25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K K âmuran Şipal, soy bir yazıncımız. Ne var ki görece öndeymiş gibi algılandığı kuşkusu uyandıran çevirmenliğinin gölgesi altında kalmış izlenimi bırakıyor yine de. Bu şekilde gölgede kalmış/bırakılmış yazarımız az değil. Şipal, ilki olmadığı gibi, bana sorarsanız sonuncusu da olmayacak bunların. Neden derseniz, bir yazarı sessizlikle karşılamanın en ustalıklı biçimi de bu, ondan… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Kâmuran Şipal’in romanları yelim evi anlatarak girecekse yapıtına, bunun için yakın ölçeğe dayayıp öyle oturtuyor kamerasını. Evdeki kişiden, herhangi öğeden başlayarak genişletiyor açıyı. Yazarın psikolojik katmanı geliştirmesine, atmosfer kurmasına, anlatımca elini güçlendirmesine olanak sağlıyor bu tutumu. Ancak bu, anlatının kapsanık dil doğrultusunda biçimlenmesine yol açıyor kanımca. Öykü zaten bu yönde kurulur ancak kapsayan dille kurulması beklenen romanda da enikonu bir kapsanık dille karşılaşılması yadırgamaya yol açıyor ister istemez. Romanda kapsanık dil kullanılmaz değil kuşkusuz, ama o zaman roman kişisinin bakışıyla kurulan bu kapsanık dilin, evrene yayılışındaki dengeye de dikkat edilmesi gerekmez mi? Aksi halde romandaki dilsel örgüde bir aks yarılmasıyla karşılaşmak kaçınılmaz hale gelmez mi? Bizde öykünün kapsanık diliyle romanın kapsayıcı dili üzerinde gereğince durulmuyor. Okunan kimi romanların öykü, kimi öykülerin roman gibi algılanabilirliğinde ortaya çıkan yabancılaşma ya da yanılsama bundan kaynaklanıyor bana göre. Fethi Naci, bir eleştirisinde öykücü bakışını, “Bir tepeden, belirli bir yükseklikten görülebilen bir manzarayı göstermek” biçiminde ele alırken romancı bakışını, roman kişisi olarak “X, gerçekliğin tümünü temsil eder mi? X’le yetinilmeli mi?” sorusuyla karşılıyor. (Fethi Naci; Yüzyılın 100 Türk Romanı, Adam, 1999, 535) İşte Şipal’de değişmeyen bir yan bu; romanlarını da öyküleri gibi yapılandırıyor olması sürekli onun. Gelin şimdi daha yakından bakalım bu evrene, kişilere… gidip geli(yordur)”, (SS, 13, 91). Ama hem bulunduğu ortama hem gezinircesine kurduğu o dış evrene yabancıdır yine. Demir Köprü, anlatıcının, anlatı yerlemi olarak uçaktaki yolculuğu sırasında çağrışımları, anımsayışıyla kurulur. “Anımsamaların kaygan yolunda ilerler” (DK, 89) adam. Kimi anılar sanki “anne(.)nin anımsamaları”dır da “kendi anımsamalarına dönüş”müştür (SS, 113) bir bakıma. İçlilikle sarmalanan, duyarlıkla örülü roman evrenlerinin yalın, saf, saydam yapısının ardında yine de yoğun katmanlı anlam örgüleri barındırdığı gözleniyor. Kahramanı çocuk olan öykü, roman kurmak dıştan bakıldığında insana kolay gelebilir, ne ki ustalık gerektirir bu iş… Şipal, çocukça söyleşimlerde, üstelik çocuğun ilerleyen yaşına koşut evrelere uygun konuşma örgülerinde, bunları masallarla, oyunsu süreçlerle ilişkilendirmede hep yükseklik sergiliyor. Şipal’i okurken Gorki, London, Istrati, Orhan Kemal vb. yazarların yeniyetmelerindeki yaşam serüvenleri anımsanabiliyor hemen. Özellikle Demir Köprü, yaşamın dikenli yollarında geçen bir gençlik romanı olarak da okunabilir pekâlâ. O halde romanlardaki evrenin aynı gereçlere dayalı olarak kurulduğu söylenebilir sonuçta. Buna göre romanlar birbiri içinde gelişerek, birbirinden geçerek, aynı izlek çerçevesinde üretilmiş oluyor. Nitekim “sırrımsın sırdaşımsın” başlığı bile annenin söylediği dörtlükten taşınmıştır ikinci romana.(DK,84) kati çekiyor. Buna koşut bölümcelere Sırrımsın Sırdaşımsın’da da rastlanır. (örneğin 33 vd.) Kaldı ki Şipal’in öteki verimlerinde de üstü örtük bir “anne gizi” açımlanışına rastlanabilir her zaman. Annenin kimi erkeklerden kıskanılışı da eklenebilir buna. Entelektüeldir temel kişi; okuyan, yazan, sanata ilgi duyan… Ne var ki gide gide çevresiyle ilişkisi kopar kişinin. Bir yandan donuklaşır kahramanımız, öte yandan insanlarla toplumsal alışverişinde geriler sürekli. Bundan ötürü temel kişi, bir derin kuyunun simgesi gibidir. “Genç yaşta dul kalmış bir annenin koruyucu kanatları altında yaşanmış yıllarda toprağa ekilmiş tohumlar zamanla gelişip yeşer”miştir (DK, 6) çünkü. “Bütün çocukluğu boyunca kulaklarında yankılanan ‘Seni kimselere vermem!’ sözünü yineleye(n…) annesi” (SS, 27) peşini bırakmaz hiçbir zaman. Görümce kışkırtmasıyla kocadan dayak yiyen, oğlunu da alarak terzi arkadaşına sığınıp onun yardımıyla terziliğe başlayarak doyunmaya çabalayan, bu arada kocasından boşanıp nafaka da istemeden oğluyla ayakta durmaya çalışan yalnız kadın, romanların temel kadın/anne karakteridir. (DK, 10 vd.; SS, 45 vd.) Derken arkadaşının, kadını bir tanıdığıyla baş göz etmesiyle başlangıçta durum iyiyken yeni kocanın işsiz kalması sonucu değişen durumu, doktora gidilemediği için yitirilen yeni bebeğin acısı… 1930 başlarında işsiz güçsüz bir kadın olan annenin memur olan ilk koca aleyhine açtığı boşanma davasından bugünlere gelindiğinde kadının yaşadığı şiddetin boyutunu varın siz hesaplayın… Bütün bunlar, üzerine eklenen pek çok ayrıntıyla önümüze geliyor romanlarda. Bu acılarla içli dışlı yaşayan kadın, ağır yaşam koşullarına dayanamadığı bir vakitte “demir köprü”ye dek gidip gizemli intihar provası yapar kucağındaki oğluyla. Ama kıyamaz çocuğuna. (DK, 15; SS, 60) Demir Köprü’nün dörtte birlik ilk bölümü ustalıkla yapılandırılsa da, kendini melodramatik öğelerden arındırabilmiş değil. Sırrımsın Sırdaşımsın’da da Fethi Nacice söylersek göz yaşartıcı bombalara rastlanabiliyor ara ara. (örneğin 53 vd.) Sonuçta yalnız izlek, anlatım olarak değil biçemce de birbirinin içinde iki roman Demir Köprü ile Sırrımsın Sırdaşımsın. Ama yine de kurgusuyla, biçemiyle tok duruşlu, dilsel bezemesiyle doygun, kunt iki anlatı. Biçemce adım adım geri gidilirken iskambil kartları açılırcasına anılar yapılandırılıp ardışık sıralı bölümceler, ilerigeri sıçramalarla kesilerek anlatı zamanına ulanılıyor romanda. Kurgu bu yönde ilerlerken kanal da değişebiliyor birden. Ancak yazar, adımdan adıma ağır tartımla geçebildiği gibi anı veya çağrışım üzerinden atlarken sıçramalar da yapabiliyor. Ama öylesine ince ayrıntılarla yerli yerine oturtuyor ki bunları, okura hayranlıkla okumak düşüyor. Romancılığımız içinde, işlenişleri kadar evrenkişidilbiçem örtüşmesi bağlamında, yalnız bu yanlarıyla bile üzerinde durulacak romanlar Demir Köprü ile Sırrımsın Sırdaşımsın… TEMMUZ 2011 SAYFA 25 Böylelikle hem söz konusu yazarın özellikle salt bir türe yönelik verimleyişi öne çıkarılarak öteki alanlardaki emeğine yönelik üstü örtük kuşku üretilmiş, hem de herhangi söze gerek kalmaksızın işin altından kalkılıvermiş olur… Gerçi Şipal öykü, roman türündeki verimleriyle etkin olduğunu göstermemiş değil. Ama nedense çevirmenliğinin bunların önüne geçirilerek karşılandığı gibi izlenim de uç veriyor sanki yıllar içinde… Oysa Şipal, ilk göz ağrısı şiiri bırakmış görünse de öyküdeki, romandaki yolculuğunu sürdürüyor. Onun öyküleri ile çevirileri üzerinde ayrı ayrı durmuştum “Kitaplar Adası”nda. (9/12 ile 16/12 2010) Bu yazılarda romanlarına yöneleceğimden de söz etmiştim. Ne ki Şipal’in ilk romanı Demir Köprü’ye (Afa, 1998 [DK]) ulaşamadım bir türlü. Bereket dost yazar Birsen Ferahlı, kitabı ulaştırdı da, öteki romanı Sırrımsın Sırdaşımsın (YKY, 2010 [SS]) ile birlikte bunlara yer açma fırsatı yakaladım böylece… ÖYKÜDEN ROMANA ŞİPAL’DE DEĞİŞENDEĞİŞMEYEN... Kâmuran Şipal’in öyküleriyle romanlarında aynı kapalı evrenle karşılaşıyoruz. Üstelik öykü kişileri ile romanlardaki karakterlerin kendi içlerine yolculukları da baskın biçimde öne çıkıyor. Bu çerçevede kapalı evren olgusu, kişilerin beslendiği ortam olarak kendini gösteriyor. Hemen bütün verimlerinde ışıklı alanlara açılmaktan çok gölgelere uzanan, insan ruhundaki karmaşayla gelgitlerin, kimi kıvrımlarla dolantılardaki ayrıntıların ancak bu gölgelikte boy verebileceğini, buradan besleneceğini düşündüğünü ele veren yaklaşım sergiliyor Şipal. Uzam olarak nereyi alırsa alsın hep gölgeye yöneliyor. Bu, karakterlerinin iç dünyasına doğrudan sızmasına olanak sağlıyor yazarın. Nitekim anlatılarında karşılaştığımız, dıştan kendilerini kolayca açmayan yanlarıyla erkekler buna örnek verilebilir. Çocuk, ergen, ergin erkek bireylerin ilişkilendiği anne, sevgili, eş, teyze, abla, yenge vb. kadınlar da ister istemez gölgeliğe çekiliyor bu nedenle. Anlatı uzamlarıyla kişiler kadar anlatı nesneleriyle gereçleri de yine ilginç buluşmalar, farklılıklar sergiliyor Kâmuran Şipal’in geniş, uçsuz bucaksızmış izlenimi bırakan anlatı dünyasında. Bu açıdan önce bu evrenlerle kişilere sonra da nesnelerle gereçlere kuşbakışı göz atmaya çalışalım… Şipal, hemen bütün verimlerinde ayrıntılardan kalkarak kurmaya koyuluyor anlatısını. Di ŞİPAL’İN ROMAN EVRENLERİ... Kâmuran Şipal’in roman evrenleri, öykülerdeki evrenlerle tam bir örtüşme sergiliyor. Büyük kentlere açılınsa da ayrıntıların önde tutuluşu nedeniyle bulanıklaşıyor kent imgesi. Gölgede kalan ahşap evler, buralardaki yoksul yaşam, gündelik yaşamı karşılamaya dönük yoğun emekli, eziyetli işler, komşuluk ilişkileri, sonuçta ev içlerinde kısır döngü temelinde süregiden kendine özgü ama laik yaşam biçimi… Tüm cumhuriyeti içine aldığı düşünülebilecek yetmiş seksen yıllık bir dönem, bu konumuyla roman evrenine yansımış oluyor… Sonra budunbilimsel kimi veriler, bununla örtüşen, buna koşut yansıyan yeme içme, giyim kuşam, eğitim, bayram, hamam, çeyiz bandığı, bedesten vb. kültürel çıktılar; şekerci imalathanesi, çeşitli zanaat ustaları, saat tamirciliği, mahalle arasında terzilik, bileyicilik, gazyağı satıcılığı vb. geçmişte insanı kuşatan öğeler romana ayrı bir renk taşıyor. Bütün bunların gerek evren gerekse anlatı nesneleri, gereçleri bağlamında hem ortak imgeler oluşturduğu hem de ilginç örtüşmelere yol açtığı söylenebilir. Örneğin Sırrımsın Sırdaşımsın’da anlatı uzamı zenginlikler içeren farklılıklar sunsa da anlatı yerlemi tektir aslında. Temel kişi olarak anlatılan adam hep aynı kapalı ortamda “tek başına”dır, “bir aşağı bir yukarı ŞİPAL’İN ROMAN KİŞİLERİ... Kâmuran Şipal’in öyküleriyle romanlarında, temel kişi, kendi çarkı içinde dönen birey. Kimdir bu kişi, ilkin genel niteliklerine, sonra tümünde ortak karakter bağlamında alınabilecek yanlarına değinelim onun… Vurgulamak gerekir ki bu kişiler, hem kalabalıkta hem yalnızlıkta yalnızlar. Bu nedenle durmadan sorgulayan, ayrıntı üzerinde uzun uzadıya duran, iç dünyasında geçmişle gelecek arasında geniş yelpazede zengin açılıma dayalı didişmeli bir konumda görünüyorlar. Kuşkusuz mutsuzlar, hatta bunu meslek edinmişler kendilerine. Bu nedenle çıkış için çaba göstermek yerine, geçmişe dönük vicdan sızısı temelinde boğuştuğu sorunlar içinde döngüsel biçimde neredeyse boğulmayı, ama bu arada durmadan sızlanıp dırlanarak söylenmeyi yeğleyen kimseler. Evli, dul, bekâr, kadınlarla ilişkilerini de bir türlü denge üzerinde oturtamaz bu kişiler. Annenin baskın gücü altında ezilen; sevmek istediği, sevebileceği, sevdiği kadına bunu göstermeyi beceremeyen, sevgisini yönetemeyen erkekler. Adamı, çocukluğunda “masal güzelliklerinde yaşatan” (SS, 107) anne, yazarın tüm anlatılarında güçlü bir karakter olarak öne çıkar. Onun içindir ki, ölümü de unutulmaz suçluluk pıhtısı halinde çökelip kalır içinde. Romanlarda her ses, imge, nesne anneye taşır onu. Erkeklerle de sağlıklı ilişki kuramaz anlatıcı. Yitirilen baba, üvey baba, şekerci dayı dışında örnek model de yoktur önünde. Anneye karşı bastırılmış cinselliğin ipuçları git gide olağanlaşır. Demir Köprü’de “çocukluk yıllarını yavaş yavaş geride bırak(an)” anlatıcı (39) annesini, yengesini saltık kadın imgesi olarak da alır. Onlarla cinsel göndermeler içeren, dil bezemeleriyle örülü bölümce (40 vd.) bu çerçevede dik7 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1116
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle