29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Telli’den şiirler Yakıcı bir nida! Nidâ, Ahmet Telli’nin yeni ve Antalya Altın Portakal Şiir Ödülü kazanan kitabı. Önceki kitabı Barbar ve Şehlâ‘nın üzerinden yaklaşık yedi yıl geçtikten sonra okuruyla buluşan bir kitap. Bunca zaman aralığı Telli şiiri için olağan bir süre. Çünkü o bir şiir işçisi, şiiri çalışan bir şair. Her sese tüm duyularıyla yaklaşan, hissetmediği sürece de o sesi bekleten bir şair. Olması gerektiği gibi. Ë Aydın ŞİMŞEK enilebilir ki Nidâ tarihseltoplumsal ve poetik hayatımız için bir tarih bilinci. Anımsamaktan çok, duyarlığı yeniden örgüleyen ve oradan sahicilik duygusuyla şiirsel sezgi ve yetinin oluşturduğu bir ünleme. Ünleme, çünkü bu ses, çığlık, içkinlik, yer yer de susarak konuşmanın geldiği yer öncesi. Yani Barbar ve Şehlâ. Bu iki şiir kitabı aslında birbirine tematik olarak oturan, yer yer öncelikleri değişerek de olsa birbirine yol gösteriyor. Bir başka deyişle Ahmet Telli, Barbar ve Şehlâ’yla yola çıktığı, daha derinden ve bir o kadar da lirizmin içinden ama toplumsal olana yakınlaşarak söylemeyi, Nida ile şimdilik tamamlamış gözüküyor. Barbar ve Şehlâ’nın ilk bölümü “Bir Coğrafyanın Tetik Boşluğunda” adını alırken, neredeyse tüm kitap boyunca şairin, etnik duyarlığın çevreninde dolanıp durduğunu görürüz. Bunun bir nedeni de etnik olanın alt kültür kimliğine ötelenerek, kendisi adına yapılmış tanımlardan kurtarılma çabasıdır. Bu çabanın eklendiği yer ise Telli şiirinde evrensellik, insancıl içerik. Dolayısıyla işaret edilen coğrafya özelde belli bir imgelemle tasarlanmış olsa bile, genelde tüm baskılanmış, asimile edilmiş, sömürülmüş ve mutlak iktidarla biçimlenmiş coğrafyaların başkaldırısı. Bir bakıma tematik söyleyişin zorluğuna ve yavanlığına sıkışmadan ve fakat evrensel olanla da organik ilişkisini güçlü kılarak şiire dönüştürmektir acıyı ve kederi. GÜÇLÜ TARİH BİLİNCİNİN ŞİİRİ Nidâ okumalarının tümünün, belli bir biçimin öncelendiği göz önüne alınarak Barbar ve Şehlâ ile başlaması neredeyse zorunlu gözükmektedir. Belki her iki kitapta ve tek tek şiirlerde, şiirsel haz ve duyarlıklar şiirin getirdiği yüksek estetikle okunup, içkinleştirilebilir. Ancak Ahmet Telli gibi şairlerde gözden kaçırılmaması gereken en önemli özellik, şiirlerinin mutlak bir arka plan okumasına ve altüstyan ve metinlerarasılık göndermelerine açık olması. Öyleyse daha ilk adımda Ahmet Telli ve şiiri güçlü bir tarih bilincine yaslanır, o bilinçten beslenir. Nedir bu tarihsel bilinç derseniz, sosyalist bir gelenek, komünist bir duruş ve tutumdur. Nidâ, “Bir Coğrafyanın Tetik Boşluğunda” başlayan serüvenin, o coğrafyayla şiirsel hesaplaşmasını yapıp, oradan hem kendi bireyseltoplumsal tarihiyle yüzleşmesi hem de yeniden bir direniş dili kurmasıyla dikkat çekici. Okur, şiirin kendi iç disiplininden taviz vermeden, felsefi aranışın ipuçlarını da taşıyan şiirlerle karşı karşıya. Bir yanıyla tarihsel arka planı iyi süzmesi, diğer yanıyla da şiirlerdeki felsefi söyleyişin çağrısına düşmesi gerekirken, bir başka özellik daha edinmeli, o da şiirsel sezginin bu şiirlerin hemen her dizesinde anlamlı olacağıdır. O nedenle hazır bir okurdan uzak duruyor Nidâ. Öyleyse diyelim ki, şair kendini sözün haysiyetine bırakıyor ve okurdan da söze dair olan konusunda emek bekliyor. Nidâ’nın ilk bölüme adını veren “Taylar ve Yolcular”, önceki kitap Barbar ve Şehlâ’ya eklenen şiirlerden birisi. Sırasıyla “Perişan”, “Yoktur” ve “Son Ubıh” tamamlayıcı şiirler ve bana göre Barbar ve Şehlâ, Nidâ’nın içine uzanarak, oradan etnisitenin evrensel olana doğru yol alması gerektiğine dair bir süreci imliyor. Bu tutumuyla da şair, şiirsel estetik tutumunun yanı sıra, ideolojik etik tutumunu da duyumsatıyor. Özellikle son yıllarda şiirimizde yaygın olarak görülen etnisite vurgusunu, yerellikle sınırlandırma çabası içine giren, diyalektik bakış ve yorumdan uzak şairlerin yaşadığı bu yanılsama, Telli şiirinde bir omurga gibi duruyor ve yerellikle sınırlandırmaya da bir itiraz oluşturuyor. Büyük bir olasılıkla şairin bilinçli olarak bir önceki kitabından Nidâ’ya taşıdığı bu şiirler, sanki bir ayak oluşturup, diğer şiirlerin gücüne eklenerek evrensel duyarlığı öne çıkarıyor. yapan esas unsuru, yani insanı, onun özgürlüğünü, özgürlük mücadelesini şiiriyle iç içe götürür. “Nida” şiiri, şairin coğrafyasındaki tetik boşluğu bu kez kendi içine doğduğu topraklar ve bu toprakların hüznü, sevinci, kederi. En çok da faşizm ve onun uzantılarına karşı onurlu ve bir duruşu getiren, bu uğurda yaşamları sonlanan insanların coğrafyası. Bu toprakların ve yakın tarihin belleği aslında. Genç insanların yaşamlarının sahiciliğiyle örgülenen bir şiir Nidâ. Bu yaşamın içinde aşk da var, kavga da, ayrılık da. GERÇEĞİN VE ÜTOPYANIN SULARINDA Nidha’nın ikinci bölümüne adını veren “Ahker”in şiirlerinin tümü yola çıkmış, yolda olan ve yola çıkacakların şiirleri. Bu nedenle de hepsinde bir yara kanıyor. Kimisi hesaplaşmasını tamamlamış, kimisi hesabını duygularının bir karşılığı olarak kalbine gömmüş ki yeri geldiğinde oradan çıkaracaktır kimisi de bir susma içindedir. Bu susmanın da bir tür konuşma olduğunu da duyumsatarak… Şair burada akılla da, akla kesin çizgiler getiren erkle de bir karşıtlık diliyle de hesaplaşmaktan geri durmaz. Böylelikle aklın menzilindeki hemen her şeyi eleştirel dilin içine alır ve oradan bir üst dil üreterek sezgiye, olasılığa ve olmayan ama olabilecek olana… Ütopyaya vurgu yapar. “Yontu” ve “Çakal” şiirleri iyi bir kesişmedir bu bağlamda. “Santur” adlı şiirinde, vurmalı bir yerel sazın sesinde sömürgecinin yüzünü açığa çıkarırken, oradan bir başka olanağı kendine yoldaş edip, “Santuri Ethem Bey” şiirine ulaşır, ki bu şiirde bizi sarmalayan bir sevgilinin ardında bıraktıklarıdır. “Ahker” şiirinin ikinci sunumuyla da bu bölüm bitmeli: “Harflerle üstü örtülmüş/ bir ahker olsa gerek şiir// yine de yanar birinin canı/ kalbiyle açmakta çünkü kitabı.” Kitabın, bir sonraki bölüm adı “Siyahkâr”. Bu bölümde şair, şiirin aşktan yana büyüyen bireyselliğinden, sevdadan yana vazgeçemeyeceğimiz toplumsallığından güçlü bir söyleyişi getirir okurun önüne. Böylelikle etnisite, yerellik, evrensellik helezonisinde yazar, son sözü insana, birey insana bırakır ve tüm kavramlara, kavramların sınırlandırıcılığına karşın, üst kimliğin insanbirey olduğuna vurgu yapar. Aslında aranışın doğal sonucudur insan. Özgür, özgün ve yeteneklerini sonuna kadar, özgürce geliştirme isteminin ataklarıdır aranış. Şair ise ilk kitabı Yangın Yılları’nda başlattığı aranışa, yeni bir halkayı Nidâ ile eklerken, genel poetikestetik tutumunun insandan yana olduğunun ve şirinin mizahının da burada olduğunu duyumsatır sık sık. Öyleyse: “Kedisi sokağa kaçmış/ biriyim ben ve içimde/ kekeme bir kuş/ ötüyor ötüyor ötüyor/ ve son günlerde durmadan/ yalpalıyor bütün sözler/ birisi adımı sorsa meselâ/ dilim sürçüyor” diyen şaire, kendi ben’inde insani olan her şeye dönme, orada durma ve orayı dönüştürme çabası için şiir adına teşekkür etmek gerekiyor. Yakıcı konulara çekinmeden değinen, sorunlu her alana şair duyarlığı ve politik kimliğiyle eğilen, baskının ve şiddetin hayatımızın en küçük ayrıntısına, en özel alanlarına kadar indiği güncelliği ıskalamayan; tüm bu toplamın dili, sesi, kulağı olan şair Ahmet Telli’nin yolculuğu Nidâ kitabıyla ve karşıtlık üreterek sürüyor. Nidâ/ Ahmet Telli/ Everest Yayınları/ 92 s. TEMMUZ 2011 SAYFA 9 D YERELİ EVRENSELE TAŞIMA... Şu dizelere odaklanacak olursak: “Yurdunu yitirmiş bir halkın/ sitemsiz hüznüydü merhamet/ kabuk dökmekte olan ağacın/ göğe, yere, suya ve rüzgâra/ veda etmesi de denebilir/ ah rüzgârın rüzgâr, yağmurun/ yağmur olduğu ve tayların/ gölgesine sığındığı uzak günler/ yahut bulutların el edercesine/ Elbruzlar’a süzülmüş anıları// uzak, çok uzak anılar bunlar/ ve şimdi rüyasına giriyor sık sık/ kabuk dökmekte olan bir ağacın.” Şiirin odağındaki yurtsuzsürgün halk, elbette bir toprak parçasında yaşamını sürdürüyor, ancak oranın bir yurt olabilmesi için gerekli hümanist değerler ve insancıl içerik, insan hakları, özgürlük, kendi topraklarını biçimlemeleri gibi evrensel değerlerden yoksunluk, o halka yurt olmuş toprağın, rüzgârın, ağacın ve nihayetinde börtü böceğin tanıklığındadır. Şair bu tanıklığın bir parçası olarak şiire döndüğünde, bu anılar yumağında duranları sınırlamıyor. Nidâ’nın büyük şiir olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu. Kitaptaki şiirler ve çağrışımları uzağa bakmak içindir ve orada mülkiyet, iktidar ve yöneltici ilişkilereerklere yer yoktur. Kitaba adını veren “Nidâ” şiiri de bu ilk bölümde. Yukarıda altını ısrarla çizmeye çalıştığım, yereli evrensele taşıma, onunla tanıştırma çabasının bir adımıdır bu tutum. Yoksa ilk bölümlerdeki şiirinden ayırarak, bir başka bölümün giriş şiiri yaparak, arkasında bırakabilirdi yerel duyarlığı şair. Ama onun dil içi tutum ve sorumluluğu saSorunlu her alana şair duyarlığı ve politik kimliğiyle eğiliyor dece yüksek edebiyatla sınırlı Ahmet Telli. Yukarıda 2011 Altın Portakal Şiir Ödülü’nü Alev değildir, o edebiyatı yüksek Coşkun’dan alırken. 7 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1116 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle