Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
T 22 HAZİRAN ÇARŞAMBA ürkçe Günlükleri FEYZA HEPÇ L NG RLER ğur Kökden ve Mehmet Serdar tarafından yazılan “Kanlıca’da Akan Zaman” bir İstanbul kitabı; Sözcükler Yayınevi’nin bastığı kitap, söyleşilerden oluşuyor. İki eski dost, Kanlıca’daki İsmail Ağa Kahvesi’nde oturup söyleşmeye başladıklarında akıllarında bu söyleşileri kitaplaştırmak yokmuş; ama iyi ki kaydetmişler konuşmalarını, iyi ki bu kitap oluşmuş. Okur, yalnız eski dostların konuşmalarına kulak misafiri olmuyor; onların söyleşilerine de katılıyor. U madığını anlatmaya çalışırken kullandığım “cesaret” sözcüğünün yerine “yiğitlik” sözcüğünü koymamı öneren okurlarım oldu. Oysa öneriye uyup öyle kullansam tümcenin o bölümü, “halkın yeniden sözcük yapma yiğitliğine kavuşması” gibi anlamsız bir durum alacak. Tek tek sözcükleri seçip, “Onu kullanmayın, yerine bunu koyun” diyen anlayışın asıl endişelenmesi gereken konuya getirelim mi sözü? Yarın. 26 HAZİRAN PAZAR “Kızlar ve Babaları” kitabının kadın yazarları, bir süredir iletişim içindeler. Yazışmalar bana da geliyor; ben de o kitabın yazarlarından biriyim. 2 Temmuz tarihinde buluşup tanışacaklar. Katılamayacağım; uzaktayım. Yazışmalara da katılmadım zaten. Dil tartışmasına dönen son yazışmaları bile uzaktan uzağa izledim. İzledikçe üzüldüm. Yazılanları sanal ortamda yanıtlamak yerine, yazışmayı Türkçe Günlükleri’ne taşımak, daha yararlı, daha işlevsel geldi bana. Konunun Türkçe olması kadar önemli bir nokta daha var: Tartışanların “yazar” olması. Bu durumda, konuşulanlar, kapalı devre bir yazışma olmaktan çıkarılmayı ve kamuoyu önünde tartışılmayı hak ediyor. Daha az yer tutmalarını sağlamak amacıyla paragrafları birleştirme ve çift tırnakları teke indirme dışında yazıların hiçbir yerine dokunmadım. “Sevgili yazar arkadaşlar,” diye başladığı iletisinde Semin Sayıt: “İzninizle, küçük bir eleştiri yapacağım. Gerçekten güzel öz Türkçe karşılıkları varken, neden birçoğunuz osmanlıca sözcükleri yeğliyorsunuz? Örneğin, ‘hâdise’, ‘imtihan’, ‘muhafazakâr’, ‘müteessir’, ‘mefhum’, ‘tercüme’, ‘talebe’ vb. vb. gibi? Genç kadın yazarlarımızın osmanlıcaya olan, nedenini anlayamadığım, bu eğilimi beni hem şaşırttı hem de, doğrusunu isterseniz, üzdü” dedi ve tartışma başladı. Semin Hanım’ın söyledikleri alınmayı gerektiren bir eleştiri değil; son derece iyi niyetle yapılmış bir uyarı… Şaşırmış, üzülmüş; bir büyük olarak, besbelli içi titreyerek uyarma gereksinmesi duymuş Semin Hanım. Saydığı sözcüklerin, kendisinin de dediği gibi, pırıl pırıl (öz Türkçe değil) Türkçe karşılıkları var. Ekini, kökünü, mastarını, türemişlerini pek çoğumuzun bilmediği yabancı kökenli sözcükler yerine, benimsenmiş, yadırganmayan Türkçe karşılıklarının kullanılmasını istemekte ne var? “Hadise” yerine olmak’tan “olay”, “imtihan” yerine “sınamak’tan “sı 24 HAZİRAN CUMA Öz Türkçe tutkunu okurlarım, sevdiğim, saygı duyduğum insanlar. Onları incitmekten çekindiğim için uyarılarına sessiz kalmayı yeğlemiştim geçen haftaya kadar. 11 Haziran tarihli günlüğü yazarken de dikkatli, ölçülü davranmaya çalıştım. Dil Devrimine karşı olmakla, yeteri kadar Atatürkçü olmamakla suçlanmayı göze aldım ve tepkileri beklemeye başladım. Servet Şahin’den gelen ileti içimi serinletti: “11 Haziran başlıklı yazınızı çok sevdim. İnsanlarımız bazen böyle uyarılmayı fazlası ile hak ediyorlar. Yazınızın eksiği vardır belki, ama emin olun ki fazlası yok” dedi Servet Şahin iletisinde. Ahmet Arpad, kimi önerilere “Hadi canım!” demekte haklı olduğumu bildirdi. “23 Haziran’da yayımlanan Günlük, bir tür savunma olmuş, tümüyle katılıyorum” diyen Dr. M. Ali Işıksoluğu, daha sonra yer vereceğim sorularını iletti. Etem Oruç, o gün gergin olduğumu düşünmüş. Sağlığım açısından endişelenip beni sakinleştirmeye çalışırken, “Kızdığınız konuların çoğunda haklısınız ama yine de kızmamaya bakın” demiş; ama sözünü, “İsterseniz biraz da ben kızdırayım” diye bağlamaktan da kaçınmamış. Türkçe Günlükleri’nin yeni kitabı için düşündüğüm, “Filizin Boy Verdiği” adının güzel olduğunu, “Fidanın Ekine Dönüştüğü” adını ise uygun bulmadığını, Aydın’ın kekik kokan, çam kokan, mersin kokan, efelerin yurdundan binlerce selam ve sevgiler”le bildirirken şöyle demiş: “Fidan ekine dönüşmez. Fidan daha çok ağaç türünün küçüğü olarak kullanılır. Kusura bakmayın.” Nasıl kusura bakarım, bilgisizliğimden utandım. 25 HAZİRAN CUMARTESİ Halkın kendisinde yeni sözcük yapma cesaretini artık bula nav”, “muhafazakâr” yerine tutmak’tan “tutucu”, “müteessir” yerine “üzmek’ten “üzüntü”, “mefhum” yerine “kavramak’tan “kavram”, “tercüme” yerine çevirmek’ten “çeviri”, “talebe” yerine öğrenmek’ten “öğrenci” daha güzel, daha anlamlı değil mi? Bu genç yazarlara öyle gelmemiş ama! Suçlamak kolay. Eski sözcükleri yeğledikleri için onları devrim düşmanı, vatan haini ilan etmek de kolay. Suç, 12 Eylül zihniyetine, yükselen İslamcı düşünceye de atılabilir. Ancak, bir dakika durmak ve düşünmek gerekmiyor mu? Yanlış hesaplamadımsa Semin Hanım 76 yaşında, ben 63 yaşımdayım. Görüşlerini okuyacağınız insanların içinde ise1980 doğumlular, belki daha genç olanlar var. Hemen tümü de çok iyi eğitim almış, iyi yetişmiş insanlar. Biz bu insanları Türkçe davasına niye kazanamadık? Eğer onlar böyle düşünüyorsa Türkçenin gelişmesi, zenginleşmesi için Türkçeye kim sahip çıkacak? İlk tepki Gülayşe Koçak’tan gelmiş: “Semin Hanım’a yanıt vermeyi, kendisini rahatlatmayı, ortada kaygılanacak bir şey olmadığını ve daha pek çok düşüncemi aktarmayı isterdim... ‘Öz Türkçe’ye saplanıp sınırlı bir kelime dağarcığı kullanacağımıza, elimizdeki bütün seçenekleri, Arapça Farsça zenginliklerimizi de değerlendirdiğimiz için aslında sevinmesi ve bizleri kutlaması gerektiği konusunda kendisini ikna etmek isterdim. Ama tavrı bana (pek çok kişisel nedenle) o kadar tanıdık ki ara ara romanlarımda, kısmen de ‘ortak kitabımız’da ele aldığım ‘meseleler topluluğu’nun bir tezahürü (ah işte, yine bir ‘kaka’ kelime!) ve biliyorum ki ne yazılsa da, hanımefendi bu konuda üzülmeye devam edecektir. Sanırım dostane ve sıcacık mesajı için kendisine teşekkür etmekten başka çare pek kalmıyor...” Hemen ardından, “Ben de sevgili Gülayşe ile aynı fikirdeyim” diyen Firdevs Canbaz Yumuşak: “Türk Dili ve Edebiyatı alanında çalışmalar yapan bir akademisyen olarak dile getirmeliyim ki kaygılanacak ya da üzülecek bir şey yok. Bütün bu kelimeler bizim için bir zenginliktir. Neden bir durumu ya da duyguyu sadece ‘Öz Türkçe’ kelimelerle anlatmak zorunda kalalım ki! Kültürümüzde artık çoktan içselleştirdiğimiz ve dahi bizim kıldığımız kelimeler varken... İşte ‘kelime’ onlardan biri ve benim en sevdiğim kelimelerimden... Neden illa da ‘sözcük’ demek zorunda kalayım? Güzel olan, hepsini birlikte kullanabilmenin zenginliği değil mi? Ayrıca bazı kelimelerin çağrışımının bazılarına göre daha zengin olduğunu da dile getirmeliyim. Münazara, münakaşa, tartışma... Üçü birden yaşasın sözlüklerimizde, ne güzel! Asıl endişe verici olan aynı kelimelerle konuşup anlaşamamaktır bence; bilmem anlatabiliyor muyum? Sevgili yazarım Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ından bir cümle ile bitireyim: ‘Kelimeler Albayım, bazı anlamlara gelmiyor.’” Tartışma sürecek. Haftaya… [email protected] / [email protected] BULMACA Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını gösterir. Bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru bir romanın adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse, romandan bir alıntı ve yazarın adı ortaya çıkacaktır. 8 L 9 C 10 L 11 18 C 19 C 20 C 21 1 D 2 F 3 F 4 L 5 L 6 K 7 F Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU C 12 N 13 K 14 B 15 F 16 J 17 G 29 16 F 22 D 23 C 24 B 25 B 26 E 27 N 28 D 29 J 30 A 31 H 32 E 33 B 34 B 35 K 36 C 37 K 38 A K. 19201930 yılları arasında 1500 m ile 10000 m arasındaki tüm dünya rekorlarını elinde tutan, Finlandiyalı ünlü atlet. 39 C 40 H 41 C 42 A 43 K 44 L 45 I 46 D 47 F 48 C 43 37 35 6 13 L. Cinsel içgüdünün belirtilerini gösteren yaşama gücünün bütünü. Tanımlar ve sözcükleriniz: A. “... Hughes” (İskoç şair). 49 C 50 B 51 I 52 F 53 H 54 H 55 D 56 H 57 H 58 F 59 L 60 E 61 F 62 E 63 G 64 G 65 G 66 B 67 M 68 N 69 F 10 8 59 5 4 44 M. Eski Filistin’de bir kent. 38 42 30 70 H 71 D 72 D 73 M 74 F 75 I 76 F B. Kölelik, kulluk. 50 24 34 14 62 66 25 33 C. Oğuz Atay’ın, ‘Yeni bir dünya var anlıyor musun Olric? Her şeyi geride bırakmak gerekiyor” diye haykıran unutulmaz karakteri. E. Yarı. 26 60 32 F. Ruşen Çakır’ın bir inceleme ve araştırma yapıtı. H. “Kiraz bilir miydi ki günün birinde tütün diye bir ot çıkacak ve insanlar bunu içmek için dallarını kesip kesip ... yapacak?” R. H. Karay. 73 67 N. Roma’nın eski adı. 12 27 68 54 70 31 40 57 56 53 I. Albert Camus’nün bir deneme yapıtı. 23 48 20 36 19 8 39 9 41 11 49 58 76 15 74 3 2 7 61 69 21 52 47 G. Hükümetin, hazinenin malı olan, beylik. D. “Pamuk tarlaları kavrulmuş, çocuklar hasta, kadınlar güçsüz, erler ... de.” Nezihe Araz. 45 75 51 J. Hud Peygamberi dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen bir kavim. 7 46 28 22 55 1 71 72 64 17 63 65 LER, B. ÇVD C. İY, D. MARTİN EDEN, E. DÖNÜŞÜM, F. ENOSİS, G.KUYTU, H. İMDİ, I. DÜĞÜN, J. EVİYE, K. NEDİM GÜRSEL, L. İZZET, M. ZODYAK. Metin: “Denizde büyüdüm ve yoksulluk benim için gösteriş demekti; sonra denizi yitirdim. Düğün ve Yaz” TEMMUZ 2011 SAYFA 35 1115. sayının çözümü: A. İBİBİK CUMHURİYET K TAP SAYI 1116