuştuk. Ë Rozerin DOĞAN ozkır Aydınlığında Aşk’ın alınlığında Albert Camus’nün“Aşk sessizliktir” sözü var. Aşk gerçekten sessizlik mi? Nasıl bir sessizlik bu? Bozkır Aydınlığında Aşk’ın alınlığına “Aşk sessizliktir” sözünü yerleştirdiğimde, Camus’nün Yabancı adlı romanının iki kahramanı (Meursault ile Marie) arasındaki sıradan, hiçbir şamataya yol açmayacak ölçüde sessiz aşklarını düşünmüştüm. Bunda, roman ve öykülerimdeki kişilerin aşkı sessizliğiyle duyumsayışlarının etkisi de var. Bu arada, bir deneme kitabıma Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi adını verdiğimi de anımsatmış olayım. Çağımızda aşk diye başlayıp, bu duygunun ahlak yoksunu canilerce işkencelerle, cinayetlerle nasıl çürütüldüğünü gazetelerde okuyoruz. Oysa aşk, Shakespeare’in deyimiyle “çimen otundan tez çürüyen zambak çiçeği” aklığında, örselendi mi kokuşmaya yüz tutan bir duygu. İnsanlığını kendi gücüyle yüceltmeyenler, yanılıp aşkı sessizleştirmeye kalkmasın! “YARATILIŞ GERÇEĞİ, KADINI DUYUP ALGILAMAYI GEREKTİRİR” Biyografik öğeler ve şiirsel anlatımın iç içe geçtiği öykülerinizde “Kadının, koku sürünerek güzel koktuğu sanılır. Oysa sürdüğü değildir kokan, sürdüğünün ortaya çıkardığı teninin kokusudur. Kokuyu kışkırtıcı kılan da odur. Senden, limon çiçeğinin değil, teninin ellerine sinen kokusunu alıyorum” diyorsunuz. Herkes böyle algılasa mutsuz kadın kalmazdı. Önce “biyografik öğeler” nitelemesine açıklık getireyim: Okuyanda biyografik olduğu izlenimi yaratsa da yazdıklarımın kurgusallığı da aşarak derin duyumsamalarımın ürünü olduğunu söyleyebilirim. Kitapta yer alan “Yol Özlemleri” adlı öykümde de dile getirdiğim gibi yazmak bir tür sözcük avcılığı. Ava donanımlı çıkılmalı. Anlatımsal söylem, yoğun duyumsamalarla şiirselliğe dönüşüyor. Yoksa yazarın şiirsel olayım diye bir çabaya girdiği kanısında değilim. Kadın deniz gibi, toprak gibi kendine özgü doğal bir koku yayar, yeter ki kendini temiz tutmayı bilsin. Havva’nın sunduğu elmada bu koku olmaSAYFA 4 7 TEMMUZ B saydı, yaratılışın ilk âşığı Âdem’in, cennetteki miskinliği sürüp gidecekti. Sorunuza eklediğiniz örnek, ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ama akşamdan sürülen hoş kokunun sabahleyin uçup gittiğini, bedende fazla kalınca tiksindirici bir hal aldığını bilmeyen yoktur. Temizlenmemiş koltukaltının iğrenç kokusunu hangi parfüm bastırabilir? Kokuya fazla bel bağlamayan kadınlar, kokudan anladığı oranda kokudan tez arınmayı da bilir. Kadının banyo sonrası güzelliği, teninin kokusundan gelir. O anda koku yalnızca koklama duyusunu değil, görme ve dokunma duyusunu da harekete geçirir. Nice hayvanın, arının, böceğin, kokunun kokusuna varmak için burnunu çiçeklerin, karşı cinsin derin yerlerine daldırdıkları gözünüzden kaçmamış olmalı. Dile getirilmese de, kadınerkek ilişkisinde durum bundan farklı değil. “Herkes böyle algılasa mutsuz kadın kalmazdı” diyorsunuz. Kadını duyup algılamak; yaratılış gerçeği bunu gerekti rir. Kimileri onun nesnelerle mutlu kılacağını sanır. Oysa onun dış etkenlere bağlı mutluluğu görece. Kendi istemediği sürece kadını mutlu edecek hiçbir güç yok. Hamlet, hem de annesine yönelik “Zaaf, senin adın kadın olmalı” der. Zaafı olanın mutluluğu oynak, ancak kadın, mutluluğu içine sindirerek yaşar. Yine aynı öyküde diyorsunuz ki “Duygu günahı işlediğimi bu yaşlarda anlıyorum. Öyle bir günah ki, bütün dinlerin peygamberleri bir araya gelip bağışlasa ben kendimi bağışlayamam.” Çevremizde birbirini hırpalayan bunca insan varken bunun, önemsenmesi gereken bir duygu olduğunu düşünüyorum. Çok az insanda rastlanan bir duyumsama biçimi bu. İnsanın yaşadığı duygu günahının yargılayanı, yargılananı, tanığı kendi benliği. Belki çelişkili bir yargı sanılacak, bu duygunun, vicdanını ihanet zehrinden arındırmış insana vergi olduğu kanısındayım ben. İnsana duygu günahı işleten tek tutku aşk. Kutsallığı olan bu günahın ayağa düşürülmemesi gerekir. Duygu günahı işleyenin bağışlayanı yoktur. Kendi içinde yoksul bir tanrı bile yaratamaz ki günahını bağışlayan biri çıksın! Eski Yunan tragedyalarında Prometheus, Sisyphos gibi örnekleri var; onlar günahlarının mahkumu. O yüzden, karşısındaki ondan onlarca kat suçlu olsa, duygu günahı işleyen, suçu kendinde arar. Aradığını bulamayınca da düştüğü çaresizlik, onu canına kıymaya kadar götür. O günah öyle bir duygudur ki, kişi ancak bir aşk oyuncusunun ihanetine uğradığında anlıyor bu günahı işlediğini. Kitaba da adını veren öykünüzde, insanın bin ömür yaşasa bile zor yakalayacağı bir aşka tanık oluyoruz. Öyle büyük sözlerle de ifade edilmiyor bu aşk. Sevgiliye yakılan bu ağıtın her tümcesi, adeta insanın zihnine kazınıyor. Aşk bu kadar yalın mı? Aşk, duyumsamalarla önce zihinde üretiliyor. Zihin aşkları, sizin deyiminizle “bin ömür yaşansa bile” zor yakalanır. “Bozkırda Sabah Aydınlığı”nı “sevgiliye yakılan ağıt” diye nitelendiriyorsunuz. Aşkın ağıt oluşu, dirildiği an ölümünü duyumsatmasından gelir. Öyküde anlatıldığı gibi “her tümcesi zihinlere kazılan” yalın aşklarda bile mutluluğu içinden kemiren bir yitirme korkusu yaşanır. Aşkın diyalektiği bu mantık üzerine kurulu. İçinizde kara gölgelere dönüşen bir korku bu. Kadının süslü giysiler içinde boğulduğu gibi aşk da abartıya gelmiyor, yalınlığıyla anlam kazanıyor. “KADIN BİRAZ DA SANATSAL GÖZLE YARATILDIĞI İÇİN KADINDIR” Kadın sizin öykülerinizde başka bir varlığa dönüşüyor sanki. “Anaeşsevgilidostarkadaş... Kadını hep tümünü içeren bir varlık olarak algıladım ben” diyorsunuz. Öykülerinizde hayat bulan bu kadınlardan çevrenizde var mı diye insan merak ediyor. Kadın, kadınlığını yitirmemişse insana özgü bütün halleri benliğinin bir parçası kılar. Kadına rahminde döl üretme gibi bir ayrıcalık tanımıştır doğa. Bir de güdüler hiçbir zaman tek duyguyla donanmış değil. Sevginin ayrı, şefkatin ayrı, koruma duygusunun ayrı tınısı var insanda. Kadında bunun dışa yansıması daha belirgin. Şu da bir gerçek ki insan, birbirinin hem içinde hem dışında bütünleşen, karmaşık olduğunca uyumsal duygularla varlık kazanır. Duyumsama dünyamda, sevgi ¥ ¥ sin rin de ilişk bu güd nir. “Dö tiriş old dam be sını can maz mı rılmanı ister, öy Sev ğınızın ruhunu süzlüğü algıland olmakt şür. On var etti unutma Camus, diyor. İ sun, hiç lemeler nısı ner yişle zih sünü un Sizi nizle ro melerin lık, yüz dınlar d oluyor? Kad leştirild açım şa le baka Sevgiyl düzey. kan yür riyasızlı natta b sanatçıl rür. Ka tıldığı i da görü dında. betimle ılıklık y yerleşm de ilgili Adnan Binyazar’ın kaleminde hayat bulan her kelime, okura benzerine az rastlanır bir gerçeklik duygusu yaşatacak nitelikte. ARIN “Şa sevdiğin hından küsünd kanıp p bir ned “Uy durumd hişeyi y bir ritü Dinled nelerde “Şah M suyun, günah i na inan kimsesi aylarca ğumu a kir katm kanma Bebek” nizi çek belki d bir ödü “Ka ne yapı yorsunu O zama Öyk bir rast açıdan lamak o ğil. Kır 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1116 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle